24 Haziran seçimleriyle Anayasa değişiklikleri tamamen yürürlüğe girmiş olacak. Peki, yeni sistemin kazananları ve kaybedenleri kimler olacak?
Türkiye’de 16 Nisan 2017 referandumu ile yapılan anayasa değişiklikleri, 24 Haziran seçimlerinin sonrasında tamamıyla yürürlüğe girecek.
Yürütme organının Cumhurbaşkanlığı’na devredilmesi ve Başbakanlık makamının lağvedilmesi ile teknik olarak bir başkanlık sistemine geçilmiş olacak. Bu yeni yönetim biçimini belirleyen anayasal çerçeve içinde yeni dönemde sınanmayı bekleyen birçok unsur bulunuyor.
Referandumda onaylanan anayasa değişikliğinde, askeri yargının kaldırılması ve Hâkimler Savcılar Kurulu’nun (HSK) üyelerinin belirlenmesi gibi maddeler hâlihazırda yürürlüğe girmiş olmakla birlikte, seçim sonrası dönemde yürütme organının işleyişinde bir takım değişiklikler öne çıkıyor.
Bu değişiklikler ile yürütmenin başındaki Cumhurbaşkanı’nın, yardımcılarını ve kabinede yer alacak bakanları doğrudan ve herhangi bir şekilde Meclis denetimine tâbi tutulmadan belirleyecek olması, hesap verilebilirlik bakımından hukuki tartışmaları da beraberinde getirdi.
*****
Hazırlayan: Çağrı ÖZDEMİR (DW Türkçe)
“Denetim araçları yetersiz”
Marmara Üniversitesi’nden anayasa hukukçusu Sibel İnceoğlu, yeni sistemdeki bu maddelerin benzerlik gösterdiği Amerika Birleşik Devletleri’nde bile Başkan’a bu denli geniş bir yetkilendirme verilmediğinin altını çiziyor ve “ABD’de uygulanan başkanlık rejiminde Başkan Yardımcısı halk tarafından seçilmekte, bakanlar ise Senato onayı ile göreve başlamaktadır” diyor.
DW Türkçe’ye konuşan İnceoğlu, Türkiye’de uygulanacak yeni sistemi “Bakanlar ve cumhurbaşkanı yardımcılarının TBMM’den onay almaması, diğer bir deyişle TBMM’nin bu konuda hiç bir rolünün olmaması denge ve denetim mekanizmaları açısından büyük bir eksikliktir” sözleriyle değerlendiriyor.
Bir başka anayasa hukukçusu Ergun Özbudun, Cumhurbaşkanı tarafından belirlenmiş cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar üzerindeki meclis denetim araçlarının yetersiz olduğu görüşünde.
Örneğin anayasa değişikliklerine göre TBMM’nin cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlara “sözlü soru” yöneltme yetkisi bulunmuyor. Yazılı sorular ise Cumhurbaşkanı değil, sadece cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlara yöneltilebiliyor.
DW Türkçe’ye değerlendirmede bulunan Özbudun, TBMM’nin “sözlü soru” yetkisinin kaldırılmasını ve bunun sadece “yazılı soru” olarak tanımlanmasını “etkin olmayan” bir denetim aracı olarak değerlendiriyor. Anayasa hukukçusu, “Mesela İngiltere parlamentosundan biliyoruz. Sözlü soru etkili bir denetim aracıdır, kamuoyu yakından izler. Olmaması bir eksikliktir” diyor.
Özbudun diğer yandan, cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlara yazılı soru sorma yetkisi tanımlanmışken Cumhurbaşkanı’na soru sorulamamasını ise, kendisinin devlet başkanı sıfatını taşıması nedeniyle doğal karşıladığını ifade ediyor.
Ayrıca bakan ve cumhurbaşkanı yardımcıları hakkında suç işledikleri iddiasıyla soruşturma başlatmanın önünde de ciddi engeller bulunuyor. Soruşturma başlatılması için önerge verilirken üye tam sayısının salt çoğunluğu, yasal soruşturma süreci için de üye tam sayısının beşte üçü aranıyor.
Cumhurbaşkanı suç işlerse
Benzer bir durum Cumhurbaşkanı için de söz konusu. Anayasadaki yeni düzenlemelere göre Cumhurbaşkanı’nın suç işlediği iddiasıyla TBMM önergesi vermek ve soruşturma başlatmak için bakan ve cumhurbaşkanı yardımcılarına uygulanan şartlar geçerli. Buna göre yeni meclis aritmetiğinde önerge vermek için 600 milletvekilinin 301’inin, soruşturma süreci için de 360 milletvekilinin imzası gerekiyor.
Bir başka deyişle, meclis çoğunluğunun Cumhurbaşkanı ile aynı partiden olması durumunda, Cumhurbaşkanı’nın, bakanların ve cumhurbaşkanı yardımcılarının üzerinde bir denetim mekanizması neredeyse imkânsız hale geliyor.
Ayrıca yeni sistemde Cumhurbaşkanı’nın hangi suçlamalarla Yüce Divan’a gönderilebileceğiyle ilgili bir tanımlama bulunmuyor. Yani Cumhurbaşkanı’nın sorumluluk alanı içinde işlemiş olabileceği suçlar ile görev alanı içinde olmayan suçlar arasında bir ayrım bulunmuyor. Oysaki cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar için “kişisel suçlar” ile “görev suçları” gibi bir ayrım yeni anayasada açık bir şekilde tanımlanıyor.
Cumhurbaşkanlığı kararnameleri
Seçim sonrası yürürlüğe girecek bir başka tartışma yaratan konu ise cumhurbaşkanlığı kararnameleri. Teknik olarak Türkiye’deki olağanüstü hal koşullarında sık sık başvurulan kanun hükmünde kararnameleri (KHK) andıran cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin KHK’lardan en büyük farkı ise yetkilendirme gerekçesi.
KHK’ların bir yetki kanununa ihtiyaç duyduğunu ve TBMM’nin onayına sunulduğunu hatırlatan Özbudun, cumhurbaşkanlığı kararnamelerinde böyle bir durumun olmadığına dikkat çekiyor.
Anayasada ayrıca “cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenir” ifadesinin bulunduğu bir takım yetki alanları bulunuyor. Bunlar arasında Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği’nin teşkilat ve görevlerinin belirlenmesi ile Devlet Denetleme Kurulu’nun işleyişinin düzenlenmesi gibi maddeler var.
Yetki kimde?
Anayasa hukukçusu İnceoğlu cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenen maddelerle tanımlanmış alanların Cumhurbaşkanı’na tanınmış münhasır yetki alanı olup olmadığı tartışmasının çıkabileceğini savunuyor.
“Diğer bir deyişle TBMM kanun çıkardığında, ‘sadece cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenir’ hükmünün yer aldığı alanlara ilişkin olarak yetki çatışması gündeme getirilebilir” diyen İnceoğlu, bu durumun Anayasa Mahkemesi’ne taşınması durumunda ise yorumlanmasında karışıklık yaşanabileceğini düşünüyor.
Anayasadaki yeni düzenlemede “cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır” ibaresi bulunuyor. İnceoğlu, Anayasa Mahkemesi’nin söz konusu alanlarda yetkinin yürütmeye, yani Cumhurbaşkanlığı’na ait olduğu yönünde görüş oluşturması durumunda, teknik olarak cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin TBMM tarafından çıkan kanunlara üstünlük kuracağına dikkat çekiyor.
İnceoğlu ek olarak, doğrudan Cumhurbaşkanı’na bağlı olarak çalışan Devlet Denetleme Kurulu’nun, barolar veya işçi ve işveren meslek kuruluşlarını denetlemenin yanı sıra, onlara karşı idari soruşturma açma yetkisine de sahip olduğunun altını çiziyor.
Anayasa hukukçusu, “Bu risk TBMM’nin yetki alanının daralması bakımından kaygı vericidir” ifadesini kullanıyor.
Meclisi “fesih” yetkisi
Yasama ve yürütme organları arasında dengesizlik yaratan konulardan bir tanesi de yeni anayasa ile TBMM ve Cumhurbaşkanı’na tanınan seçimleri yenileme yetkilendirmeleri arasındaki tutarsızlık olarak öne çıkıyor.
Buna göre TBMM üyelerinin beşte üç çoğunluğu seçimlerin yenilenmesine karar verebilirken, Cumhurbaşkanı ise tek başına aynı kararı alabiliyor.
Yasama ve yürütme arasındaki dengede yürütme organının ağır bastığına dikkat çeken İnceoğlu, “Yeni anayasal düzende Cumhurbaşkanı’na verilen Meclis’i fesih yetkisi önemli bir sapmadır” değerlendirmesinde bulunuyor.
Anayasadaki değişikliklerle birlikte hukukçuların dikkat çektiği bir diğer nokta da yürürlüğe girmiş HSK yapılandırması ile Anayasa Mahkemesi’nin üyelerinin seçiminde yapılan değişikliklerin Cumhurbaşkanı’na büyük bir söz hakkı verecek olması.
Özellikle HSK üyelerinin belirleniş biçiminin “yargının bağımsızlığını büyük ölçüde ortadan kaldırdığını” savunan Özbudun, bu durumun birey haklarını güvencesiz hale getireceği görüşünde.
Meclis çoğunluğu muhalefette olursa…
Ancak Özbudun’a göre seçimlerden sonra tamamıyla uygulamaya konacak anayasanın denge ve denetim mekanizmaları tarafından sorunlu olabileceği tartışmaları Cumhurbaşkanı ve meclisin aynı siyasi eğilimden olması ön kabulünden kaynaklanıyor.
Anayasa hukukçusu Özbudun, “Eğer Cumhurbaşkanı’yla parlamento çoğunluğu ayrı siyasi eğilimlerde olursa, bu anayasanın yarattığı problemlerden, tümü olmasa da önemli bir kısmını daha demokratik bir çözüme kavuşturmak mümkün” diyor ve ekliyor: “Yani Sayın Erdoğan’ın tekrar Cumhurbaşkanı seçilmesi fakat parlamento çoğunluğunun muhalif partilerde olması, ciddi bir denge ve denetim unsurunu her şeye rağmen yaratabilir.”
———————–
Kaynak:
http://www.dw.com/tr/yeni-cumhurba%C5%9Fkan%C4%B1n%C4%B1-kim-denetleyecek/a-44108076