Anayasa, bir devletin temel yapısını, yönetim şeklini, yargı, yasama ve yürütme organlarının oluşumunu, yetkilerini, birbirleriyle ilişkilerini düzenleyen, devletin egemenlik yetkilerini yani devletin iktidarı karşısında bireylerin haklarını güvenceye alan “toplumsal sözleşme”dir. Temel amacı devletin yetkilerini hukukla belirleyip sınırlandırmaktır. Kabile devleti yahut feodalite düzeyinden modern devlete geçiş aşaması anayasa ile düzenlenir.
Anayasa hükümlerine işlerlik kazandıran, anayasal düzenin hukuka uygun işlemesini sağlayan en önemli organ anayasa mahkemesidir. Eksikliğinin ne kadar ciddi sorunlara yol açtığını CHP ve DP’nin iktidar dönemlerinde yakından gördük. Yassıada’da yaşanan hukuki facianın en önemli sebebi 24 Anayasasında Anayasa Mahkemesine yer verilmemiş olmasıdır.
Yürürlükteki Anayasanın 153. maddesi açıktır, buna herkes veya her makam ihtirazi bir kayıt eklemeksizin uymak zorundadır: “Anayasa Mahkemesi’nin kararları kesindir, Resmî Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme, yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar”. Maddede iki husus özellikle vurgulanır; 1) KESİNLİK 2) BAĞLAYICILIK.
AB ile bahar havası ortamının yaşandığı dönemde Anayasa’da Ak Parti’nin girişimiyle TBMM’de iki önemli değişiklik yapıldı; AİHM‘nin ülkemizle ilgili kararlarının öncelikli olacağı ve uygulanacağı belirtildi; bireylere hak ve özgürlüklerinin ihlali konusunda AYM’ye başvuru yapabilme hakkı tanındı (23 Eylül 2012).
Bir süre önce AYM Başkanı Prof. Zühtü Aslan bu bağlamda mahkemeye başvuru sayısının on bini geçtiğini açıkladıktan sonra şöyle diyordu: “AYM’nin bireysel başvurular sonucu verdiği ihlal kararlarının yerine getirilmemesi ‘hukukun üstünlüğü’ ilkesinin ve bu ilkenin temel alındığı anayasal düzenin ağır bir biçimde ihlali anlamına gelmektedir.” Ancak AYM kararını “yetki gasbı” diyerek tanımayan yargıcın ödüllendirilir gibi Adalet Bakan Yrd. yapılması, bir başkasının Yargıtay üyeliğine atanması tarzında uygulamaların olması, bunların engellenmemesi siyasi iktidarın hak ihlalleriyle ilgili AYM kararlarına tepkili olduğunu gösteriyordu. Yargıda önemli hukuki metinlerin ve yasaların yazılımı ne kadar güzel olursa olsun bunlar uygulanmıyorsa bir anlam ifade etmezler. Yargıtay 3. Ceza Dairesinin “oy birliğiyle” aldığı karar ve yaptığı suç duyurusu bunun çarpıcı bir örneğidir.
Yargıda ortaya çıkan bu vahim kriz, aslında Anayasa’nın 14.maddesinin farklı yorumlanmasından kaynaklanıyor. AYM bir süre önce HEDEP milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun vekilliğinin düşürülmesini iptal ederken 14. maddenin muğlak kaldığını, hangi suçların bu madde kapsamına gireceğinin TBMM tarafından açıklığa kavuşturulması gerektiğini de belirtmişti; fakat Meclis bu talebi gündemine almadı. Bizim Anayasamızın en önemli özelliği kazustik olması yani maddelerin “çerçeveleyici “ tarzda değil ayrıntılı olarak yazılmasıdır. AYM, 14. Maddenin anayasamızın bu özelliğine uygun yazılmasını, yoruma yer bırakılmamasını isterken, haklı olduğu 3. Daire’nin bu kararında açıkça görüldü. Oybirliğiyle alınan bu kararda AYM yetki gasbı yapmakla, vesayet düzeni kurmak istemekle çok ağır şekilde suçlanıyor, söz konusu kararın hem içerik hem de biçim yönünden yok hükmünde olduğu, verilen yetkilerin sınırlarını yasal olmayacak şekilde aşarak hak ihlalinin kabulü lehinde oy kullanan üyeler hakkında gereğinin yapılması talebiyle Yargıtay Başsavcılığına suç duyurusu yapılmaktadır.
Başsavcılık isteğe uyduğu takdirde sorunun krize dönüşmesi kaçınılmaz olur. Çünkü AYM’nin kuruluş yasasında suç iddiasının Mahkeme Genel Kurulu yani 15 üyeden oluşan heyet tarafından incelenip karara bağlanacağı belirtilmiştir. 9 üye kararı onaylarken 4 üye muhalif kalmış, bir üye toplantıya gelmemiştir. AYM en az on üyenin katılımıyla toplanabilir; suçlanan 9 üye toplantıya katılamayacağından yeterli sayı oluşamayacak, konu görüşülüp karar alınamayacak ama 3. Daire’nin kararıyla ağır şekilde suçlanan AYM “itibarsız” bir yargı organı durumuna düşürülmüş olacaktır. İstenen bu mu ve bu istek sadece bu dairenin mi, başka paylaşan merci de var mı? Bu derece radikal bir kararın birileriyle görüşülüp istişare edilmeden verilmesi mümkün mü? Bu ve benzer soruların cevabı, önümüzdeki günlerde karar üzerine yapılacak tartışmalar sırasında kısmen de olsa alınabilir.
AYM‘nin yetkisi değil ama kararları elbette tartışılabilir; tartışılmalıdır da. Çünkü bazı kararlarda üyelerin birçoğunun siyasi eğilimleri etkili olabiliyor, evrensel hukuk kurallarından uzaklaşılabiliyor. Buraya tayinlerini yapan siyasi iradenin etkisinden kurtulamıyorlar. Başkan Zühtü Aslan iyi bir anayasa hukukçusudur, fakat Nisan ayında emekli olup ayrılacak. 12 yıllık sürelerini tamamlayan veya yaş haddinden emekli olacaklarla birlikte yakında mahkemede siyasi iktidarın ağırlığı daha da artacak. Dolayısıyla bu ortamda kurumlarıyla, kurallarıyla anayasada belirtilen esaslar üzerinde, hukuka bağlı anayasal bir düzenin kurulması çok zor görünüyor; tarafsız ve bağımsız nitelikli yargıçların oluşturduğu bir yargı olmayınca bu karmaşa maalesef önlenemez.
…………
Son derece zor şartlarda Anadolu’daki millici güçleri toparlayarak, dağılmış olan orduyu yeniden oluşturarak, sivil ve asker bütün insan unsurumuzu bağımsızlık ve milli egemenlik esasları üzerinde seferber hale getirerek Gazi Meclis’imizin reisi, ordularımızın başkomutanı sıfatıyla yönettiği Milli Mücadele‘yi zafere ulaştıran,
Göktürk Devletinden yüzyıllarca sonra “Türk” adıyla bağımsız ve özgür Türkiye Cumhuriyet Devleti’ni kuran,
Topraklarından silah zoruyla çıkarılıp sürülen Filistin halkının yaşamakta olduğu asimilasyon felaketinin benzerini 104 yıl önce Anadolu’da Türk halkına uygulamakta kararlı emperyalist güçleri ve taşeronlarını ezerek tarihimizin en ağır felaketini yaşamamızı engelleyen
GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ü ebedi âleme intikalinin 85.nci yılında bir kere daha rahmetle, hürmetle, şükranla anıyoruz; ruhu şad olsun.