Yaprağı Kımıldatabilecek Miyiz?

Yazımıza bir soruyla başlayalım. 

I+XI=X X=IX+I işlemlerinden ilki yanlış olarak değerlendirilirken aynı işleme bir de ters yönden baktığımızda doğru sonuca ulaşırız.[1]

O halde sonuçların doğruluğunu ya da yanlışlığını bizler neye belirleriz? 

İnsanoğlu bazı kavramlar ya da olaylar gördüğünde başka ihtimallerini düşünmeden direkt bir sonuca varma eğilimindedir. Oysaki doğru; insanın bakış açısına göre değişebilen bir kavram olup birden çok doğru söz konusu olabilir. Pekala; insanlara göre değişebilen birden çok doğru nelerdir?

Yuval Noah Harari “Sapiens” adlı kitabında insan ırkının hayvandan geldiği tezini savunmaktadır. O, canlının evrim aşamasının hangi döneminde olursa olsun, iç aleminde ‘inanç, güven, güç’ faktörlerinin bulunduğunu ve hayatının her alanında duygularla hareket ettiğini vurgulamaktadır.[2] Evrimci zihniyet, bu iddiasını günümüze kadar sürdüre gelse de inanç faktörüne bambaşka anlamlar yükleyen, adına ‘dini düşünce’ dediğimiz bir zihniyette günümüzde varlığını güçlü bir şekilde hissettirebilmektedir. Dini düşünce; insanın Tanrı’dan yaratıldığına inanılan, doğru yolda ilerleyebilmek için  rehber olarak peygamberler gönderilen ayrıca insanın hayat pusulası için Tanrı tarafından akıl, irade ve düşünebilme özelliği verilen bir olgudur. Yukarıda bahsedilen peygamberler teriminden kasıt; çok peygamber gelmesi birden fazla dinin geldiği anlamında olmayıp tek bir dinin, toplumlara farklı kişiler tarafından aktarılması olarak anlaşılması gerektiğidir. İşte buradan da anlaşılacağı üzere doğru olarak kabul edilen bir olgunun birden fazla ifade ediliş tarzı vardır. Farklılıkların zenginlik olduğu bu dünyada yorumlar günbegün doğruluğunu yitirmeden dönüşebilmektedir. Ancak tek bir dinin farklı yorumları olduğunu savunuyorsak niçin şu an ismini bile bilmediğimiz birden fazla din vardır? Hatta şu anda bile farklı dinler türemektedir? 

Bu konuda Şemsettin Günaltay’ın savunmuş olduğu bir tezi vardır. O; inanmanın, insana özgü bir meleke olduğunu ve insanlık tarihi açısından değerlendirildiğinde her toplumun ve bireyin mutlak bir inanca bağlı olduğunu dile getirmiştir.[3]İfade etmiş olduğu bu düşüncesi için tarihin incelenip araştırıldığı takdirde doğruluğuna ulaşılabileceğini savunmaktadır. Ona göre inanmak, dini düşüncede ‘din faktörünü’ doğurmuştur ve insanlar, inançları değişik açılardan yorumlayarak birden fazla din faktörünü ortaya çıkarmıştır ve türetmeye de devam edecektir. O halde; din kavramını analiz edecek olursak; Tanrı merkezli din ve insan merkezli din olmak üzere ikiye ayrıldığını görürüz. İnsan merkezli din adından da anlaşılacağı üzere insanın üretmiş olduğu bir din olup gerek kasıtlı bir kişi tarafından olsun gerek de tapınılan kişinin çok iyi birisi olmasından ötürü zamanla kutsallaştırılmasıyla ortaya çıkmıştır. Yaratıcısının Tanrı olduğunu savunduğumuz din ise;

_Müslümanlık                                                                                       

_Hıristiyanlık

_Yahudilik, olmak üzere üç semavi din olup bunlar tarih boyunca düşünceleriyle büyük bir kesim toplumu etkilemiştir. 

Aslında; hepsi, hak din İslam’ı savunmakta olup bunun anlatılması için peygamberler gönderilse de, zamanla toplumdaki bozulmalar dini etkileyince, son olarak Muhammed gelmiş ve İslam’ı doğru bir şekilde anlatarak yanlış olan tabuları yıkmış ve doğru olarak bilinen yanlışları hükümsüz bırakmıştır. O’nun vefatından sonra İslam, geniş bir coğrafyaya yayılmış ve varlığını günümüze kadar hissettirebilmiştir. Farklı kültürler ve milletler tarafından benimsenen bu algı, Türkler tarafından ise; Talas Savaşıyla birlikte resmiyet kazanmıştır. Gerek eskiden inandıkları dinle benzerlikleri olsun gerek de akla yatkınlığı açısından akın akın İslam’a giriş hızlanmış ve en ihtişamlı dönemini Osmanlı döneminde yaşamıştır. Savaş kazanımları ve kültürel zenginliği ile bilinen bu toplum yabancı tarihi kaynaklar da bile övünülerek bahsedilmesi, tüm dünyayı etkilediğinin bir göstergesidir. Bu imparatorluğun tarihi; bizler tarafından kuruluş, yükseliş, duraklama ve dağılma olarak adlandırılmakta olup geniş bir zaman diliminden söz edilmektedir. Mükemmel stratejilere sahip padişahların gelmesinin ardından o kişilerden ders almayıp kültürel zenginlikleri takip edememe durumunda Osmanlı Devleti 1922-1924 yılları arasında resmi olarak yıkılmıştır.

Yerine Türkiye Cumhuriyeti kurularak tarihi kültürümüz hem yaşatılmış hem de  ‘din’ belli kurumlar tarafından öğrenilip ve öğretilen bir sistem olagelmiştir. O halde; buradan da anlaşılacağı üzere ‘din’ kavramı tarih boyunca her zaman bir tartışma boyutunda olmuştur. Hak dinin belli formlarda insanlar tarafından dönüştürülmesiyle birçok türevi ortaya çıkmıştır. Ama bizler bilmeliyiz ki doğruluğun farklı ifade ediliş tarzları her zaman kabul edilebilse de doğruluğu zedeleyecek her unsur yanlış olarak bilinmelidir. Burada bizlerin aklına gerçek doğruya nasıl ulaşacağız sorusu gelebilir.

Kur’an-ı Kerim başta olmak üzere doğruluğundan emin olunan hadisler ve içtihad’lardır. Peki; bu kaynakları anlayabilmek için olmazsa olmaz yol göstericimiz, ‘aklımız’dır. Kişi Peygamber dönemi yaşantısını örnek almak isteyebilir ama bu şekilciliğe indirgenirse yanlış yola sapılmış demektir. Ya da bir sorunla karşılaşıldığında içtihadı reddedip taklite başvurursa aklını kullanmadığının bir göstergesidir. Şemsettin Günaltay, Mutezile gibi düşünerek akıl ile nakilin çatışması durumunda akli delilin tercihi ve nakli delilin ise tevilinin İslam’ın esasından olduğunu savunarak aklı ön plana çıkarmıştır.[4] Akıl ve düşünme insana verilen en yüce özelliktir. Kişiye eğer düşünme özgürlüğü verilmeyip neye inanması gerektiği söylenirse zamanla ‘fikir cinneti’ geçirmesi kaçınılmaz olabilmektedir. İşte bunun olmaması için kişi hür bırakılmalı ve düşüncesini özgürce dile getirmelidir. Aksi takdirde diğer türlüsü düşünceye tecavüz etmekten başka bir anlam ifade etmez.

Sonuç olarak; değerlendirmenin başında da ifade edildiği üzere, insanlar doğrular konusunda monarşi bir sistem benimseyip farklı görüşleri reddetme eğilimindedir. Oysa ki; bakış açısını değiştirip aklın ışığında eleştirebilen her insan farklılıkların zenginlik olduğunu bilir ve bir olgunun birden çok doğrusu olduğunu görebilir. Din denilen inanç faktörü de yıkıcı değil yapıcı bir zihniyet olarak herkes tarafından kabul edilir.

Sonsöz olarak Freud’dan alıntı yaparak bitirelim: “Entelektüeller genellikle sevilmemiş fakat çok ama çok ciddiye alınmışlardır.”[5] Tarihte entelektüeller geldi ve fikirleriyle tarih yazdılar umarım bizde fikirlerimizle yaprağı olsun kımıldatabiliriz.

KAYNAKÇA 

BROWN, D. (2017). Başlangıç. İstanbul: Altın Kitaplar Yayınevi.

FUREDİ, F. (2014). Nereye Gitti Bu Entelektüeller? Annkara: Atıf Yayınları.

GÜNALTAY, M. Ş. (1998). Bunalım Çağından İslamın Aydınlığına. Marifet Yayınları.

HARARİ, Y. N. (2015). Hayvanlardan Tanrılara Sapiens . İstanbul : Kolektif.

 

[1] (BROWN, Başlangıç, 2017)

[2] (HARARİ, 2015)

[3] (GÜNALTAY, 1998)

[4] (GÜNALTAY, 1998)

[5] (FUREDİ, 2014)

Yazar
Eda ERYİĞİT

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen