Metin SAVAŞ
Ergenekon Destanı anlatısındaki eli ayağı budanmış son Türk aynı zamanda, tek kalmış olması itibarıyla, ilk atadır. Çünkü yok edilmiş Türk kavmi, mitik anlatı kurgusu çerçevesinde düşünürsek, geriye sağ kalabilen son kişinin soyunun türemesiyle yeniden çoğalıp varoluş kazanabilmiştir. Bektaşilikteki devriye nazariyesiyle ilintili olan bu mitik kurgu son derece bariz bir şekilde sonsuz döngü anlayışının yansımasıdır. “Sufilerin dairesel varlık anlayışında son ontolojik yönden ilk demektir. Çünkü dairesel bir varlık anlayışında sonun başlangıca dönmesi ve onunla bir olması gerekir.”[1]Ergenekon öncesi kıyımda sağ kalabilen son kişi, devriye prensibi uyarınca, başlangıca dönen kişidir, yeniden ilk atadır. Nasıl ki kamlar erginleşme sürecinde önce ölmek sonra yeniden dirilmek zaruretinde kalıyorlarsa, teşbihte hata olmaz hükmüne sığınarak ifade edersek, Türk kavmi de önce bir kıyımla ölmüştür ve geriye sağ kalabilen yeni atasının dişi kurdu gebe bırakması sayesinde yeniden hayat bulmuştur. Abartılı bir benzetmeye yeltenirsek diyebiliriz ki, orta dünyadaki kam yer altı ile gökler arasında gidip geliyorsa, Türk kavmi de düşmanları tarafından öldürülerek yeraltına iniyor, mukaddes dişi kurdun müdahalesiyle gökleri temsil eden korunaklı Ergenekon yurduna çekiliyor, burada derlenip toparlanıyor, sağaltılıyor, yitirdiği kutu tekrar devşirerek capcanlı, tazelenmiş ve arınmış bir halde Ergenekon yurdundan çıkarak yeryüzü dediğimiz orta dünyaya dönüyor.
Türk kavmine musallat olan yok edici düşmanlar Erlik ile özdeştir. Dişi kurt ise hayat ağacının iyesi Umay Ana ile özdeştir. Ergenekon yurdu yine çok bariz bir şekilde Umay Ana’nın rahmidir. Aynı zamanda atalar mağarası gibidir. Demirden dağları eritmek ise bize anne karnındaki bebeğin rahim sıvısıyla birlikte dışarıya çıkmasını hatırlatıyor. Kısacası Ergenekon’dan çıkış yeniden doğuştur. Körükleyerek demirden dağları eritmekle bir kavmin pişip olgunlaşarak dış dünyaya hazır hale geldiğini kastetmiş oluyoruz. Destanları ve mitosları metaforlar yoluyla çözümlememiz gerektiği malumdur. Nitekim destanlar ve mitoslar bünyelerinde kadim kültür kodlarını barındırırlar. Son kişinin mitik başlangıca dönerek ilk ataya dönüşmesi Mustafa Kemal Atatürk için de geçerlidir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Azerbaycan Cumhuriyeti ve Doğu Türkistan Cumhuriyeti de istiklalini kaybedince geriye sadece Türkiye Cumhuriyeti müstakil olarak kalabilmiştir ki biz bu durumu Ergenekon öncesindeki tek kişinin sağ kalmasına benzetebiliriz. Atatürk ise yegâne müstakil Türk devlet başkanı sıfatıyla yeni zamanlarda Türklüğün tek atası olarak dairesel varlık anlayışının sürdürücüsü konumuna yerleşmiştir.
Fakat şimdi artık birden fazla müstakil Türk cumhuriyeti bulunduğuna göre Türk dünyasının önünde iki farklı yol var demektir. Türk cumhuriyetleri ya varlıklarını kendi başlarına sürdürmeye çalışacaklar yahut da Avrupa Birliği’ne benzer veya benzemez bir teşkilatlanmayla bütünleşeceklerdir. Her cumhuriyetin kendi başına varlıklarını sürdürmesinin zorluğu ve bunun muhtemel tehlikeleri ortadadır. Tarihî düşmanımız Çin azmanı Doğu Türkistan’ı yutup yok etmeye uğraşırken sıranın diğer Türk cumhuriyetlerine gelmeyeceğinin garantisi verilemez. Kaldı ki Çin biricik tarihî düşmanımız değildir. Bir diğer tarihî düşmanımız Rusya gayet tabii olarak Batı Türkistan coğrafyasını ve Sibirya’yı Çin’e kaptırmak istemeyerek kendisi yutmaya kalkışabilecektir. ABD’nin ve İsrail’in teolojik hedeflerini de göz ardı etmememiz gerekiyor. Bu bağlamda Suriye ve Irak Türkmenleri büyük tehdit altındadır. Müslüman Türk kimliği kapsamındaki Boşnakların er geç Balkanlardan sürüleceklerini de hesaba katmakla yükümlüyüz. İran Türklüğü ise Türkiye ile Türkistan’ı birbirine bağlayan köprüdür. Doğu ve Batı Türkistan kalelerinin büsbütün düşmesi durumunda Türkiye’nin ayakta kalması imkânsız olacaktır. Her halükârda Türk cumhuriyetlerinin birleşmesi kaçınılmazdır. Aksi halde hiçbiri varlığını sürdüremeyecektir. Türk cumhuriyetlerinin devlet başkanları ve bütün zinde güçleri kısır çekişmeleri artık bırakarak, yerel asabiyetleri bertaraf edip Türklük üst kimliğini ikame ederek birlik çatısı altında varoluşlarını sürdürebilecekleri gerçeğini kesinkes kavramalıdırlar. Hayatlarımız pamuk ipliği gibi birbirine bağlıdır. Özbekistan yok olursa Türkiye yok olur. Azerbaycan yok olursa Türkmenistan yok olur. Şöyle de diyebiliriz: Balkanlar düşmeseydi Anadolu çok daha fazla rahat edecekti. Kazan Hanlığı düşmeseydi Kırım Hanlığı da düşmeyecekti. Bununla birlikte Türk ülkelerinin uğradıkları felaketlerin iki sorumlusu vardır. Birincisi düşmanlarımız ve ikincisi kendimiz. Aslında birinci amil kendimizdir. Azerbaycanlı kültür adamı Elçin Efendiyev’e kulak verelim: “
“Emir Timur safkan Türk değil miydi? Beyazıt’ın başına olmadık işler açmadı mı? Osmanlılara karşı Venedik’le anlaşma yapan Uzun Hasan Türk değil miydi? Bunlar safkan Türkler değil miydi? Nadir Şah Azerbaycan’a saldırarak Şeki gibi bir cennet köşesini yakıp yıkmadı mı? Nedeni de Hacı Çelebi’nin kendisine boyun eğmemesiydi. Oysa Nadir Şah da Hacı Çelebi de Türk değil miydi?”[2]Elçin’in Kafa adlı tarihî romanındaki bu sitemler birkaç sayfaya yayılıyor. Elçin bu romanında eleştiri oklarını Türkiye, Azerbaycan, İran, Türkistan ve Tataristan ayrımı gözetmeksizin bütün Türk ülkelerine fırlatıyor. Türk milleti artık topyekûn olarak kendisini sorgulamalıdır. Kazan Hanlığı Ruslarla boğuşurken Kırım Hanlığının tavrı ne olmuştur? Yıldırım Beyazıt kafa tutmak yerine Emir Timur ile uzlaşma yoluna gidemez miydi? Buhara Hanlığının hataları nelerdir? Bütün bu sorgulamalar tabii ki geçmişi değiştirmek için değil geleceğimizi inşa etmek maksadıyla yapılacaktır. Bölük pörçük Ruslar karşısında Türk hanlıkları nasıl mağlup düşmüştür sorusunun cevabı Rusların birleşmesi değil midir? Günümüzde Sibirya’dan Doğu Avrupa’ya uzanan tek Rus devleti vardır. Tamam ama Balkanlardan Sibirya’ya uzanan tek Türk devleti niçin yoktur? Yoktur çünkü biz Türkler tarih boyunca birbirimizle didişme inadımızdan asla ödün vermedik. Rusların başardığını biz Türkler başarabilmiş olsaydık günümüzde ne Balkan Türklüğü ne de Uygur Türklüğü, ne Kırım ve Kazan Türklüğü bütün o felaketlere maruz kalmayacaktı. Gelecekte yeni yeni felaketlere uğramamak için Türk Birliği şemsiyesi altında toplanmamızdan daha başka bir çıkış yolu bulunmamaktadır.
Türklerin Birliği demek dünya dengesinin sağlanması demektir. Türk Birliği birtakım teolojik sapkınlıkları da büyük oranda dizginleyecektir. İbnü’l Arabî öğretisinin temel ilkelerinden biri şöyledir: “Tanrı kemâl sahibidir, aynı zamanda mükemmeldir. Mükemmel ise kemâli başka bir şeyi meydana getiren demektir. Bu nedenle Tanrı kemâle ermek için değil, mükemmelliğinin taşmasıyla âlemi yaratmıştır.”[3]Şimdi biz, yine teşbihte hata olmaz diyerek, bu tanrısal ilkeyi Türklük evrenine uyarlamaya çalışalım. Türk Birliği kurulursa mitik başlangıçtaki mükemmelliğe dönülmüş olacaktır. Mircea Eliade’nin ve Sagalayev’in vurguladıkları üzere, mitik başlangıç kusursuzdur.[4]Türk Birliği’nin kurulması durumunda kendi şartları içerisinde iyi kötü, eksik fazla, doğru ve yanlış taraflarıyla bir istikrar oluşacaktır ki söz konusu istikrar sayesinde iktisadi, felsefi, teolojik, sosyolojik ve daha pek çok yönden bir tekâmül dönemine girilecektir. Tekâmül süreci bir zaman sonra kendi kabına sığamaz hale gelecek ve işbu tekâmülün taşmasıyla bütün dünyaya tesirlerini yayacaktır. Böylelikle de şimdiki yeni dünya düzenine alternatif bir yeni dünya düzeni ortaya çıkacaktır.
Metin Savaş
[1]Ekrem Demirli, İslam Metafiziğinde Tanrı Ve İnsan, sayfa 31, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2008
[2]Elçin Efendiyev, Kafa, sayfa 77, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2018
[3]Ekrem Demirli, sayfa 24
[4]Bu konuda bakınız: Mircea Eliade, Ebedi Dönüş Miti, Dergâh Yayınları, İstanbul 2017