Ülkemizdeki liberal solcular da İslamcılar da Kürt hareketi de Türk milliyetçileri de her ideolojiden daha marjinal küçük gruplar da dahil, pek çok farklı siyasal görüşün bileşenleri demokrasinin ne kadar gerekli olduğu konusunda uzlaşmış görünüyorlar.
Bu yeni bir Türkiye’nin habercisi olabilir. Bir konuşma ve tartışma ortamının doğma ihtimali hepimizi siyaseten daha güçlü kılacaktır. Bu ortamın Kılıçdaroğlu’nun kazanmasıyla sağlanması milliyetçiler için güzel bir açılım da sağlayabilir. Çünkü böylece belli prensipler üzerinden siyasi mücadele etmek olasılığı doğacaktır ve birçok farklı şekilde temsil bulma ihtimalleri artacaktır.
*****
L. Deniz ERTUĞ[i]
14 Mayıs seçimi şaibeleriyle atlatıldıktan sonra şimdi sıra ikinci turda. İki tur arasındaki süreç çok ilginç olaylara sahne oldu. Çok şükür korkulduğu gibi büyük provokatif olaylarla karşılaşmadık, henüz. Ancak tüm bu yaşadıklarımız bir şeyi ortaya çıkardı ki Türkiye’de yükselen bir milliyetçi akım var. İşin ilginç yanı bu gerçek buz gibi karşımızda durmasına rağmen, bir kısım medya ve akademi tarafından inatla ve ısrarla küçümsenmeye ve mevcut şartların doğurduğu marjinal bir görüş olduğu fikri benimsetilmeye çalışılıyor. Bu hafta sönümlenmek istenen bu milliyetçi duruşun tarafları açısından kısa bir değerlendirmesini yapmak istiyorum. Bu eğilimin daha teorik bir analizini seçim sonrasına bırakmak şu an için bana daha doğru geliyor. Bu yüzden şimdilik sadece kısa siyasi bir yorumla yetineceğim.
SIRTTAKİ HANÇER: SİNAN OĞAN
İtiraf edeyim ki Zafer Partisi benim baktığım yerden fazlasıyla sekter ve öfkeli görünüyor. Ama Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın hakkını teslim etmek lazım. Ülkemize gelmekte olan yığınlar konusunda yaptığı çağrının ve aylardır fasılasız verdiği mücadelenin Millet İttifakı içinde bir düşünsel değişime sebep olduğu aşikâr. Mutlaka ittifaktakiler de durumu pek iç açıcı görmüyorlardı ama Özdağ, olayın vahametinin boyutlarının algılanması açısından önemli bir görev üstlendi. Daha da önemlisi, bu sorunun toplum nezdinde tartışılmasına yol açtı ki asıl toplumsal diyaloğun canlılığı ve demokrasi açısından bu çok hayatî bir adım oldu.
Ancak Zafer Partililer bir şeyi hesaplayamadılar: Sinan Oğan. Ben şahsen Oğan’ın toplumda bir karşılığı olduğunu hiç düşünmüyorum. Keşke Özdağ bizim gibi eleştirenlere veryansın edip kızacağına, en baştan Kılıçdaroğlu’na destek olsaydı. Çünkü en başından beri dediğim gibi zaten Özdağ’ın Kılıçdaroğlu ile yaptığı ortak anlaşmada yazan tüm maddeleri Meral Akşener ve İYİ Partililer benimsiyordu. Ne lüzum vardı Oğan’dan kazık yiyene kadar beklemeye? Bir de üstelik iş ikinci tura kaldı. Kim için? Türklüğü reddeden ve anayasanın ilk dört maddesini değiştirmek isteyenlerle ittifak yapacak kadar kendini kaybetmiş bir isim için. Belki de kendini bulmuştur kim bilir, iç dünyasını bilemiyoruz.
Yine de Oğan’ın tutumu uzun vadede çok iyi oldu. Türk milliyetçileri için artık her şey gündüz gibi apaydınlık. Kimlerle yol yürünemeyeceği besbelli. Yıllar öncesinde kalmış karikatürize bir milliyetçilik anlayışı, ata binmeler, Süleyman Şah’ın mezarının katlanan sandalye gibi oradan oraya taşınmasına ses çıkaramayıp hamasi Turan söylemleri ile coşmak, her fırsatta dile getirilen Orta Asya nutuklarının âlemi neydi?
Güncelde Türk dünyasındaki sorunlarla ilgili bir tane somut eleştirisi var mı beyefendinin? Çin’de milyonları Holokost’taki gibi trenlere bindirip meçhule götürenlere “O kadar büyütecek bir olay yok” diyen adamın Türk milliyetçisi olduğuna inandınız ya ben de ona yanıyorum. Amerika’daki Yahudi birlikleri gazetelerinde Çin’in Uygur Türklerine uyguladığı soykırımı çarşaf çarşaf yayınlayıp, sosyal medyada kampanya düzenlerken, bizdeki milliyetçi lider namzeti olayı önemsizleştirmeye çalışıyor. Nereden baksanız utanç verici.
Aslında zaten Sinan Oğan MHP’de de varlık gösterememişti; en önemli hadisesi AKP’lerle yaptığı kavgaydı. Bunun dışında bir katkısını ve önemini hatırlayamıyorum. Bundan sonra da hakkında çıkan şaibeler peşini bırakmayacaktır; bundan sonra ata binmeye devam etsin. Sosyal medyada linç eden arkadaşlar ve “Oğan’a oy vermeyin, bu işi ilk turda bitirelim” dediğim için bana küsen dostlarım da beraber ata binmeye gidebilirler. Uğurlar olsun.
ÜLKEYİ BÖLECEKLER
Gelelim Özdağ’ın “taviz vermeyiz” dediği ve Kılıçdaroğlu ile beraber konuşarak üzerinde anlaştığı metne… Bu metinde verilen tüm garantileri Akşener zaten vermişti. Çıktığı yayınlarda ve meydanlarda defalarca terörle mücadele edileceğini, hiçbir terör örgütü ile yanyana durmayacaklarını, anayasanın ilk dört maddesinin asla değiştirilmeyeceğini, Türklük, devletin birliği gibi kavramların hiçbir şart altında tartışılmayacağını belirtmişti. Buna rağmen bir türlü inanmamanın gerekçesi nedir hâlâ anlamış değilim. Bu ancak siyasal paranoya ile açıklanabilir. O zaman sormak lazım, peki şimdi ne değişti?
Kılıçdaroğlu da dâhil birçok CHP’li isim daha ilk turda bu kaygıların yersiz olduğunu zaten açıklamıştı. İYİ Partililer kaç kere HDP ile pazarlık yapılmadığını, masanın ortağı olmayan bir partiye bakanlık verilmeyeceğini kaç kere vurguladılar. “Ortak mutabakat metninde geçen yerel yönetimlerin güçlendirilmesi konusu özerklik değildir” diye bilhassa belirttiler. Ama nedense bir türlü Özdağ ve çevresinde toplanan milliyetçiler ikna olamadılar.
Yeri gelmişken ve uzmanlık alanım olduğu için rahatlıkla yazabilirim. Yerel yönetimlerin iddia edildiği gibi özerkliğe varıp, bunun işleyebilen bir sistem olabilmesi için çok temel bir bazı toplumsal ön şartlar var. Öncelikle orada yaşayan halkın demokratik düzeyinin yüksek olması gerekir. Fakat Türkiye’de genel bir demokrasi sorunu var.
Kürtlerin nüfus olarak yoğun yaşadığı bölgelerde HDP eliyle böyle alelacele bir özerklik sağlanması pratikte sadece bir felaketle sonuçlanır çünkü kurulacak bir siyasi yönetimin terör örgütüne bölgeyi teslim etmek olacağı kesindir. Öte yandan, toplumun o bölgesindeki halkın ezici bir çoğunluğunun da ayrılmayı talep etmesi gerekir ki, Kürtlerde böyle bir eğilim söz konusu değil. Büyük bir çoğunluğun gözü kulağı Ankara’da.
Dolayısıyla, “yerel yönetimleri güçlendirecekler ve böylece ülkeyi bölecekler” gibi iddialar temelsiz olması dışında pratikte uygulanabilir de değildir. Hiçbir siyasi yönetim göreve gelip de “öyle uygun gördüm” deyip ülkeyi bölemez. Kaldı ki açılım süreci yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ile ilgili değildi, düpedüz yanlış bir yöntemle Kürt sorununu güya çözme girişimiydi.
O süreçte yaşananları tekrar hatırlayalım; benzer bir girişimin sadece fragmanıdır. BOP’un eş başkanlığına soyunsan da bu halk burada böyle sağlam durdukça yapamazsın. Şimdi kalkıp Kuvâ-yi Milliye geleneğinden gelen vatansever Millet İttifakının ikinci bir çözüm sürecine imza atacağını iddia etmek ise en kibar tabirle haksızlıktır, izansızlıktır.
Üstelik bu süreçte, böyle boş iddialarla Millet İttifakını ve özelde de aslında İYİ Partiyi eleştirmek sadece milliyetçilerin kendi içlerinde bölünmesine neden oldu. Başka bir kazanım da sağlamadı. İç İşleri Bakanlığı görevini bir kenara bırakıyorum, bunca yıldır milliyetçi cenahın en bilinen isimlerinden birisi olan Akşener’in yeni bir açılım sürecini desteklemesi mümkün mü? Bir grup milliyetçinin en büyük açmazı işte bu herkesi vatansız ve dış güçlerin uzantısı sayıp, bir kendini vatansever görmektir. Belki bu hata uzun vadede milliyetçilere yarar da bundan sonra kendi aralarında bu tip iddiaları dillendirerek ayrılıkçı harekete propaganda sahası yaratmazlar. Herkes biliyor ki, kimse bir terör örgütünün talebiyle ülkeyi kendine göre yeniden tasarlayamaz. Ayrıca ortada toplumsal bir talep de yok. Türkler ve Kürtler mono blok bir şekilde ayrılmış değil. Nereden bakarsan bak bomboş bir hayaldir. Böyle iddialar üzerinden milliyetçilerin birbirini suçlamasının hiç kimseye faydası yok.
ÜLKÜCÜLER
Öte yandan, bir de ülkücüler var. Bildiğiniz gibi, Kılıçdaroğlu, hafta içinde ülkücü camianın önemli isimleriyle bir araya geldi ve bu toplantı sonrasında yapılan destek açıklaması dışında, yine hareketin saygın isimleri de teker teker Kılıçdaroğlu’na destek vereceklerini beyan etmeye devam ediyorlar. Bu isimlerin mutlaka ülkücüler arasında bir tesiri olacaktır ama burada bence daha da önemlisi, ülkücüler açısından tarihi bir kırılma anı yaşanıyor.
Sanırım ki onlar da kendilerine soruyorlardır: Türklükle derdi olan, Cumhuriyet’i içselleştirememiş, vatanın bölünmez bütünlüğünü yıkmak isteyen gruplarla aynı tarafta durarak ülkücü kalmak mümkün müdür ve Türk milliyetçiliği nasıl Türklükle kavgalı bir dünya görüşüne teslim olabilir?
Yanlış anlaşılmalara yol açmaması açısından, belirtmeden geçemeyeceğim, açıkçası 2000 ve sonrası doğumlu gençler için ülkücülüğün bir mefkûre olarak bir anlam ifade edebileceğinden pek emin değilim. Mutlaka bir kesim için olacaktır. Ama genel manada gençliğin Türk milliyetçiliğini Atatürk’ün anlayışı çerçevesinde ve vatanseverlik penceresinden bakarak ele aldığını gözlemliyorum ki sanırım günümüz şartlarına en uygun anlayış da budur.
Bununla beraber, Kılıçdaroğlu’nun seçilmesi durumunda yeni bir toplumsal sözleşmeyi hayata geçirmiş olacağız. Ülkemizdeki liberal solcular da İslamcılar da Kürt hareketi de Türk milliyetçileri de her ideolojiden daha marjinal küçük gruplar da dahil, pek çok farklı siyasal görüşün bileşenleri demokrasinin ne kadar gerekli olduğu konusunda uzlaşmış görünüyorlar.
Bu yeni bir Türkiye’nin habercisi olabilir. Bir konuşma ve tartışma ortamının doğma ihtimali hepimizi siyaseten daha güçlü kılacaktır. Bu ortamın Kılıçdaroğlu’nun kazanmasıyla sağlanması milliyetçiler için güzel bir açılım da sağlayabilir. Çünkü böylece belli prensipler üzerinden siyasi mücadele etmek olasılığı doğacaktır ve birçok farklı şekilde temsil bulma ihtimalleri artacaktır.
Umuyorum ki, düşündüğüm gibi olur ve bu demokratik ortam hayata geçirilebilir. O zaman ülkücüler de mutlaka kendilerini bir öz eleştiriye tabi tutacaklardır. Bu tabii ki onların kendi iç meselesidir ancak dışarıdan bakan bir göz olarak, hiç olmazsa Sinan Ateş cinayetini bir mihenk taşı olarak değerlendireceklerini umuyorum. Bundan sonrasında MHP’yi yeniden mi organize etmeyi deneyecekler, yoksa yeni oluşumlar mı göreceğiz, zaman gösterecek.
MİLLİYETÇİ KORKUSU
Yazının başında bahsettim, bitirirken de değinmek istiyorum. Bir ülkenin akademisinde, basınında, kültür hayatında liberal sol görüşlü insanlardan milliyetçilere kadar farklı görüşlerin olması bir zenginliktir. Farklı görüşler her zaman için düşün dünyamızı besler. Buna hiçbir itirazım yok. Ancak akademinin ve basının bütünüyle bu görüşlere teslim olması tersine bir anti demokratik ortam yaratıyor.
Hatırlarsınız, özellikle AKP’nin ilk yıllarında ülkenin kurucu değerleri marjinal ve eski moda görülerek sindirilmeye çalışılmış ve uzun süre millî ve tarihî tüm temel yapılar eleştiri kisvesi altında ciddi saldırılara maruz kalmıştı. Bugün yükselişte olan milliyetçi gençliğin bir kesiminin işte bu tahakküme tepki duymadıklarını söylemek mümkün değil.
Hâlâ basında Kılıçdaroğlu’nun seçilmesinin ön şartının Kürt ayrılıkçı hareketinin önde gelen isimlerinin ikna edilmesiyle ilgili olduğuna inanan ve bunu savunan kalemler, Atatürk milliyetçiliğini savunan bizim gibilere parmak sallıyor. Bunun böyle olması bir ulus devlet için acıdır.
Her türlü fikir beyan edilsin, tartışılsın ama her milliyetçi fikri faşistlikle, despotlukla ve aşırıya giderek Nazizm gibi görüşlerle bir tutmak fikrî bir yanılsamanın ötesine geçmiş bir düşünsel bozukluğun göstergesidir. Gençler hem kendi kimlikleri ile barışık olup, hem de dünyayla entegre olacak evrensel bir değer setiyle yetişebilirler. Hem başka milletlerle dostluk kurup hem kendi vatanlarının iyiliği için çalışabilirler. Bunlar birbiri ile çelişmez. Bakalım genç milliyetçiler ikinci tur sonrasında kendileri için nasıl bir yol çizecekler?
————————————–
Kaynak:
https://www.politikyol.com/yeni-donem-yeni-milliyetcilik/
————————————————-
[i] Deniz Ertuğ, İstanbul’da doğdu. İstanbul Teknik Üniversitesi Deniz Teknolojisi Mühendisliği Bölümü mezunudur. Mühendislik eğitiminin ardından Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde yüksek lisans yaptı. Daha sonra Atina Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde doktorasını tamamladı. Doktora sırasında Paris’te araştırmalarda bulundu. İsrail, Ortadoğu tarihi ve antisemitizmle ilgili olarak Tel Aviv Üniversitesi ve Kudüs İbrani Üniversitesi’nden dersler aldı. Yahudilik ve Hristiyanlık Tarihi üzerine İsrail ve ABD’deki çeşitli kuruluşlardan eğitim aldı. Yahudi mistisizmi ve Ortaçağ metafizik düşüncesi üzerine Barcelona Üniversitesi’nde öğrenim gördü. Halen Üsküdar Üniversitesi Tasavvuf Kültürü ve Edebiyatı yüksek lisans öğrencisidir. Şalom, Agos, Birikim gibi gazete ve dergilerde yazıları yayınlandı. Ayrıca Times of Israel’de blog yazıları yazmaktadır. Mutluluk felsefesiyle ilgili “Mutluluk İşi” isimli bir kitabı bulunmaktadır. Yoga yapmayı, resim çizmeyi, kedilerini, lego biriktirmeyi ve seyahat etmeyi seviyor.