Salgın riskinin devam ettiği, hastanelerin dolduğu ve bilim insanlarının ikinci dalga tehlikesine dikkat çektiği bir dönemde, haftanın belli günlerinde de olsa, 20 milyon insanın yer değiştirmesi, bir arada ve temas halinde bulunması halk sağlığı açısından ciddi bir risktir.
Diğer yandan salgın nedeniyle eğitim-öğretimin aksaması, tıpkı kredili sisteme geçiş, 4+4+4 ve meslek liseleri katsayı uygulamalarında olduğu gibi, “kayıp bir nesil” ortaya çıkaracaktır. Zaten yapboz tahtasına dönmüş eğitim sistemine bir de akademik, psiko-sosyal ve pedagojik anlamda yetersiz milyonlarca öğrencinin eklenmesi onarılması güç toplumsal ve ekonomik sorunlara neden olacaktır.
*****
Prof. Dr. Esergül BALCI
Genel Durum
Covid-19 salgını nedeniyle ortaya çıkan izolasyon durumu, pek çok alanda olduğu gibi kitlesel bir arada bulunmanın en yoğun olduğu eğitim alanında da yeni düzenlemeleri zorunlu kılıyor.
Nitekim okullar sorunlarıyla beraber açıldı ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) yaz tatili boyunca kendisinin de tatil yaptığı ortaya çıktı. Oysa bir zamanlar plan, program hazırlanır, önümüzü görmeye çalışırdık. Bu tip toplumsal kriz dönemlerine karşı hazırlıklı olmamız gerekirken, Bakanlık var olan ve görünen bilinen bir duruma bile hazırlık yapamamıştır. Eğitim- öğretim sürecinde, MEB verilerine göre, Türkiye’de ilköğretim ve orta öğretime devam eden 18 milyon öğrenci, bir milyonun üzerinde öğretmen ve yüzbinlerce çalışanla birlikte 20 milyonu aşkın bir kalabalığın yer değiştirmesi, bir arada bulunması ve teması söz konusudur.
Öğrenci servislerinden başlayarak, okul binalarının, kantinlerin, sınıfların, tuvaletlerin, spor salonlarının, oyun alanlarının ve yemekhanelerin fiziki şartlarının yeniden düzenlenmesi, ders saatlerinin yeniden ayarlanması, öğrencilerin bulunacağı tüm ortamların dezenfeksiyonu ve yüz yüze eğitimin sağlıklı yürütülmesi yeni bir yaklaşım gerektiriyor.Öte yandan okul servislerinin ve özel okul ücretlerinin yeni duruma göre düzenlenmesi de aileler açısından öncelikli konular olarak yer alıyor.
Bu dönemde gerek salgınla mücadelede, gerekse pedagojik anlamda başvurulması gereken temel kaynağın bilim olması zorunludur. Zira salgının engellenmesi; çocukların, öğretmenlerin ve onlarla temas halinde olacak ailelerin korunmasında bilimsel öneriler dikkate alınmalı; mevsim değişiklikleriyle birlikte ekim-kasım aylarında, muhtemelen ortaya çıkacak ikinci dalga riskine karşı farklı planlamalar şimdiden hazırlanmalıdır.
Eğitim bilimi açısından ise belli yaşlardaki çocukların örgün eğitim almaları, bu çocuklara sosyalleşme olanağının sağlanması ve bu sürece katılması gerekliliğin ötesinde zorunluluktur. Farklı yaklaşımlar olsa da, özellikle okul öncesi ve ilköğretim çağı çocuklarının okulda eğitim almaları önem taşımaktadır. Okullarda her ne kadar öğretmenler öğretim programlarını uygulayarak öğretim yapıyor olsa da, özünde geniş anlamıyla eğitim verilmektedir. Çünkü okul öncesi çağındaki çocuğun kafası boş bir plak veya sünger gibi ne verirseniz kalıcı izli olarak içine çeker. Bu nedenle o yaş grubu için eğitim ortamı, sosyalleşme, paylaşma, bir şeyleri birbirine öğreterek yapma, örnek alma noktalarında etkili olmaktadır. Çocuk toplumsal davranış biçimlerini öğrenir, topluma uyumu sağlanır, aynı zamanda kültürlenir. Tüm bu nedenlerle yüz yüze eğitim gereklidir. Aksi halde “kayıp kuşak” ve giderek “kayıp ülke” olma durumu ile karşı karşıya kalabiliriz.
Bu bağlamda salgın koşullarında, yüz yüze eğitim ne kadar esnetilebilir, bu esneklik nasıl olmalıdır,sorusu akla gelebilir. Bu konuya çeşitli yaklaşımlar olmakla birlikte, yaş gruplarına göre değişkenlik gösterir. Okul öncesi ve ilköğretimden sonraki yaş gruplarında, yüz yüze ve online eğitim birbirini tamamlayacak şekilde ve dersin özelliğine göre yapılabilir. Ancak evinde bilgisayar, televizyon olmayan çok çocuklu ve yoksul ailelerin durumu dikkate alınmak şartıyla. Çünkü aksi halde bu ailelerin çocukları, eğitimin online kısmından yararlanamayacak, yoksullukla birlikte bir kez daha eziklik duyacak, dışlandıkları duygusuna kapılacaklar, belki de sistem dışına çıkacaklar, istenmeyen durumlarla karşılaşacaklardır. Onlara gerekli destek verilerek online eğitimden yararlanmaları sağlanmalıdır. Nitekim EBA her öğrencinin ulaşma imkanı olmamasına rağmen ilk günden çökmüş “çok kalabalık” uyarısı vermiştir. Bu bile plansızlık ve programsızlık örneğidir. Öğrenci ve öğretmen sayısı belli iken Bakanlık yeterince hazırlık yapmadığı ve sanırım kendi tatiline öncelik verdiği için şimdi sistem çöktü.
MEB tarafından 11 Eylül’de yapılan açıklamaya göre corona virüsü ile birlikte eğitimin nasıl olacağı ilan edilmiştir. MEB, 21 Eylül’de okul öncesi ve 1. sınıf öğrencilerinin yüz yüze eğitime başlayacağını duyurmuştur. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk imzasıyla okullara gönderilen yazıda; seyreltilmiş eğitim modeli ile yüz yüze eğitime başlayacak 1. sınıflar uyum haftasında haftada bir gün, diğer haftalarda ise iki gün okula gidecekler, isteyen veliler, mazeret bildirerek öğrencilerini okula göndermeyebilecek. Haftada bir gün olacak yüz yüze uyum eğitimlerinin, hangi gün olacağına okul idaresi kendi karar verecektir.Okula gitmeyen çocuklar EBA TV üzerinden eğitimine devam edecek. Ancak ne yazık ki daha ilk gün EBA sınıfta kaldı.
Ailelerin Yaklaşımları
Velilerin ve öğrencilerin okulların açılması konusundaki endişelerini ve kararsızlıklarını iki başlık altında toplamak mümkündür:
Bıkkınlar: Toplumun özellikle dar gelirli ve kalabalık aile velileri, her türlü endişeye rağmen, yüz yüze eğitimin başlamasını ve çocuklarının bir an önce okullarına dönmelerini istemektedirler. Bu ailelerin çoğu çalıştığı için çocuklarını bırakacak yer bulamamakta, okulların açılmasını hem eğitim-öğretim imkanı, hem rahat çalışabilme, hem de aklı evde kalmama şeklinde değerlendirmektedirler. Çünkü bu aileler çoğunlukla, çocuklarına evde eğitim verme imkanından yoksundurlar. Ancakyüz yüze eğitim sırasında hangi önlemlerin alınacağı ve bu önlemlerin uygulama aşamasında ne ölçüde başarı sağlayacağı konusunda tedirgindirler.
Endişeliler: Şehirli orta ve üst sınıf ailelerde ise salgınla mücadele konusunda genel bir inandırıcılık sorunu yaşanmaktadır. Bu aileler Sağlık Bakanlığı’nın salgınla ilgili paylaştığı verileri inandırıcı bulmazken, MEB’in yüz yüze eğitim sırasında çocuklarını koruyacak yeterli önlemleri alacağı ve bu tedbirleri harfiyen uygulayacağı konusunda endişe duymaktadırlar. Bu velilerin çoğunluğu yüz yüze eğitim için çocuklarını okullara göndermeme taraftarıdır. Bunda çocuklarını evde eğitebilme imkanına sahip olabilmeleri etkili olmaktadır.
Ancak her şeye rağmen daha önce de belirtildiği gibi yüz yüze eğitim-öğretim önceliklidir, özelliklidir, gerekliliğin ötesinde zorunludur. Buna rağmen, Bakanlığın yeterli plan-programı yapmadığı, gerekli önlemleri almadığı ve kaynak ayırmadığı, bu konuya yeterli özeni, önemi, önceliği vermediği o kadar açık ki, okul yöneticileri velilerin eline temizlik malzemesi listesi vermişler ve bağış aldıktan sonra, çocuğunun kaydını yapmışlardır. Bu da velilerdeki endişeyi daha çok artırmaktadır.
Sorular ve Sorunlar
Veliler, öğretmenler, öğrenciler ve eğitimciler açısından kafalarda henüz netleşmemiş pek çok soru ve çözüm bekleyen sorun, eğitim-öğretim yılı başlarken ve ilk günlerde endişeleri artırmaktadır.
Sınıflarda kaç öğrenci olacak, bu öğrenciler için yeterli sınıf ve eğitimci var mı?
Bir sınıfta pozitif çıkan öğrenci olursa tüm okulda yüz yüze eğitime ara verilecek mi; yoksa sadece o sınıfta mı eğitim durdurulacak?
Altı aydır yeterli test yapamayan, pozitif vakalara yeterli ilaç sağlayamayan, hasta ve vefat sayılarını bile doğru bildiremeyen sistem; öğrencilerin, öğretmenlerin, okul çalışanlarının ve ailelerin salgın konusundaki takibini nasıl yürütecek?
Yüz yüze eğitime devam eden öğrencilerle, devam etmeyenler arasındaki akademik, psiko-sosyal ve pedagojik farklar/eksikler nasıl telafi edilecek?
Yeterli kadrosu olmayan okullarda, binaların, sınıfların, laboratuvarların, yemekhanelerin, kantinlerin ve tuvaletlerin temizliği ve dezenfeksiyonu kimler tarafından nasıl yapılacak ve nasıl denetlenecek?
Kantinlerde ve okul çevrelerinde gıda satışı yapılacak mı; yapılacaksa hangi kriterlere göre olacak ve kim, nasıl denetleyecek?
Havaların soğuması ve ikinci dalga riski durumunda öğrencilerin, öğretmenlerin ve ailelerin korunması için ne yapılacak? Bu konuda hazırlanmış farklı planlamalar var mı ve buna kim karar verecek?
Salgında kritik eşikteki şehirlerde farklı tedbirler alınacak mı? Salgından az ya da hiç etkilenmeyen yerler için ne düşünülüyor?
İşte ancak bu soru ve sorunlara Bakanlık tatmin edici çözümler bulur eğitimci, öğretmen, öğrenci ve velileri yeterince ikna edebilirse, “bıkkın” ve “endişeli” veliler gönül rahatlığı ile çocuklarını okula gönderebilirler.
Sonuç ve Öneriler
Salgın riskinin devam ettiği, hastanelerin dolduğu ve bilim insanlarının ikinci dalga tehlikesine dikkat çektiği bir dönemde, haftanın belli günlerinde de olsa, 20 milyon insanın yer değiştirmesi, bir arada ve temas halinde bulunması halk sağlığı açısından ciddi bir risktir.
Diğer yandan salgın nedeniyle eğitim-öğretimin aksaması, tıpkı kredili sisteme geçiş, 4+4+4 ve meslek liseleri katsayı uygulamalarında olduğu gibi, “kayıp bir nesil” ortaya çıkaracaktır. Zaten yapboz tahtasına dönmüş eğitim sistemine bir de akademik, psiko-sosyal ve pedagojik anlamda yetersiz milyonlarca öğrencinin eklenmesi onarılması güç toplumsal ve ekonomik sorunlara neden olacaktır.
Birleşmiş Milletlerin Ağustos 2020 raporunda, virüsün yayılması engellenip gerekli değişiklik, teçhizat hazırlanıp, tertibat alındıktan, insanların güvenliği sağlandıktan, en başta bilim insanları ve tüm ilgili tarafların görüşü alındıktan sonra okulların açılması önerilmektedir (PolicyBrief: EducationDuringCovid – 19 and Beyond, August 2020).
Bu amaçla önlem almak için; öğretmenlerin, öğrencilerin ve velilerin salgın kurallarına uymasını beklemek yerine, Sağlık Bakanlığı ve Türk Tabipleri Birliği (TTB) ile birlikte tüm taraflara ortak-sürekli eğitimler verilmelidir. Salgın konusu ile ilgili tüm paydaşlar harekete geçirilmeli, sorumluluk almaları sağlanmalıdır, ama eğitimle sağlanan bilinçli bir sorumluluk.
Okul binalarının, sınıfların, eğitim ve öğretimde kullanılan tüm araç gereçlerin dezenfeksiyonu konusunda sürekli ve sıkı denetimler uygulanmalıdır.
Maske takmanın, düğün, nişan ve cenazelerde bile doğru düzgün uygulanmadığı bir ortamda, tedbir ve uygulamalar okul yönetimlerine, hatta il ve ilçe milli eğitim müdürlüklerine bırakılamaz. Merkezden ve sürekli denetim kaçınılmazdır. MEB, bu amaçla yeni bir örgütlenmeye gitmeli, Sağlık Bakanlığı ve meslek örgütleriyle birlikte ortak kurullar oluşturmalıdır.
Bilim insanları normal hayata 2022’den önce dönülemeyeceğini belirtip, “yeni normal” hayata alışmamız gerektiğini belirtiyorlar. Birbirimizle daha kısıtlı birlikte olup, dışarıya zorunluluk dışında çıkmaz, kendimizi sınırlandırırken, kısaca “yeni normal” kapsamında “özete indirgenmiş bir yaşam” sürerken, bu dönem, eğitim sistemimizde sadece fiziki değil, içerik açısından da artık yapısal değişikliklerin vesilesi olarak görülmelidir. Öğrencilere gereksiz, aşırı yükler yükleyen, onları birer yarış atına çeviren, yaratıcılıklarını törpüleyen, bilimden uzak içerikler kapsamlı olarak ele alınmalı, bu amaçla müfredatlar gözden geçirilmeli, salgın dönemine uygun düzenlemeler yapılmalı, gereksiz hurafeler, hikayeler ve ezberler çıkarılmalıdır. Kısaca müfredat da “yeni normal”e uygun biçimde özetlenerek, zaman, mekan ve koşullara uygun hale getirilmelidir.
————————————————
Kaynak:
https://21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/politik-sosyal-kulturel-arastirmalar-merkezi/yeni-egitim-ogretim-yili-bilim-salgin-ve-gelecek, Erişim: 27.09.2020