Biz bu yazımızda zihin jimnastiği yapacağız. Senaryo veya roman olarak bilim-kurgu nasıl yazılır konusunda pek fazla ahkâm kesmeyeceğiz. Birtakım hayaller kurmaya çalışacağız ve böylelikle de bilhassa genç yazar arkadaşlarımızın (ve tabii yazar adaylarının) ufuklarını açmaya katkıda bulunmaya yelteneceğiz. Senaryolar ve romanlar kurgu sanatıdır. Hayal kurmak da, kurmak fiilinden ötürü, kurgudur. Çok işlenmiş bir konuyla başlayalım. Fakat çok işlenmiş bu konuyu başka bir yöne çekeceğiz. Dünyamızın sonu yaklaşmaktadır. İnsanoğlu kendi varlığını sürdürebilmek için yaşayabileceği, atmosferi bize uygun bir gezegen aramaktadır. Veyahut da bazı yönlerden uygun görünen atmosfersiz bir gezegende bilim adamları atmosfer oluşturmaya uğraşmaktadır. Böylesi bir kurguya soyunacak olduğumuzda hazırcılığa kaçmamalıyız. Hazırcılıktan kastımız nedir? İnsanlık çok yorucu arayışlar sonucunda atmosferi bizim dünyamızın atmosferine tıpatıp benzeyen bir gezegen keşfetmiş olsun. İşte bu keşif kurgu bakımından hazırcılıktır. Keşfettiğimiz atmosferli gezegenin atmosferinde bizim türümüze zarar verecek unsurlar bulunabilir. Atmosfersiz bir gezegende kendimize uygun atmosfer oluşturmak bilim-kurgu için kolay bir seçenektir. Zor seçenekse, keşfettiğimiz atmosferli gezegenin atmosferine kendi türümüze uygun ayar çekebilmektir. Haliyle sorun atmosferden ibaret kalmıyor. Bir gezegende sil baştan atmosfer de oluştursak, mevcut atmosfere ayar da çeksek, atmosfer içindeki gezegende karşımıza başka başka sorunlar çıkacağını da unutmaksızın kurgu yapmalıyız. Gezegenin atmosferinde, gezegenin yüzeyinde ve gezegen yüzeyinin altında bizi bekleyen muhtelif sorunları bir kurgucu kimliğiyle hayal edebilmeliyiz. Bir diğer sorun da yeni gezegene nasıl taşınacağımızdır.
Şimdi aynı konuyu başka bir boyuta çekiyorum. Taşınmak istediğimiz gezegen nerededir? Dünyamıza ne kadar uzaktadır? Hangi galaksidedir? İşbu gezegene ve uzak galaksiye taşınmanın en kolay yolu nedir? Taşınma işlemi için önümüzde birden fazla seçenek mi vardır yoksa tek bir taşınma yöntemine mi bağımlıyız? İşte bütün bu önemli ayrıntılar (aslında hayatî ayrıntılar) kurgumuza inandırıcılık katacaktır. Ve şimdi de daha başka boyuta geçelim. Diyelim ki sadece dünyamızın değil, sadece galaksimizin değil, evrenin sonu yaklaşmaktadır. Evrenimiz için kıyamet saati yakındır ve bazı bilim adamlarıyla bazı teologlar şu soruyu ortaya atmışlardır: “Evrenin kıyamet saatinin yaklaşmakta olması biz insanlığın kıyamet saatinin de yaklaşmakta olduğu anlamına geliyor mu?” Aynı soruyu şöyle de sorabiliriz: “Evrenin kıyametiyle insanlığın kıyameti eş-zamanlı olmak zorunda mıdır?” Diyelim ki bütün o kozmik olumsuzluklara rağmen insanlık bir şekilde hayatta kalmıştır, hayatta kalma savaşını da sürdürmektedir. Bu olmayacak şeymiş gibi görünse de sonuçta hayal kuruyoruz, yani bilim-kurgu üretiyoruz. Evrenimizin sonu kaçınılmazdır. Bizim dünyamızın sonu çoktan gelmiştir, insanlık başka bir gezegene taşınmıştır, o başka gezegenin de sonu gelmiştir, insanlık bu sefer de bir başka gezegene taşınmıştır. Fakat artık öyle bir bilim-kurgu zamanı gelip çatmıştır ki, evrenin neresine kaçarsak kaçalım kurtuluş imkânımız kalmamıştır. Bazı bilim adamlarıyla bazı teologlar şu soruyu ortaya atarlar: “Gezegenden gezegene, galaksiden galaksiye taşınabildiysek, çökmekte olan evrenimizden bir başka evrene taşınamaz mıyız?” İşte bu sıra dışı bir bilim-kurgu konusudur. Buradaki sorular ve sorunlarsa kabaca şöyledir: Bizim evrenimizden başka evren veya evrenler var mı? Bizim evrenimiz dışında birden fazla evren varsa hangisine gitmemiz daha fazla mümkündür ya da hangi evren bizim türümüz için daha uygun şartlara sahiptir? Ve bir başka evrene nasıl taşınacağız? Taşınmak mümkün müdür?
Bir diğer önemli ayrıntıya da değinelim: Kendi evrenimiz içinde bir başka gezegene, bir başka galaksiye taşınıp yerleştiğimizde insan türü birtakım biyolojik ve psikolojik değişikliklere uğrayacak mıdır? Muhakkak ki insan türü kültürel değişimlere de maruz kalacaktır. Yalnızca yerleştiğimiz gezegende değişmeyeceğiz. Taşınma işleminde başımıza gelecek şeyler de bizi değiştirecektir. Taşınma sırasında, yerleşme esnasında, yerleşmenin tamamlanmasından sonraki süreçte başımıza kim bilir neler gelebilecektir? Bunu en basitiyle gündelik hayatımızdan ilhamla tahayyül edebiliriz. Bir mahalleden bir mahalleye, bir şehirden bir şehre, bir ülkeden bir başka ülkeye taşındığımızda bile hem yaşantımız hem psikolojimiz olumlu olumsuz birtakım etkilere maruz kalıyor. Siz bu etkilenmeleri bir de gezegen, galaksi ve evren değiştirme boyutuna yayınız, işin içinden çıkmak biraz güç olacaktır. Ama işte bilim-kurgunun hazzı da buradadır. Değişmeyen tek şey değişimdir sözünü hepimiz biliyoruz. Bizleri hem mekânlar hem zamanlar ve çağlar değiştiriyor. Güncele bakarsak, en batı uçtaki Kanadalının zaman algısı farklıdır, en doğu uçtaki Japon’un zaman algısı farklıdır, dünyanın tam ortasındaki Türkiye ve Azerbaycan Türklerinin zaman algıları farklıdır. Kaldı ki bir ada ülkesi olan İngiltere’nin mekânıyla yine bir ada ülkesi olan Japonya’nın mekânı da birbirinin aynı değildir. İşte bu nedenlerden ötürü gezegen, galaksi veya evren değiştirdiğimizde bizleri kuşatacak olan farklılıkları ve değişimleri mümkün mertebe gerçekçi bir yaklaşımla hayal edebilmeliyiz. Kripton gezegeninden bir süper kahramanı dünyamıza getirmek o kadar da zor değildir. Süpermen tarzı filmlerde bir başka gezegenden gelmiş karakterin biyolojik değişimlerine ve psikolojik çatışmalarına pek değinilmiyor. Bu nedenle de senaryolar yüzeysel kalıyor. Bu bakımdan Ursula Le Guin’in kurguları ilgi çekicidir. Stanislaw Lem tarafından kaleme alınmış “Aden” adlı romanla Barış Müstecaplıoğlu’nun yazdığı “Osmanlı Cadısı” adlı roman da yine dikkate değer bilim-kurgu çalışmaları arasındadır.
Şimdi de biraz zaman konusunu eşeleyelim.
Heidegger şöyle diyor: “Saat bize şimdiyi gösterir; fakat hiçbir saat geleceği ve geçmiş zamanı göstermez.” Senaryosunda veya romanında zaman kavramını işlemek isteyen bir kurgucu zaman felsefesine bulaşmak zorundadır. Çünkü parçalanmış zaman, yekpare zaman, içsel zaman ve dışsal zaman gibi birtakım zaman görüngüleri, zaman algıları ve zamansal olgular vardır. İzafiyet teorisi de zaten bizim kurgularımıza müdahil olacaktır. Her gezegenin ve her galaksinin şimdisi farklıdır. Gökte temaşa ettiğimiz bir yıldız, bilirsiniz ki, şimdideki yıldız değildir çünkü o yıldızın ışığının bizim gözümüze ulaştığı süre çok uzundur. Biz o yıldızı kendi şimdimizde temaşa ediyoruz ama bizim şimdimiz o yıldızın geçmişinde kalmıştır. Bu nedenle, izafiyet teorisine göre, şimdiler eş-zamanlı değildirler. An dediğimiz şimdi nedir bir bakalım: “An kavramı önemlidir çünkü geçmiş ve geleceği ben sadece bu kavramla tanıyabilirim. An, sınırdır ve bu sınır olmadan zamandaki geçiş fark edilemez. Fakat ‘an’ tam olarak ontolojik bir gerçekliğe de sahip değildir. Çünkü onu fark ettiğimiz anda zaten geçmiş zaman haline gelmektedir. Bu yüzden an için ‘farkındalık sınırı’ diyebiliriz.”[1]
Yeni sorular: Geçmişi ve geleceği gösteren saat mümkün müdür? Mümkün olsa bile böylesi bir saat teoride ve pratikte ne işimize yarayacak? İşimize yarasa bile böylesi bir saat karmaşaya yol açar mı açmaz mı? Bütün bunlar bilime uygun da düşse, ters de düşse, bilim-kurgu için cazip sorulardır. Lâkin diyor Milay Köktürk: “…bunların hepsi, özellikle zamanın ölçülmesi sorunu güneşin gökyüzündeki hareketiyle bağlantılıdır. Bu hareketlerin belli dönüm noktalarını birim kabul edip farklı düzeylerde oluşturulan ve aralarında sabit ilişkiler de kurulan ölçme sistemi, tarihlendirme için adlandırıcı dayanak işlevi görür.”[2] Bizim dünyamız için konuşursak, zamanı güneşe göre ölçüp tayin ediyoruz. Bir başka gezegene taşındıysak o gezegenin güneşinin durumuna göre zamanı ölçüp biçeceğiz. Kaldı ki o gezegenin bir güneşi mi vardır yoksa iki veya üç güneşi mi vardır, kurgularımızda bunu da hesaba katmamız gerekiyor. Ve dahası, bizim dünyamızdaki zaman algımızın psikolojisiyle bir başka dünyadaki zaman algımızın psikolojisi arasında benzerlikler ve farklılıklar zuhur edecektir. Gezegenlere, galaksilere ve paralel evrenlere göre psikolojimiz farklılaşacaktır. Görüldüğü üzere bilim-kurguya soyunmak basit bir sanat faaliyeti değildir. Her şeyden önce şunu unutmayınız ki, bizim soyunduğumuz şey bilim değil sanattır. Gelgelelim bilim ve sanat daima iç içedir.
Bilim-kurgu hayallerine zaman kavramı üzerinden devam edeceğiz.
Metin Savaş
[1] Feyza Ceyhan Çoştu, Öznel ve Nesnel Zaman, sayfa 89, Elis Yayınları, Ankara 2018
[2] Milay Köktürk, Zaman Üzerine Felsefi Soruşturma, sayfa 141, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2017