İslam Tasavvufu, Allah’tan başka mevcut yoktur (La Mevcuda İllallah) akidesini temel prensip olarak kabul eder. Varlık tektir, birdir. Vucud-u mutlak olan Allahu Teala hazretlerinin varlığından ibarettir. Mutlak varlık, aynı zamanda “Hayr-ı mutlak” ve “Hüsn-ü mutlak”tır. Her şey zıddi ile kaimdir ve zıddı ile bilinir. Mutlak varlığın zıddı yokluk; mutlak hayrın zıddı şer; mutlak güzelliğin zıddı çirkinliktir. Bu zıtlar, Cenab-ı Hakkın yokluk suretinde ifadesidir ve varlığın zıddı olarak düşünülebilir.
Mutasavvıflara göre “Küntü Kenzen Mahfiyen” Hadis-i Kudsi’si tecellisinin sebebidir ve Mutasavvıflar her şeyin Allah’ın bir adının tecellisi, bir mazharı olduğunu anlamak için çeşitli benzetmelerle misaller vermiştir. Bunların en yaygını ayna örneğidir. Şöyle ki; Allah (CC) karşılıklı konmuş yokluk aynasında bakan bir varlık gibidir. Bu karşılıklı aynalar ortadaki varlığın binlerce görüntüsünü verir. Ortadaki varlık aynaların önünden çekilirse aynalar boş kalır. Cenab-ı Hak ile yaratılmışlar alemi arasındaki ilişki böyledir demişlerdir. Bu anlayış hepsinde ana tema olarak işlenmiştir. Görüyoruz ki, bu anlayışta bir tecelli bahis konusudur. Yani bu alem vacib değil (kendi kendine var olmuş değil) mümkün bir alemdir. Bu tecelli Cenab-ı Hakk’ın “Kün” emri ile meydana gelmiştir. Tecellinin öncesi kelamdır; yani Kün emridir.
Ezel ve Ebed kavramları “an-ı daimi” denen sürekli anın içindedir ve bitmiş değildir. “Kün” emri verilip, tecelli gerçekleşmeden önce her şey, bütün nesneler gerçekte yok, ama Cenab-ı Hakk’a nispetle vardı. Yani Allah-ü Teala hazretlerinin ezeli bilgisinde malum ve sabit idiler. İşte bunlar eşyanın gerçeği ve özüdür. Nitekim alemlere rahmet olarak gönderilen yüce Resul (SAV) ledün ilmine vakıf oldukları halde “Yarabbi bana eşyanın hakikatini göster” diye dua buyururlardı.
Tasavvuf dilinde bu gerçek ve öze, her şeyin aslının olduğu hale “ayan-ı sabite” denir ve tecelli buradaki sıfatlarla meydana gelir. Tecelli, kendilerine ezelde, Allah’ın (CC) bahşettiği sıfat ve istidatlarla meydana çıkar.
Bütün bu oluşumun, yani, “Kün” emri ile vücut bulan mümkünler aleminin oluş sebebi “aşk”tır. Aşk, Allah-ü Teala hazretlerinin Zat’ına ait bir hususiyettir. Aşk, Allah-ü Teala hazretlerinin sırrı, tecellinin sembolüdür ki, bir kutsi hadiste “ben insanın sırrıyım, insan benim sırrımdır” buyuran Cenab-ı Hak (CC) sırrına İnsan-ı Kamil’i varis kılmıştır. Nitekim Allah-ü Teala varlık alemini aşk sebebi ile meydana getirmiştir. İşte tasavvuf inancının en güçlü ve müsamahalı yanı da budur. Allah (CC)’a korku veya bir menfaat gelip de sevgiyle aşkla yaklaşmak (tasavvuf cereyanlarının özellikle edebiyatımızı etkileyen yanı da budur). Tasavvuf inancında hakiki ve mecazi olmak üzere iki tür aşk vardır. Biri geçici olana, yani insana duyulan, diğeri, ebedi ve hakiki olana, yani Allah’a duyulan gerçek aşk ve iştiyaktır. İnsan, Allah aşkını insanda duyduğu mecaz aşkında dener ve geliştirir. Zira ekmel-i mahlukat ve ahseni takvim olan insan, Cenab-ı Hakk’ın sıfatlarını kendinde toplayan seçilmiş varlıktır ve insan, ten ve ruh denen iki unsurdan meydana gelmiştir. Ten, yani ceset ölümlü olan unsurlardan (toprak, hava, su ve ateş) meydana gelmiş olan ve yok olacak olan geçici varlıktır. Ruh ise ölümsüzdür ve Cenab-ı Hakk’ın bütün sıfatlarına mazhardır. İnsan ten libasından tecerrüt etmedikçe gerçeğe vasıl olamaz, denmiştir.
Allah, insanı hür bir irade ile yaratmış, alemde ne varsa onun emrine münhasır kılmıştır. Bineanaleyh, insan dışında bağımsız, özünü ortaya koyan, çevresini, varlığının temel ilke ve niteliklerini işleyen başka bir varlık yoktur. Ve bütün alemi bir bütünlük içinde yansıtan, Hakk’tan gelip, yine Hakk’a dönecek olan ölümsüz bir özün, bitmeyen bir yaratıcı gücün taşıyıcısı olan insanda Cenab-ı Hakk’ın külli iradesinin bir parçası, yani iradeyi cüziye vardır. Bu cüzi irade ile Hakk’a dönecek olan insanın vuslat yolunda bazı mertebeleri aşması, geçmesi gerekir. Bu mertebelerde, “irfan”, denen gönül bilgisini elde etmek, onunla olgunlaşmak ve aydınlanmak gerekir. Tasavvuf erbabı bu durumu değişik cümlelerle ifade buyurmuşlardır. Özet olarak irfan, insan gönlünde Hakk nurunun belirmesidir denebilir. Kemale eren geçici olan her şeyden kendini sıyırıp baki (kalıcı) olana yönelmeyi başaran insan, Allah’a varan yolda adım adım ilerler ve bu ilerleyiş ekmele, yani yüce dosta, Allah (CC)’a gidiş demektir.