Esat ARSLAN
Gazeteci milletinin, daha doğrusu gazeteci makulesinin en çok korktuğu şeylerden biridir. “Haber atlamak.”Yani “bir haberi vaktinde yayımlayamamak”. Başka gazetecilerin ya da bir gazetecinin yaptığı, duyurduğu haberi kaçırmak. Zor zenaattir, bu gazetecilik. Neden? Bayağı bir bedele mal olur da ondan. Haber atlayanlar, sorumlular işsiz kalma riskiyle karşı karşıya olduklarının bilincindedirler.
Gelelim “makule” sözcüğüne, malum “makule” sözcüğü hiç de öyle kötü bir ifade değildir, “bilimsel tasnif edilmişliği” ifade eder. Gelin görün ki, bu terim, 50’li yıllarda gazetecilerden pek hoşlanmayan İstanbul kent soylularının, benim deyimimle “Boğaziçi Kardinaller Meclisi”nin kullandığı bir tabir olarak belleklerde yer etmiştir. Öte yandan, yaşam savaşında, gazetecilikten başka hiçbir işin ucundan tutamamış “gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar”gibi bir oradan bir oraya savrulmuşluğu da ifade eder, bu deyimleşmiş veciz ifade.
Bu arada söyleyelim, gazete emekçileri, bu sözcüğün dışındadır, onlar bir yazgı gibi asgari ücret karşılığında, itilmiş, kakılmışlığı oynamak zorundadırlar. Ama mevkiini, duruşunu esen yele göre değiştirenler ise her devrin adamı olma kazanımlarını da kimseyle paylaşmadan, günümüz için söylüyorum, tünedikleri “Medya Tower”larda gerçek hayattan soyut bir şekilde yaşarlar. Bu yönüyle bakıldığında da değerli gazeteci Haluk Şahin’in dediği gibi “gazeteciler de bir cemaattir”. Bütün bunları söyledikten sonra, gelelim, gazeteci milletinin mutluluğuna. Gazeteci makulesinin en çok sevdiği, en çok mutlu olduğu şey de böbürlene, böbürlene “zaten ben söylemiştim, geçen haftaki makalemde özellikle bunu yazmıştım, işte bak ayniyle vaki oldu.” demektir. Hiç de böyle bakmamak lazım, özgün gazeteciliğin genelde gazeteciliğin temelinde yeni olmak, “özgün” olmak vardır; en azından öyle olması gerekir, diye düşünüyorum. Gazetecilik zaten yeni bir şeyi, dikkat ve ilgi çeken bir şeyi ballandıra, ballandıra anlatmak, demek değil midir?Özgün gazetecilik beceri ister; emek, zaman ve uygulama ile bu beceri kazanılabilir. Başlangıç noktası ise merak duygusudur. Bunun yanında hemen söyleyeyim, gazetecilik, yazarlık gönülsüzce yapılacak bir iş değildir, sadece birkaç gün değil, sürekli olarak emek istediğini de bir yerlere not edelim.
Niçin böyle bir girizgâh yapma gereği duydum. Biz de, geçen haftaki makalemizde bu nokta-i nazardan yola çıkarak ne demiştik? 25 Eylül’de Adana çevik kuvvet polislerini taşıyan servis aracının geçişi sırasında meydana gelen patlamanın “teknik analizi”ni yapmış ve demiştik ki “İstihbarat Servis Savaşları” nın kızıştığı, her birinin bu örgütlere sahip çıktığı coğrafyalarda, terör örgütleri arasında tesanüt ve dayanışma insan tahayyülünün bile üstündedir. Adana’daki patlama işte tam da bu işbirliğinin bir göstergesidir.”
Ondan sonra da kulağımızın üzerine yatıp beklemedik, olayı yakinen takip ettik. Bir polis memuru ve dört sivilin yaralanmasıyla sonuçlanan Adana’daki bu hain saldırıyı 2016’da PKK ile birleşen, PKK’nın güdümüne giren MLKP’nin yaptığı ortaya çıkması, savımızı güçlendirmiştir. Ama bu arada olayın perde arkasını, bölgedeki vekâlet savaşlarını yöneten ABD’yi de unutmamak lazım. Unutmayalım, bu arada şunu da ilave edelim, özellikle İngiltere’de terör örgütlerinin isimlerini veremediğiniz gibi, örneğin çocuğunuza “Adolf Hitler”i çağrıştırdığı için “Adolf” ismini bile koyamazsınız, onun adını verirseniz “terör örgütü üyeliği”nden suçlu bulunup içeri bile girebilirsiniz.
Yalnız ben, örgüt ismi medyaya yansıdığı ve olayın müsebbipleri etkisizleştirildiği için söylüyorum. Kökü dışarıda ajan-provokatör, toplumu kışkırtıcı faaliyetler için kurdurulmuş olan, halk ve toplum düşmanı bu örgütün uzun adı “Marksist Leninist Komünist Parti”’dir. Belleklerde yer ettiği için açıklama gereği duyuyorum, TKP-ML-TİKKO kökenli “TKP-ML Hareketi” ile “THKPC-ML” kökenli “TK İşçi Hareketi”nin birleşmesinden doğmuş bir örgüttür. Hemen akabinde partileşmeye, şimdiki oluşuma gitmişlerdir. Kuruluşla ilgili bilgiler bunlar. Öncelikle söyleyelim bu örgüt bizim için bir sürpriz olmamıştır. Adana patlamasının ardından, bir hafta bile dolmadan güvenlik güçlerimiz tarafından Eskişehir’de saklandıkları hücre evinde, etkisiz hale getirilmesi her türlü takdirin üzerindedir. Bu balyoz gibi eylem, Türkiye’nin teröre karşı mücadelede etkin bir kararlılık gösterisi içersinde olduğunu dosta düşmana göstermiştir.
Şimdi soruyu bir de şöyle soralım, neden bu örgüt zamanlama olarak günümüzü seçmiştir. Hiç duraksamadan açıklayalım, çünkü PeKaKa Genel Merkezi, Suriye PeKaKa’sı marifetiyle işbirliği içinde olmalarını taahhüt altına aldığı bu örgütleri doğrudan alana sürmüştür. Hayda bu da nereden çıktı? Demeyelim. Anımsayalım. 2016 yılında Aralarında PeKaKa, Devrimci Karargâh ve MLKP’nin de bulunduğu 10 örgüt “Halkların Birleşik Devrim Hareketi” adı altında birleşmişlerdi, onun için söylüyorum.
Ama gelin görün ki, hâlâ bazı kökü dışarıda gazeteci makulesi; “Suriye PeKaKa’sını birincil tehdit listesine yazan Türkiye Cumhuriyetinin ortak akıl kimyası nedenleri” üzerinde kafa yormaktadırlar. PeKaKa ve Suriye PeKaKa’sı sanki “sütten çıkmış ak kaşık gibi”onları özgürlük savaşçısı olarak tanımlayıp, Suriye’nin kuzeyindeki Suriye PeKaKa’sı özerk yapılanmasını çökertme konusunda kararlı olan Türkiye Cumhuriyetine, Türk Silahlı Kuvvetlerine hain saldırılarına, amansız salvolarını atmaya devam etmektedirler. Bununla da kalmayıp, hemen her zeminde Türkiye’yi, DAİŞ’in, Suriye PeKaKa’sına yaptığı saldırılarına bel bağlayan bir ülke gibi gösterme gayretleri içinde bulunduğu yalanlarını da gerçekmiş gibi gösterme aculluğuna ve telaşına düşmüşlerdir. Ayrıca, ABD’nin gayri kanuni bir biçimde Suriye’ye girmesini tenkit edecekleri yerde, ABD’nin Suriye girişinde birinci derecede sorumlu ülke vaveylasını da koparmaktadırlar. ABD’nin onlarca yıldır tepesine çökmeye çalıştığı Suriye’ye, tıpkı Irak’a girdiği gibi yalan-dolan-talan ile girdiğini göz ardı etmektedirler. Öte yandan TC vatandaşı olan bu acuzeler, Türkiye’ye parmak da sallayarak, “Fırat’ın doğusunda güvenli bölge anlaşması çerçevesinde oluşturulan Müşterek Harekât Merkezi ile Suriye’deki Amerikan askeri varlığını Türkiye üzerinden kalıcı hale getiren yeni yolun müsebbibi de Türkiye’dir.” suçlamasının da çığırtkanlığını yapmaktadırlar.
Bütün bu saldırılar, her şeyi yok eden “exterminatör” gibi Suriye’de Irak’ta, Yemen’de, bölge insanında, toplumunda ve kalmayan siyasetinde norm bırakmamak içindir. Her bir şeyi silip süpürerek, toplumsal hafızayı da ortadan kaldırmak içindir. Sevgili okurlar inanın bana bölgede “bellek silme soykırımı” yaşanmaktadır. Söylediğim şu; savaş bitse bile normal bir toplum ve işleyen bir devlet olmanın asgari koşulları soykırıma tabi tutulmaktadır. Üzülerek ifade etmek gerekirse, ceremesi, faturası yine bize çıkacağı için bütün bunları söylemek zorunda olduğumu hissediyorum. N’apalım, benden söylemesi.