Dilaver Cebeci Ağabey “Saz” için şöyle demiş;
“Bir sazım olsa, kolunun tam ucuna beş renkli bir püskül asardım: Mavi, yeşil, kırmızı, siyah ve sarı… Niye bu renkleri seçtiğimi, püskülünün neden bir tuğu andırdığını sorarlardı elbet. Nasıl candan, yürekten, şevkle anlatırdım. Hatta o beş rengin sırrını bile söylerdim. Sonra bir eski türküye başlardım ki, dinleyenler önce birbirinin yüzüne bakıp, ağızları açık kalırdı. Sazımın telleri duyulmamış sesler çıkarır, ben de duyulmamış türküme devam ederdim.:
O yâr gitmiş yetişemem göçüne,
Ahdım olsun altın takam saçına.”
Dilaver Ağabey anlatırdım diyor ama anlatır mıydı, bilmem.
Aşık Veysel “Anlatmam derdimi dertsiz insana/ Dert çekmeyen dert kıymetin bilemez.” demiş. Ben de anlatmazdım. Sonra gitmiş derelere söylemiş; “Derdimi dökersem derin dereye/ Doldurur dereyi düz olur gider” diye.
Bir de sazına söylemiş tabi;
“Ben gidersem sazım sen kal dünyada
Gizli sırlarımı aşikar etme.”
Ya dereye anlatırsın, ya kendine, ya sazına, ya kağıda… Belki kendine bile anlatmadığın zamanlar olur.
Bağlama, bizi tel tel bağlar, körü kurar gönülden gönüle.
Yetik Ozan şöyle yazmış Bağlama şiirinin ilk kıtasında;
“Her sevgi bir düğüm atmış koluna,
Dokundukça inler yarası vardır,
Irak gönüllerin uçurumuna,
Ezgiden bir köprü kurası vardır.”
Ali Akbaş Ağabey de yazmış;
“Başlama dediğin üç tel bir tahta,
Ne şaha baş eğmiş, ta taca tahta,
Tüm dertleri özetlemiş bir âhta,
Bozkırda naradır bizim türküler.”
Yine söylemiş Yetik Ozan;
“Veysel ile yumup iki gözünü
Görür gerçeklerin gizli yüzünü,
Emrah ile gamda tartar özünü;
Ağır yükü, hafif darası vardır.”
Aşık Veysel yummuş gözünü, yatmış sazının üstüne söylemiş yakınlara uzaklara ama sazınla da konuşmuş;
“Sen petek misali, Veysel de arı,
İnleşir beraber yapardık balı,
Ben bir insanoğlu, sen bir dut dalı,
Ben babamı, sen ustanı unutma.”
Aşık Dertli de demiş “Dut ağacından teknesi” diye, sapı için de “Ardıçtandır bunun kolu” diye ifade etmiş. Ardıç ağacı uzun ömürlü ya, bir türkümüzde de kuyuların kovasının ardıçtan olduğunu söylemiş ; “Ardıçtandır kuyuların kovası.”
Mezarlıklarımızda da çok ardıç ağacı, kıyamete kadar baki kalacak bu din diye.
Eskiden “naylon” olanlar yokken sazın mızrabı da kiraz kabuğundan oluyordu.
Gövdesi duttan, belki tatlılığı oradan geliyordu. Kolu ardıçtan, kulakları daha sert bir ağaçtan. Sonra gözü var bağlamanın, göğsü var. İnsanlaştırmışız velhasıl. Bir de eşiği atladık mı tamam.
Dağlardır dünyanın tuğu,
Aşk her şeyin varı, yoğu,
Can bulur kiraz kabuğu,
Saz göğsüne yaslananda.
Bahçıvanın iyisi ağacı yaprağı omadığı zamanda tanırmış efendim.