Yahyâ Kemâl’e Göre Nâ’ilî-i Kadîm

Yahyâ Kemâl eski şiirin zevkini sürdüren gazeller kaleme aldığı gibi sohbetlerinde ve yazılarında da bu estetiği öğrencilerine ve okuyucularına duyurmasıyla dikkat çeker. Onun Eski Şiirin Rüzgariyle adını verdiği ve bir bakıma Klasik Türk şiiri geleneğinin 20. Yüzyıl’daki en güzel, en estetik örneklerini sergilediği kitabı bu açıdan dikkate değer. Onun bu eserini bir divan veya divançe olarak (Dîvan-ı Eş‘âr veya Dîvan-ı Yahya Kemal) tasarladığını Abdülhak Şinasi Hisar’ın şu sözlerinden öğrenmekteyiz:

“Bu şiir kitabını bütün dikkatiyle tahayyül ettiği bu sıralarda eski zamanın tam dolmuş bir dîvanı olacak değil, seçilmiş manzumeleri tarzında küçük bir divançe ve Divân Edebiyatının bir nevi antolojisi şeklinde tasavvur ediyor, içindeki manzumelerinin, en doğru, en düzgün, en pürüzsüz, en traşîde, en güzide, en  fasih, en mânidâr, en üstadane nümuneleri olmasını istiyor ve divançesinin böyle kısaltılmış olmasına rağmen en güzel şekillerini kazanmış olmasına, gazellerinin boş mısralar bakımından tamamıyla temizlenmiş bulunmasına, en sâfî, en kusursuz, fikir bakımından en derin ve ahenk bakımından en müessir edalarını duyuyormuş, olmasına itina ediyordu.”[1]

Yine Hisar’ın “Yahya Kemal’in Dîvan Edebiyatının en büyük mütehassısı, münekkidi, mütefekkiri olduğu muhakkaktı.”[2] sözleri de onun şiirinde bu edebiyatı gür bir kaynak gibi kullanmasının sebebi olarak okunabilir.

Yahya Kemal’in şiir estetiği en çok Divan şairlerine, Divan Şairleri içerisinde de Nâ’ilî Kadîm’e yaslanmaktadır. Bu açıdan “Yahya Kemâl’in edebiyattan söz açtığı her yazısının bir tarafı klâsik edebiyata ait bir tesbit, bir yorum, bir örnek içerir.”[3] diyen M. Kayahan Özgül haklıdır. Onun eserlerinde bu iddiayı destekleyecek birçok malzemeyle karşılaşmak mümkündür.

Yahya Kemal’in Osmanlı tarihi yanında eski şiiri bir yorum etrafında ele aldığı görülür. Osmanlı medeniyetine yönelik okumalar belli başlı şahsiyetler üzerinden gerçekleşir. Bu durum, şairin daha somut ve daha etkili yorumlar yapabilmesinin sebeplerinden biri olmalıdır. Şahsiyetler arasında yapılan karşılaştırmalar, devirler ve sanat anlayışı arasındaki farkın da daha iyi anlaşılmasına yardım etmektedir. Nitekim onun Nâ’ilî-i Kadim yorumlarını bu pencereden okumak gerekir.

Yahyâ Kemâl’in şiirleri hakkında yorum yapan araştırmacılar, onun eski şiirin ve dolayısıyla bazı Divan şairlerinin üslubunu aksettiren eserleri üzerinde bilhassa dururlar. Bunlardan Zahir Güvemli, “Ömründe Nedimin adını duymamış, Naili’yi tatmamış bir Türk ‘Üsküdar vasfında gazel’ veya ‘Mahurdan gazel’i okurken aynı vecdi duyabilir. Ömründe eski edebiyatımızı tanımamış bir Türk ‘Yeniçeriye gazel’i okurken aynı ürpertiyi ‘İthaf’ı dinlerken mazi hasretini, ‘Akıncı’yı duyarken aynı ecdat haşmetini, bütün bunların şiiriyetini kendinde hissedecektir.”[4] demektedir.

Yahya Kemal’i bir Divan şairi sayamamakla beraber Zahir Güvemli sözlerinde haksız değildir. Yahya Kemal’in şiirinin temi, yaşanılan zamandan bir nevi maziye, mûsıkîye, tarihe ve edebiyata kaçıştır. Bu kaçış onu diğer birçok Divan şairinin yanı sıra Nâ’ilî-i Kadim’le de buluşturmuştur. Dolayısıyla şair, Nâ’ilî’nin 20. Yüzyıl’a uzanışları olarak yorumlayabileceğimiz mısraları ve sözleriyle dikkati çekmektedir.

Aslında, Yahya Kemal’in bu misyonuna Ahmet Hamdi Tanpınar, 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi’nde dikkat çekmiştir. Ona göre Yahya Kemal, şiirimizin kopan halkalarını bir araya getirmek istemiştir. Hatta Tanpınar’a göre bu Yahya Kemal’in hakkı ve rolü idi.[5] Netice olarak Yahya Kemal, Türk şiirinin gelenekten nasıl beslenebileceğini, bunun bir taklitten çok ötede zincirin halkalarını koparmadan edebî mirasın yeni zamanlara nasıl taşınabileceğini göstermiştir.

Yahya Kemâl Türkiye’de Divan şiirini en iyi bilenlerden ve onu en iyi yorumlayanlardan birisi idi. Osmanlı şiiri içerisinde Nâ’ilî’ye özel bir önem verdiğini düşündüğümüz Yahya Kemal, onun mısralarını zaman zaman söz konusu etmiştir. Beşir Ayvazoğlu’nun Süleyman Nazif’in oğlu Said Nazif Ozankan’dan naklettiğine göre Yahya Kemâl, sohbetlerinde Nâ’ilî ve Nâbî divanlarından şiirler okurmuş.[6]

Yahyâ Kemâl, eski şairler içinde Nâ’ilî Kadîm’e çok önem veriyordu. Onun “Âzerî Fuzûlî ile Osmanlı Nâ’ilî-i Kadîm bir tek adam olsalar da eski şiirimizin zevkine doyamazdık.” sözleri bunu gösterir.[7] Yahya Kemal, eski şiir geleneğini güçlü bir şekilde yansıtan şairlerin öğrenilmesi ve okunması taraftarıdır. O, ders kitaplarında, seçmelerde Nâ’ilî-i Kadîm, Fuzûlî, Şeyh Gâlib gibi şairlerin eserleri yanında toy ve genç edebiyatçıların eserlerinin görülmesini pek de iyi karşılamaz.[8]

Yahya Kemal’in zaman zaman Nâ’ilî-i Kadîm’i başka şairlerle kıyasladığı olur. Bir yerde şöyle der: “Şeyh Gâlib büyük bir şâirdi, aruzu iyi kullanamazdı, Nâ’ilî-i Kadîm, Avni Bey çok üstâdâne kullanırlardı, fakat onun kadar yüksek şâir değildirler.”[9]

Yahya Kemal, şiiri bir nağme olarak değerlendirirken yorumlarına Nâ’ilî’yi de katar. “(…) şiir bir nağmedir, cümle değil. Musikinin başka türlü bir nağmesidir. O nağmeyi, inşad eden Bakî’nin, Nefi’nin, Ruhî’nin, Nailî-i Kadim’in yaptığı bestede okumalı.”[10]

Yahya Kemal, öz şiirin peşindedir. Divan şairlerini okurken sözlerinde aslında bunun arayışı hissedilir. Bu şairlerden damıtılmış mısraların günümüze intikal edebilenleri onun yazı, sohbet ve hatıralarında önemli bir yer tutar. Yahya Kemal şöyle der: “Itrî’den, eser olmak üzere 20 eseri kalmış. Eh büyük şairimiz Bakî ve Nedim’in ancak bu kadar mısraı var. Nedim’in 150 mısraı var. Nailî-i Kadimin ancak 5-6 mısraı gelir.”[11]

Son cümle Yahya Kemâl’in Nâ’ilî’den önce Bâkî ve Nedim üzerinde daha çok durduğunu göstermektedir. Bu şairin tercihiyle ilgili bir husustur. Ancak onun bu şairlerin yanında Nâ’ilî ve onun şiiri üzerinde ısrarla durduğu bir gerçektir. Yâhyâ Kemâl’e göre Nâ’ilî-i Kadim, İstanbul Türkçesini Türk şiirine hâkim kılmıştır:

“Naili-i Kadim 1650-1660’da Türkçeyi şiir lisanına hâkim etmiş. Türkçe lisanını (Vilâyat-ı Şarkiye) ağzıyla söyler. Ahmed Paşa’da böyle şark şivesine hâkim. Naili-i Kadimden sonra ise İstanbul lehçesi hâkim oldu. -Ziya Paşa diyor ki: Kültür merkezi İstanbul iken, Türkçenin güzelliğini iki taşralı yaptı. Biri Nef’i, diğeri Nabi. Urfa’lı Nabi’de İstanbul şivesi nazara çarpar. Nailî Istanbul’lu. Bunun hizmeti çok. Şeyhülislâm Yahya da böyle. Gittikçe İstanbul Türkçesi hâkim oluyor. Nâbi İstanbul Türkçesini, hanımların vay efendim, sadalarını beğeniyor. Kendini ona kaptırmış. İstanbul Türkçe ve şivesi zamanla şi’ire hâkim oldu.”[12]

Yahya Kemal’in “Eski Şiirin Rüzgariyle” adlı eseri geleneğin gücünü yansıtan son örneklerden biridir. Bu şiir kitabı, onu bir Divan şairi yapmaya yetmez. Ancak bu gür kaynaktan estetiğinin ve sanat görüşünün nasıl beslendiğini ortaya koyar. Bu kitabında Yahya Kemal’in doğrudan Nâ’ilî’yi zikrettiği bir gazeli vardır. Bu gazel bazı kaynaklarda “Nâ’ilî’ye Gazel” başlığı ile de geçer. Nâ’ilî’nin “söyler” redifli gazeline gönderme yapıldığını hatta nazire olduğunu düşündüğümüz bu gazel şöyledir:

Dil uyur mest olarak yâr-i dilârâ söyler

Gül susar şerm ederek bülbül-i şeydâ söyler

Şeb-i yeldâda uzar fecre kadar kıssa-i aşk

Tâ ki Mecnun bitirir nutkunu Leylâ söyler

Ehl-i akl anlamaz efsûs lisân-ı dilden

Zanneder âşık-ı dîvâne muammâ söyler

Görmüş âyine-i sâfında o serv-endâmı

Cûy gülşende bu rü’yâsını hâlâ söyler

Böyle beş beyti bu gûyende redif üzre Kemâl

Nâ’ilî söylese bir âlem-i mânâ söyler[13]

Bu gazel Yahya Kemal’in en çok önem verdiği şiirlerinden birisidir. Şair, bu gazelle ilgili Tanpınar’a, “Gazele o kadar yüksek perdeden başladım ki sonunu getiremem diye korkmuştum.”[14] demiştir. Bu gazelde dikkat çeken bir husus, Nâ’ilî’nin bu redif üzere bir gazel söylediğinde bir “âlem-i mânâ” söyleyeceğinin ifade edilmesidir. Bu hususa Hilmi Yavuz, Nâ’ilî’nin bir beytiyle dikkat çekmektedir. Bu sorunun cevabı Yavuz’a göre, Nâ’ilî’nin bir müseddesinde geçen “Yok bizde feyz âlem-i mânâyı bilmeye” mısraıdır. Hilmi Yavuz’un şu yorumu çok dikkat çekicidir:

“Demek ki, Yahya Kemal, Nailî’nin, bilebilmek ‘feyz’ine sahip olmadığını söylediği âlem-i manayı, bilse bilse, yine onun, Nâ’ilî’nin bilebileceğini söylüyor ve biz, Nâ’ilî’nin dizesinden, âlem-i manayı bilebilmek için belirli bir konumda olmak gerektiğini anlıyoruz.”[15]

Bundan sonra Yavuz, Nâ’ilî’nin bir müseddesinden alınan aşağıdaki bendi vermekte ve meseleyi vahdet-i vücûd düşüncesine bağlamaktadır:

Yok bizde feyz âlem-i ma’nâyı bilmeğe

Bir himmet olsa hâlet-i ukbâyı bilmeğe

Cehd eylesek ne fâ’ide Mevlâyı bilmeğe

Âdem gerek hakîkat-i eşyâyı bilmeğe

Her şahsa aşikâr değil âlem-i şuhûd

Ey âşinây-ı mes’ele-i vahdet-i vücûd           (Musammatlar 3/6)

Bu örnekler ve Nâ’ilî üzerine yapılan yorumlar bize şunu göstermektedir: Yahya Kemâl, her büyük şair gibi arkasında büyük bir şiir geleneğinin bulunduğunun farkındadır ve o bu gelenekten estetiğini, şiir anlayışını, sanat görüşünü, yazılarını beslemiştir. Onun sanat dünyasının ardında etkili olan şairlerden birisi de Nâ’ilî-i Kadim’di. Beşir Ayvazoğlu, Vehbi Eralp’ten onun şu sözlerini nakletmektedir: “Ben Türk şairiyim; bir Leh yahut Macar şairiyle aynı durumda değilim; arkamda Nedim ve Nâ’ilî-i Kadîm var.”[16]

Yahya Kemal’in Nâ’ilî’yi çok önemsediğine dair bir güzel örnek de Mahir İz’in naklettiği şu hatıradır:

“Bir gün bizim arkadaşlarla buluşmuştuk. Nihad Sâmi Bey de Yahya Kemal Bey ile beraber oturuyorlarmış. Yanlarından geçerlerken, Yahya Kemal Bey bizi görüp dâvet etti. Yahya Kemal Bey Nâ’ilî’yi kendi devrinin en büyük şairi olarak tanırdı. O, Nâ’ilî’den okurken; ben, Yenişehirli Avni Bey’den cevap verirdim.”[17]

Yahyâ Kemâl’in Divan şairlerine ve özellikle de Nâ’ilî’ye duyduğu sevgi, devrinde birçok şairin dikkatini çekmiş ve bu da şairlerin, onun hakkında yazdıklarında bu hususa temas etmelerine vesile olmuştur. Söz konusu duruma en güzel işaret eden herhalde Behçet Kemal Çağlar’ın “İstanbul’un Sekizinci Tepesi” şiirinde geçen aşağıdaki mısralardır. Çağlar’a göre İstanbul’un sekizinci tepesi Yahya Kemal’dir:

San’at diye, sevgi diye, zevk diye

Rûhumuzun kulağının küpesi.

Fuzulî, Nâ’ilî, Neşâtî, Nedîm

Bu akşam alnından bir bir öpesi.

O, yedi tepeyi en iyi gören

İstanbul’un sekizinci tepesi![18]

[1] Abdülhak Şinasi Hisar, Yahya Kemal’e Veda, YKY, İstanbul 2006, s. 54-55.

[2] Abdülhak Şinasi Hisar, Yahya Kemal’e Veda, YKY, İstanbul 2006, s. 65.

[3] Metin Kayahan Özgül, “Tanzîmat’tan Cumhuriyet’e Klâsik Edebiyat Çalışmaları (1839-1922)”, TALİD Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi Eski Türk Edebiyatı 1, C. 5, S. 9, Yıl 2007, s. 132.

[4] Zahir Güvemli, Yahya Kemal Hayatı ve Eseri, Çığır Kitabevi, İst. 1943’ten aktaran: Hüseyin Özçelebi, Cumhuriyet Döneminde Edebî Eleştiri 1939-1950, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1998, s. 110-111.

[5] Beşir Ayvazoğlu, Tanrıdağı’ndan Hira Dağı’na Milliyetçilik ve Muhafazakârlık Üzerine Yazılar, Kapı Yayınları, İstanbul 2013, s. 215.

[6] Beşir Ayvazoğlu, Yahya Kemal Eve Dönen Adam, Ansiklopedik Biyografi, Kapı Yayınları, İstanbul 2008, s. 455.

[7] Yahya Kemal, Mektuplar Makaleler, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul 1977, s. 57.

[8] Yahya Kemal, Edebiyâta Dâir, İstanbul 1971, s. 18-19.

[9] Yahya Kemal, Edebiyâta Dâir, İstanbul 1971, s. 25.

[10] Süheyl Ünver, Yahya Kemal’in Dünyası, Tercüman Yay., İstanbul 1980, s. 48.

[11] Süheyl Ünver, Yahya Kemal’in Dünyası, Tercüman Yay., İstanbul 1980, s. 53.

[12] Süheyl Ünver, Yahya Kemal’in Dünyası, Tercüman Yay., İstanbul 1980, s. 47.

[13] Yahya Kemal, Eski Şiirin Rüzgarıyle İstanbul Fetih Cemiyeti, İstanbul, s. 83-84.

[14] Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal, Dergâh Yayınları, İstanbul 1995, s. 142. Abdülhak Şinasi Hisar, Yahya Kemal’in şiiri hakkında “Yahya Kemal, gerçi, her gazelin birer eser, birer âbide gibi başlanılıp bitirilmesini, ikmâl edilmiş olmasını isterdi.” Sözleriyle bir bakıma buna işaret eder. Bkz.: Abdülhak Şinasi Hisar, Yahya Kemal’e Veda, YKY, İstanbul 2006, s. 57.

[15] Hilmi Yavuz, İslam’ın Zihin Tarihi, Bir Müslüman Aydının İslam Üzerine Düşünceleri, TİMAŞ Yay., İstanbul 2010, s. 94. vd.

[16] Beşir Ayvazoğlu, Yahya Kemal Eve Dönen Adam, Ansiklopedik Biyografi, Kapı Yayınları, İstanbul 2008, s. 130.

[17] Mahir İz, Yılların İzi, Kitabevi Yay., 6. Baskı, İstanbul 2014, s. 365.

[18] Beşir Ayvazoğlu, Yahya Kemal Eve Dönen Adam, Ansiklopedik Biyografi, Kapı Yayınları, İstanbul 2008, s. 238.

Yazar
Yasin ŞEN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen