Orhan ULFANOV
Eğer bir insan kötü şartlarda yetişmemiş, kötü bir ortamda büyümemiş, okuyan, ilimden haberi olan birisi ise aklını şahsî menfaatleri, çıkarları için kullanmaz ve çıkarları için asla yalana başvurmaz. Çünkü o kendisine ve çevresine en iyi olanın doğru olduğunun farkında ve bilincindedir. Bir de kötü şartlarda ve kötü ortamda yetişip okumaktan, bilimden uzak olan, doğrunun ne kadar önemli olduğunun farkında olmadığı için her seferinde birçok sebepten dolayı yalana başvuranlar var. Ancak kötü şartlardan uzak bir ortamda yetiştirilmiş olmasına bakmadan okumaktan, bilimden uzak olduğu için ne kadar iyi niyetli olursa olsun farkında olmadan yalan söyleyenler de var. Bu insanlar bilgisizliğinden dolayı yalan konuşurlar.
Kısa bir örnek verelim: Düşünün ki gemiyle okyanusta yolculuk ederken büyük bir fırtınaya yakalanıyor ve karaya vuruyorsunuz. Şans eseri olarak hayatta kalıyorsunuz. Kendinize gelip gözlerinizi açtığınızda ısız bir adada olduğunuzu fark ediyorsunuz. Yorgun düştüğünüz ve susuz kaldığınız için düştüğünüz bu adada içmeye su ararken kendinizi izole ve kabile halinde yaşayan bir insan kitlesinin içinde buluyorsunuz. Bu insanlar size su ve yiyecek vererek yardımcı oluyor, hayata tutunmanızı sağlıyorlar.
İçine düştüğünüz bu insanlar, halen mağaralarda yaşıyor, taşlarla ateş yakıyor, ağaçlardan, taşlardan yaptıkları ilkel aletlerle avlanıyor vs. Ve hâlâ koca dünyanın öküzün boynuzları üzerinde olduğuna inanıyorlar…
Eğer siz bu insanların gazabından korkup da koca dünyanın öküzün boynuzları üzerinde olmadığını bile bile “Evet, dünya öküzün boynuzları üzerindedir!” derseniz yalan söylemiş olursunuz. Hatta bu yalanın karşısında susarsanız dolaylı olarak yalana destek olmuş olursunuz. Ancak şu da bir gerçek ki sizinle birlikte bu adanın sakinleri de yalan söylüyor. Siz korkunuzdan yalan söylerken, onlar sizden farklı olarak, anlamadan, bilmeden yani farkında olmadan yalan söylüyorlar.
Lâkin ne sebepten olursa olsun sonuç olarak ortada bir yalan ve ister çıkarlarından ister bilgisizliklerinden olsun bu yalanı doğru kabul edenler var. Özetle insan ya doğrusunu bildiği halde korku, baskı ve çıkarından dolayı yalan söyler ya da bilgisizliğinden…
Bugün bilerek yalan söyleyenlerle bilgisizliğinden dolayı yalan söyleyenleri karşılaştırırsak herhalde bilgisizliğinden dolayı yalan söyleyenlerin daha fazla olduğunu tespit edebiliriz. Bu açıdan baktığımızda özellikle sosyal medya başta olmakla birçok mahfilde Ahıska Türklerinin tarih, kültür, sorun ve bu sorunların çözümlerine yönelik yazılan, konuşulan yalanların büyükçe bir kısmı işte bu bilgisizlikten kaynaklanmaktadır.
Bilgisizliğin olduğu yerde tabii ki, yalandan geçilmez. Yalanın bol olduğu yerde de herkesin kendi doğusu olacaktır. Dolaysıyla yalanın çok olduğu yerde, insanların birlikte düşünüp, birlikte hareket etmelerinden bahsedemeyiz. Her platformda diyalektikten uzak tartışmaların asıl sebebi de işte bu bilgisizlikten kaynaklanmaktadır.
Bugün bizleri yıpratan, parçalayan, birlikte hareket etmekten mahrum bırakan ve sorunlarımızı çözmekten ziyade daha da içinden çıkılmaz hâle getiren başlıca sebeplerden biri şüphesiz bu yalanlardır. Çünkü yalan insanların birbirine karşı olan bağlarını, güvenini zayıflatır, yıpratır, azaltır.
Yalan söyleme üzerine bazı mülâhazalarda bulunduktan sonra esas ifade etmek istediğimiz hususlara geçebiliriz. Bilindiği üzere DATÜB, bir yıla aşkın bir süre önce vatandaşlık için topladıkları yaklaşık 21 bin Ahıska Türkünün isimlerinin yer aldığı listenin İçişleri Bakanlığına verildiğini beyan etmişti. Bundan sonra vatandaşlık ha bugün ha yarın verilecek diye bekleyişe geçildi. Bu bekleyiş bir yıldan fazla sürdü. İnsanların artık umudu iyice bitmişken DATÜB Genel Başkanı Erzincan’da Ahıska Türklerine yönelik yapılan bir sempozyumda Ahıska Türklerine Turkuaz Kart verileceğini açıkladı. Lâkin kısa bir süre sonra anlaşıldı ki, Turkuaz Kart diye belirtilen şey aslında Uzun Dönem İkamet imiş. Bu ikamet sadece Ahıska Türklerine verilecekmiş. Bu ikamet türüne sahip olunmakla vatandaşlığa başvuru yapılabileceği, sağlık sigortası sahibi olunabileceği söylendi. Maalesef sonradan anlaşıldı ki, Uzun Dönem İkamet diye belirtilen ikamet türü sadece Ahıska Türklerine özel değilmiş, Türk soylu belgesini alan herkes bu ikamet türüne sahip olabiliyormuş. Hatta uzunca bir süredir Türk soylulara verilmekteymiş! Lâkin yine ne yazık ki bir süre sonra bu ikamet türünü alanların vatandaşlığa başvurmak için en az beş sene daha beklemek (insanî ikamete sahip olanlar) zorunda olduğu ve sağlık sigortası açısından da diğer ikamet türlerine göre hiçbir avantajı olmadığı anlaşıldı!
Ahıska Türklerinin geneline yakınının insani ikamet türü sahibi olduğunu bilinmektedir. Dolaysıyla bir beş sene daha beklenilecekti. Neyse bütün baş döndürücü, bir birini tutmayan ve sonu hüsranla biten açıklamalara rağmen Ahıska Türkleri, Uzun Dönem İkamet için randevular aldı, bir sürü belge için yine konsolosluklar, tercüme büroları ve noterlerin kapılarını çaldı ve istenen belgeleri temin etmek için hesapsız paralar harcadılar.
Yukarıda kısaca özetlediğim bu tablodan anlaşılıyor ki Ahıska Türklerine yönelik hiç de belirtildiği gibi uzun vadeli bir çalışma olmamış. Hatta özellikle DATÜB’ün dahi bu işlerden pek fazla bilgisi yokmuş.
Yazımızın başında verdiğimiz örneğe tekrar başvuracak olursak bir biriyle çelişen ve doğrusuyla yakından uzaktan alakası olmayan bu açıklamalardan anlaşılan o ki, ortada bilgisizlikten doğan yalanlar var. Bu yalanlar, hemşehrilerimizi ziyadesiyle yıpratmaktadır.
Çok şükür ki bütün bu muammalı, birbirini tutmayan açıklamalar ve lüzumsuz girişimlerden sonra Balkan ülkeleri vatandaşlarına istisnaî Türk vatandaşlığı verileceğine dair yapılan açıklamadan kısa bir süre sonra Ahıska Türklerine de istisnaî vatandaşlık verileceği belirtildi.
Bu istisnaî vatandaşlık, Ahıska Türkleri açısından nihaî ve asıl çözüm olmasa da yıllardır Türkiye’de vatandaşlığı olmadığı için büyük sıkıntılar çeken binlerce insanımıza umut vaat etmiştir. Bundan dolayı başta Türkiye Cumhuriyeti Devleti olmakla emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki yine ortada tam manası ile bir kargaşa, karmaşa ve bir birini tutmayan açıklamalar var.
İl Göç Dairelerinde vatandaşlığa başvuru için belirtilen listede yaklaşık 9-10 bin civarında Ahıska Türkünün ismi mevcuttur. Geride kalanların isimlerinin ise sonradan açıklanacağı belirtiliyor. Bu sonradan isimleri açıklanacak olanlar insanî ikamet türüne sahip olanlarmış ve öğrencilerle kısa dönem ikamete ve çalışma iznine sahip olanlar ise vatandaşlığa İl Göç Dairelerinde Ahıska Türklerine özel oluşturulacak komisyonlardan geçerek vatandaşlığa başvuracakmış.
Ancak belirttiğimiz gibi şu an ortada tam manasıyla bir karmaşa var. Bir ilde nüfus dairelerinin kabul ettiği evrakların, diğer ilde geçerliği yok. Bir ilde sistem başka çalışırken diğer ilde tamamen farklı çalışılmaktadır. İnsanlar göç, nüfus daireleri, konsolosluklar, noterlikler ve tercüme büroları önünde süründürülüyor.
Nüfus dairelerinin birbirinden farklı işlemler yaptıkları gibi Ahıska Türkleri adına açıklama yapan STK başkanları da birbirlerinden farklı açıklamalarda bulunuyorlar. Şu an Ahıska Türklerinin kafası allak bullaktır diyebiliriz. Kim neye, kime inanacağını bilmiyor. Yıllardır en tabii hakları olan vatandaşlığı bekleyen bu insanlara doğal haklarını vermek için bin dereden su getirttiriliyor. Yazıktır, günahtır! Bunlara bir an önce çözümler getirilmesi gerekiyor.
Burada bir eksiklik daha gözükmektedir: Maalesef ilgili kurumların göç etmiş vatandaşlara yönelik uyum ve entegrasyon çalışmasında büyük eksiklik olduğu anlaşılmaktadır. Ahıska Türklerinin dil, din, kültür ve örf bakımından Anadolu Türklerinden farkı yoktur. Dolaysıyla bu insanlara daha çok ülkenin kanunlarıyla ilgili bilgilendirme ve uyum için çalışmaların yapılması çok daha mantıklı ve makul olandır.
Kısacası, okumadığımız ve bilgi edinmediğimiz takdirde, söylediklerimizin doğrudan uzak ve bir yalandan ibaret olacağını belirtmek istiyoruz. Yazıma burada son verirken Platon’unun Devlet eserinden bir bölümünü sizlerle paylaşmak istiyorum.
– Bir devlette zenginlik ve zenginler baş tacı olunca, doğruluğun ve insanların şerefi azalır.
– İster istemez!
– Evet, ama insan şeref neredeyse oraya koşar; şeref kazandırmayan şeyi bırakır.
– Doğru.
– Böyle yükselmeye, şan, şerefe düşkün yurttaşlar, zamanla para düşkünü, cimri, açgözlü olurlar. Zengini över, beğenir, başa getirirler; fakiriyse hor görürler.
– Bu da doğru.
-İşte o zaman oligarşide başa geçeceklerin sınırlarını belirten bir kanun çıkartırlar ortaya: Bu sınır belli bir gelir üstünlüğüne dayanır, bu üstünlük ölçüsü de oligarşiden oligarşiye değişir. Belli bir gelire ulaşamamış yurttaşlar, devlet işlerine giremezler. İş buna dökülmez mi sonunda?
– Dökülür elbette.
– İşte oligarşi düzeni de bu!
– Evet, ama nasıl yaşanır bu devlette? Onda gördüğümüz kusurlar ne?
– İlk kusur, tuttuğu yolda, ilkesinde! Gemileri yürütecek kaptanları bu yoldan seçersek ne olur, düşün! En zengin olan kaptanlık edecek, yoksul bu işi daha iyi de bilse, dümene geçemeyecek!
– Kaptanı böyle seçilen gemi zor yürür.