“Antlaşmaya taraf nükleer silaha sahip olmayan her devlet, nükleer silahları veya diğer nükleer patlayıcı araçları yahut bu silahların veya patlayıcı araçların kontrolünü, kimden olursa olsun, doğrudan doğruya veya dolaylı şekilde devralmamayı; nükleer silahları veya diğer patlayıcı nükleer araçları yapmamayı veya başka şekilde elde etmemeyi ve bu silahların veya patlayıcı araçların yapımı için herhangi bir yardım aramamayı veya almamayı üstlenir.”
*****
Sedat ERGİN
CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’nin nükleer başlıklı füze sahibi olması arzusunu dile getirmesi ülkemizin yerleşmiş nükleer politikası bakımından çok önemli bir ‘ilk’tir.
Çünkü ilk kez Türkiye’den resmi düzeyde bu yönde bir niyet beyan edilmiş olmaktadır.
Meselenin önemini gösterebilmek için Cumhurbaşkanı’nın önceki gün Sivas’ta ‘Orta Anadolu Ekonomi Forumu’na seslenirken bu konuda sarf ettiği sözleri aynen aktaralım:
“Şimdi her şey iyi güzel de birilerinin elinde nükleer başlıklı füze var, bir tane iki tane değil… Ama benim elimde nükleer başlıklı füze olmasın! Ben bunu kabul etmiyorum. Şu anda dünyada gelişmiş ülkeler içinde neredeyse nükleer başlıklı füzesi olmayan ülke yok, hepsinde var. Hatta isim vermeyeceğim, bir tanesi şu anda cumhurbaşkanı değil, ziyarete gittiğimde bana, ‘Bize böyle böyle diyorlar benim elimde şu anda 7 bin 500 kadar nükleer başlıklı var ama Rusya’nın, Amerika’nın elinde 12 bin 500, 15 bin nükleer başlıklı füze var, ben de yapacağım’ dedi. Hale bakın, onlar nerede, neyin yarışını yapıyor, bize de ‘Sakın ha sen yapma’ diyorlar. Ve yanı başımızda İsrail… Var mı? Var… Ve bütün her şeyiyle, onunla korkutuyor. Değerli kardeşlerim, biz şu anda çalışmamızı yürütüyoruz…”
***
Neresinden bakılırsa bakılsın, Türkiye’nin en üst makamından bu yönde yapılan bir çıkışın hem bölgesel, hem de daha geniş ölçekte uluslararası alanda bir dalgalanma yaratmaması düşünülemez. Türkiye’nin kendi nükleer silah yeteneğine sahip olmasının, bütün bölgesel güç dengesi açısından ‘oyun değiştiren’ ölçekte sonuçlar doğurması kaçınılmazdır. Bu açıklamanın ardından birçok merkezde ‘kaşların kalkmış’ olduğunu tahmin etmek güç değildir.
Bu sözlerin fiiliyata geçmesi halinde, çok majör bir politika değişikliği ortaya çıkacaktır. Bunun başlıca nedeni, Türkiye’nin 1968 tarihli Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’na (NPT) 1979 yılından beri taraf olmasıdır.
Nükleer silahların yayılmasını önleme alanında kaydedilen en önemli uluslararası kazanım olan bu antlaşma, özetle A) Nükleer silah sahibi ülkeleri bu silahları devretmeme, başka ülkelere bu alanda yardımcı olmama, B) Nükleer silah sahibi olmayan ülkeleri ise bu tür arayışlardan uzak durma yükümlülüğü altına sokuyor.
Türkiye, bu antlaşmayla bir dizi yükümlülüğün altına girmiştir. Ancak en önemlisi herhalde belgenin ilişikteki ikinci maddesidir:
“Antlaşmaya taraf nükleer silaha sahip olmayan her devlet, nükleer silahları veya diğer nükleer patlayıcı araçları yahut bu silahların veya patlayıcı araçların kontrolünü, kimden olursa olsun, doğrudan doğruya veya dolaylı şekilde devralmamayı; nükleer silahları veya diğer patlayıcı nükleer araçları yapmamayı veya başka şekilde elde etmemeyi ve bu silahların veya patlayıcı araçların yapımı için herhangi bir yardım aramamayı veya almamayı üstlenir.”
***
Türkiye’nin üstlenmiş olduğu yükümlülükler yeteri kadar açık. Türkiye, nükleer silah sahibi olma yoluna girecekse, öncelikle NPT’den ayrılması gerekecektir.
NPT’ye bugün BM’ye üye toplam 188 ülke taraf durumda. Antlaşmaya taraf olmayan yalnızca 5 ülke var: İsrail, Hindistan, Pakistan, Güney Sudan ve Kuzey Kore… 2011’de bağımsızlığını kazanan Güney Sudan hariç tutulursa diğer 4 ülke nükleer silaha sahip.
İran’la ilgili yıllardır kopan bütün fırtınaların gerisinde de bu ülkenin NPT çerçevesindeki yükümlülüklerini ihlal ettiği yolundaki iddialar, şüpheler rol oynamaktaydı. Trump yönetiminin İran’ı disiplin altına sokan 2015 tarihli nükleer anlaşmadan çekilmesi bu alanda yeniden bir belirsizlik yaratmış bulunuyor.
***
Türkiye, hâlihazırda kendi nükleer silahına sahip olmamakla birlikte, NATO’nun ortak savunması içinde İncirlik Üssü’ndeki Amerikan nükleer başlıklarının sağladığı güvenceden yararlanıyor.
Türkiye’nin ulusal imkânlarıyla nükleer silah yeteneği kazanmasının bir ihtiyaç olup olmadığı konusunun geçmişte ‘beyin fırtınası’ düzeyinde Türkiye’de devlet birimleri içinde birçok kez tartışıldığı bir sır değildir. Bu tartışmalarda her seferinde NATO bünyesindeki ABD nükleer şemsiyesinin yeterli olduğu, NPT’den çıkılmaması gerektiği görüşü ağır basmıştır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “nükleer başlıklı füze”den söz ettiğine göre, Türkiye’nin ayrıca orta ve uzun menzilli füze yapabilme yeteneğini de kazanması gerekecektir. Türkiye, geçmişte nükleer yetenekli olmasa da konvansiyonel düzeyde bu menzilde füze yeteneğini kazanma hedefini gizlememiştir.
Ancak tercih bu füzelere konvansiyonel değil de nükleer başlık koymaya gelince, işin niteliği ciddi bir biçimde değişmektedir. Her halükârda, bu beyanın ardından Türkiye’nin NPT karşısındaki tutumuna açıklık getirmesi gereği ortaya çıkabilecektir.
———————————–
Kaynak: