İkbal VURUCU
“Demokratik açılım”, “Çözüm Süreci” veya daha doğru bir ifadeyle “Kürt Açılımı” amacı, yöntemi, sorun tespiti ve yaklaşım biçimiyle Türkiye için hayati önemde bir politikadır. Türkiye varoluşsal kimliği açısından radikal bir değişim ve dönüşüm sürecinden geçmektedir. Tarihsel Türk kimliğinin siyasi, kültürel ve toplumsal niteliği ciddi bir tehdit içindedir. Türk kimliği sıradan bir kimlik değil, Türkiye Cumhuriyetinin kurucu kimliğidir. Bu tehdidin içeriği ve yöntemi Türk Devletinin milli ve üniter yapısının tasfiyesini son kertede öngörmektedir.
İçinde yer aldığımız zaman diliminde PKK terör örgütünün merkezinde yer aldığı ve tahrip gücü yüksek saldırılar üzerinde durulmalıdır. Bu saldırıların niteliği ve mahiyeti çeşitlilik göstermekle birlikte aynı hedefte birleşmiş olmaları bu birleşmiş güçler hakkında ortak bir kanaate varmamız açısından bize kolaylık sağlamaktadır. Etnik temelli bir sorun üzerinde sağlanan ideolojik ve zihinsel mutabakat farklı ideolojik mensubiyete sahip kişi ve grupları aynı çizgide buluşturabilmiştir.
Türkiye “Yeni Türkiye”, “Barış süreci,” “Demokratikleşme” gibi söylemlere bağlı olarak yeniden kurgulanmaktadır. Bu sürecin psikolojik savaş niteliği öne çıkmaktadır ve söylemlerle toplum yeniden inşa edilmektedir. Kullanılan söylem toplumun kontrol altına alınmasında ve istenilen yöne doğru kanalize edilmesinde başat rol oynamaktadır.
Belli başlı söylemlere bağlı olarak çalışmamızı yürütelim.
“Temel soru şu: ‘Eşit vatandaşlık temelinde, barış içinde bir arada mı yaşanacak yoksa ülkenin bir bölümünde etnik temelli yönetsel ayrıcalık elde edilerek kalanı üzerinde yeni talepler mi gündeme getirilecek? Yürüyen çözüm sürecinin alacağı şekil, yukarıdaki soruya verilecek yanıtla doğrudan ilgili.”[1] Yazar bu cümlesi ile aynı olguyu farklı iki biçimde dile getirerek totoloji yapmaktadır. Bu bilinçli bir tercihtir. Böylece algılarda bu iki önermenin farklı olduğu işlenmektedir. Amacı doğrudan toplumu iki seçenekten birini kabule zorlamaktır. Böylece PKK ile girişilen müzakereyi tanımlamada kullanılan “Barışın” ne karşılığı olduğu perdelenmektedir. İktidarın aydınlarının artık bu konularda yani gerçeği perdeleme ve algıyı kırma noktasında profesyonelleştiğini kabul etmek gerekir.
Sorunun merkezinde “Eşit vatandaşlık” söylemi yer almaktadır. Birinci önerme siyasi bir “duruma” simgesel bir gönderme yaparken ikinci önerme bu formülün içeriğine yöneliktir. İki önermede sonuçta milli devlet ve yurttaşlık modeline bir alternatif özelliği taşımaktadır. Çünkü birinci önermeden mevcut milli devlet yurttaşlığının yanlışlığı ve sorunun kaynağı olduğu iddiası yer almaktadır. Milli devlet ve milli yurttaşlığa karşı geliştirilen model “eşit yurttaşlık” modelidir. Yani çözümün adresi, yazarın ifadesiyle, “barış”ın formülü olmaktadır.
“Eşit” sözü başlı başına bir eşitsizliğe vurgu yapmakta ve mevcut yurttaşlığın “eşitsizliğe” içkin olduğunu peşinen ilan etmektedir. Peki nedir vatandaşları “eşit” olmaktan mahrum bırakan nitelikler? “Barışı engelleyen” yurttaşlık anlayışı daha doğrusu milli yurttaşlık modeli nedir ve vatandaşlar arasında gerçekten hiyerarşik bir üstünlük mü yaratmaktadır?
Bugün yürürlükte olan ve Osmanlının ilk anayasa tecrübesinden beri kesintisiz süre gelen yurttaşlık ve anayasa geleneğinin bir devamıdır milli yurttaşlık nosyonu. Elbette Osmanlının ilk anayasa tecrübesi bugün demokratik batı devletlerinin bile çok ötesinde bir yurttaşlığı tanımlar. Ama Türk(iye) aydını kendi tarihinden elden geldiğince uzak durmayı liberaliyle, İslamcısıyla demokrat veya eski ifadesiyle “ilerici” bulmadığı için bu konuda “hakkımızı” vermezler.
Bu yurttaşlık yaklaşımının bugün modern batı devletlerinde de yürürlükte olan ve ideal haliyle pratiğe aktarılmaya çalışılan bir formüldür. Buna göre bir devletin yurttaşı etnik, dini, kültürel, dilsel, cinsel verili ve sonradan kazanılan kimliklerinin belirleyici olmadığı bir yurttaşlık kültürüdür. Herkes vatandaş olarak eşittir ve kimsenin bu verili veya sonradan kazanılan kimliklerinden dolayı ayrıcalığı söz konusu değildir. Vatandaş olarak her kimlik mensubu devletin imkânlarından eşit derecede faydalanabilmektedir.
Eşit yurttaşlık yaklaşımı çok kültürlü yurttaşlık, anayasal yurttaşlık gibi modellerin bir başka adıdır ve milli yurttaşlık modeline alternatif olarak geliştirilmiştir. Eşit/çokkültürlü/anayasal yurttaşlık modeli, devlet karşısında etnik, dini, kültürel, dilsel farklılıklarına göre hakları tanımlar ve bu zeminde siyasi talepte bulunur. Yurttaşlığı eşitlik üzerine değil farklılıklar üzerine tanımlar. Kolektif haklar bu modelin özünü teşkil eder. Doğal olarak milli ve üniter yapıya da bir karşıtlık anlamı taşır.
Yazarın ya “etnik temelli yönetsel ayrıcalık” ya da “eşit yurttaşlık” diyerek sanki farklı çözüm önerileri sunuyormuş gibi anlattığı durum iddiasının aksine aynı siyasi anlama ve işleve mütealliktir. Çünkü yukarıda da belirttiğimiz gibi “eşit yurttaşlık” da zorunlu olarak “etnik temelde” bir farklılık üzerine inşa olunmaktadır.
Milli yurttaşlık bireysel bir temele dayanır ve herkesi eşit görür. Eşit yurttaşlık ise etnik ve dini temellidir yani kolektif haklar zemininde kendini formüle eder ve bireyi de bu kolektif kategorisinde bir anlama hapseder.
————————————————–
Kaynak: http://www.acipayamsonsoz.com/Yazar-yeni-anayasa-yapim-surecinde-esit-vatandaslik-soylemi-2823.html