Bin türlü emek veriyorsun, umutlar yeşertiyorsun, hayaller kuruyorsun, kulağına dualar okuyorsun, türküler söylüyorsun, topluma katıyorsun; fakat görgüsüzün biri, şark kurnazı üçkâğıtçının teki geliyor, o zeki çocuğun önüne geçiyor, hakkını hukukunu gasp ediyor, yarınını çalıyor, hayatını zindana çeviriyor.
*****
Faruk AKSOY
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) raporu diyor ki: 2017 yılında, Türkiye’den göç eden insan sayısında, bir önceki yıla göre %42.5’lik artış var.
Rakama vurduğunuzda bu oran 253 bin 640 kişiye tekabül ediyor.
Yani bir yıl içinde tam 253 bin 640 kişi çekip gitmiş buralardan, başka memleketlere yerleşmiş.
Daha vahim olanını söyleyeyim…
Göç edenlerin önemli bir kısmı da 25 ila 29 yaş aralığındaki gençlerden oluşuyormuş, daha çok onlar terk etmişler ülkeyi.
Ne büyük felaket, ne büyük yıkım, ne onarılmaz bir acı, değil mi?
Kolay mı yetişiyor bir çocuk, kolay mı besleniyor, kolay mı okuyor, kolay mı adam oluyor?
Bin türlü emek veriyorsun, umutlar yeşertiyorsun, hayaller kuruyorsun, kulağına dualar okuyorsun, türküler söylüyorsun, topluma katıyorsun; fakat görgüsüzün biri, şark kurnazı üçkâğıtçının teki geliyor, o zeki çocuğun önüne geçiyor, hakkını hukukunu gasp ediyor, yarınını çalıyor, hayatını zindana çeviriyor.
Çocuklar gidiyor…
Nereye gidiyor bu çocuklar, niçin gidiyor, kimse bir şey sormuyor mu bunlara?
“Ne istiyorsunuz, neye itiraz ediyorsunuz?” demiyor mu, sizi küstüren, ülkenizi terk etmenize sebep olacak kadar gururunuzu kıran şey nedir, demiyor mu?
Demiyor, çocuklar bir bir gidiyor…
Bu kadar insan FETÖ’cü olamaz, bu kadar insan vatan haini olamaz, bu kadar insan bir yıl içinde sırf eğitim amacıyla yurt dışına çıkmış olamaz.
İşin içinde başka iş var, herkes ne yaşadığını, ne gördüğünü kendisi biliyor.
Genç insanlar, büyüdükleri, eğitim aldıkları ülkelerinin yarınlarına inanmıyor, hak edenin hak ettiği yere geleceğini düşünmüyor.
Bir bardak taze çay içmek için bile torpil lazım; ocakçıyı tanıyorsanız taze, tanımıyorsanız bayat çay içiyorsunuz; bunu herkes görüyor, herkes yaşıyor, adalet duygusu temelden sarsılmış durumda.
Milliyetçi, maneviyatçı duygular da bir yere kadar götürüyor toplumu, küçücük bir ilçe belediyesinin yolsuzluk dosyası dudak uçuklatıyor, kamudaki israf göze batmıyor, göz çıkarıyor.
Bu usulsüzlükler memleket zenginleşirken pek görülmez ama alım gücü düştükçe, piyasa daraldıkça, umutlar kırıldıkça patlar, çok kötü patlar.
TÜİK raporu, o patlamalardan biridir işte, hem de ne sessiz bir patlama…
Dışarıya giden genç, “Bu ülkede benim adamım yok, bir şey yapmam mümkün değil, aklımın işe yaradığı bir yer bulayım bari kendime” diyerek çekip gidiyor.
Ben bu ülkenin düşmanı değilim…
Tanıyorum bu gençleri, on sekiz sene ders anlattım, ne düşündüklerini, ne hissettiklerini iyi bilirim.
On yıl önce Aydın’da bir konferansa gittim, “Üniversite sınavına hazırlanan öğrencilere tavsiyeler” konulu bir konferans…
Birisini göndermişler, adını hatırlamıyorum şimdi, adam çıktı kürsüye, slayt gösterisi eşliğinde başladı anlatmaya.
Baktım, panoya Cem Yılmaz’ın fotoğrafı düştü, beş dakika sonra Beyazıt Öztürk’ün, beş dakika sonra Arda Turan’ın, beş dakika sonra Steve Jobs’ın…
Kalktım ayağa, “Öğrencilere başarı hikâyesi olarak sadece bu insanları mı göstereceksiniz, bizim mutlu bir çiftçiye, gülümseyen bir memura, ışıltılı bir doktora, keyifli bir işçiye, zeki bir mühendise, mübarek bir anneye ihtiyacımız yok mu? Biz sınavları kazanamayanları belirlemek için yapıyoruz beyefendi, kazanamayanlara göre bir ülke inşa ediyoruz, popüler insanları göstererek mi bu çocuklara huzurlu yarınlar vadedeceğiz?” dedim, çıktım gittim.
Adam, Milli Eğitim ile anlaşmış, ödeneğini almış, gelmiş oraya makara yapıyor, çoluk çocuğa hayal satıyor!..
Daha iki gün önce Danimarka’da çok enteresan bir olay yaşandı.
Milli takım topçuları para yüzünden federasyonla kavgaya tutuştu, kampı terk etti.
Futbolcuların bu terbiyesizliğine, Teknik Direktör Aage Hareide de balık avlamaya giderek destek verdi.
Avrupa şampiyonu olmuş koskoca Danimarka Milli Takımı, üçüncü ligden, salonlardan, üniversitelerden yarı profesyonel, yarı amatör bir milli takım kurdu, 92’deki şampiyon takımın Arsenalli yıldızı John Jensen’i de takımın başına getirdi, Slovenya’nın karşısına çıktı.
Danimarka, maçı 3-0 kaybetti, fakat Jensen, futbol tarihinin en anlamlı açıklamalarından birini yaptı, “Hayatımda bu kadar güzel yenilmemiştim, çok ama çok güzel bir yenilgiydi, bana bu harika yenilgiyi yaşatan çocuklara teşekkür ediyorum” dedi.
Hatırlarsınız, bir zaman Türk Milli Takımı’nın kampında jip krizi çıkaran futbolculara, aynı hafta içinde, o şerefli forma tekrar verilmişti, Danimarka kadar olamamıştık, güzel yenilememiştik, ya kötü kazanmıştık, ya da kötü kaybetmiştik.
Olmaz hocam, bu işler böyle olmaz…
Çocuklar gider, gençler gider, akıllı adamlar bunlar, senin iki tane aptalına ezdirmezler kendilerini, düşünüyorlar, olana bitene bakıyorlar, kendilerine uygun bir dünya arıyorlar.
Hileyle, hurdayla kazanmaktansa, dünyanın en güzel yenilgilerini alan ülkelere gidiyorlar.
Anlatabiliyor muyum?..
—————————
Kaynak:
https://www.yenisafak.com/yazarlar/farukaksoy/yenilirken-guzel-yenilen-ulkelere-gidiyorlar-2047202