“Yeraltından Notlar” Hakkında Bir İnceleme

Mehmet Ümit ÇEKİN

Usta yazar Dostoyevski’nin ‘Yeraltından Notlar’ adlı eserini incelemeden önce, onun yaşamına değinmek elzemdir. Çünkü, Yeraltından Notlar’da Dostoyevski, yaşamış olduğu hayatın kendisinde bıraktığı tesirleri sonuna kadar ve hatta tabir yerindeyse çığlık çığlığa aktarmaktadı Dostoyevski’nin hayatına baktığımızda da sanki onun romanlarını okuyor gibi oluruz. Çünkü gerçekten çilelerle, duygusal çöküntülerle, namlunun ucuna gelmiş bir çift gözle, baskıyla, cezalarla karşılaşmaktayız. Bu yüzden burada tüm hayatını ele alamayacağım yazarın sadece inceleyeceğimiz eserde yansımasını gördüğümüz hayat kesitlerinden söz edecek ve tercihen bazı yerlerde hayatı ile eseri arasında mukayeseli bir çalışma yürüteceğiz.

Dostoyevski, romancılığa ‘İnsancıklar’ adlı eseri ile 1846 yılında giriş yapmıştır. Bu roman edebî çevreler tarafından çok beğenilmiş ve onun hakkında ‘nur topu gibi bir Gogol dünyaya geldi’ tabiri kullanılmaya başlanmıştır. Dönemin ünlü eleştiricisi ve yılmaz bir ‘toplumcu-milliyetçilik’ savunucusu olan Belinski de Dostoyevski’ye bu romanı hakkında övgüler düzerek onu kendi bulunduğu çevrelere tanıtmıştır. Yazar, ilk romanı ile bu şekilde bir üne ve saygınlığa kavuştuğunda doğal olarak müthiş bir özgüven duymaya baş Mühendislik Okulu’na başlayıp mezun olduğu ve bir yıl orduda görev alıp ayrıldığı süre boyunca tek hayali yazarlık olan ‘Ateş Fedya’nın(Dostoyevski’nin arkadaşları tarafından kendisine verilen lakap) belki de hayalini kurduğu geleceğe kavuşmasına az bir zaman kalmıştır. Bu özgüvenle tekrar yazmaya koyulur. İlk eseri ile aynı yıl ‘Öteki’ adlı romanı yayımlanır. Eserinde işlediği ‘benliğin parçalanışı’ teması büyük oranda ‘toplumcu’ olmayışı sebebi ile eleştirilmiştir ve bu eleştirilerden çoğu -ilk eserinden sonra ‘yeni Gogol’ diye anılmasına ve sonradan Dostoyevski’nin de ‘hepimimiz Gogol’ün Palto’sundan çıktık’ demesine rağmen- Gogol esintileri taşıdığı yönünde olmuştur. Onu edebî çevrelere tanıtan ve överek söz eden Belinski de ne yazık ki aynı eleştiriciler kervanına dahil olmaktaydı. Öteki adlı romanından sonra yazdığı “Mr. Prokharçin” ve “Netochka Nezvanova “ adlı eserleri de bu eleştirilere mani olamamışlardır. Artık edebiyat sohbetlerinde Dostoyevski’nin adı alay konusu edilmeye başlanmıştı. Bu dışlanma sebebiyle yazar, çok geçmeden ‘yeraltı’na çekilmek zorunda kaldı.

Yeraltı ve burada bulunan sanatçılar iki fikir akımı etrafında toplanmaktaydı. Bunlar Batıcılık ve Slavcılık’tı. Batıcılar, baskıya ve rejime karşı özgürlükten yanaydılar. Slavcılar ise rejime karşı olmamakla birlikte yönetimi eleştiriyor ve I. Petro’dan önceki Slav ruhunu tekrar diriltmek istiyorlardı. Her iki fikir akımı da Çar I.Nikolay’ın canını sıkmakla birlikte, daha çok Batıcıları bir tehdit unsuru olarak görmekteydi. ‘Yerüstü’ndeki edebî çevrelerden dışlanan Dostoyevski ise, ezelden beri kölelik rejimine karşıydı ve bireycilikten yanaydı. Bunu da Yeraltından Notlar adlı eserinde şöyle dile getiriyor: “Bence bütün o mükemmel sistemler, insanlığa gerçek, normal çıkarların neler olduğunun açıklanması, bunların sağlanmasıyla herkesin hemen iyileşip asilleşeceği düşüncesi şimdilik sadece bir varsayımdır. Evet efendim, varsayım! Doğrusu, şahsi çıkarlara dayanan bir sistemle insanlığın ıslah olacağını iddia etmek bence…”(s.25) Bu sebeple kendisini hemen Batıcıların içerisinde bulmuş ve sonradan ‘Petraşevski Grubu’ olarak adlandırılacak olan entelektüeller ile kaynaşmaya başlamıştı. Lakin bu çevreler her ne kadar kendilerini yeraltında sansalar da, söylemleri ve hareketleri en çok yerüstünü etkiliyordu. Bu yüzden I. Nikolay, bu grubun bir an önce yakalanıp yargılanması emrini vermiş Böylelikle Petraşevski Grubu’nun tüm üyeleri 1849 yılında yakalanmışlar ve masumiyetlerinin ispatlanmasına rağmen idama mahkum edilmişlerdi. Muhalifler, idam mangasının karşısında kurşuna dizilmek için beklerken I.Nikolay, cezaların sürgüne çevrilmesini buyurmuştu. İdamın bu şekilde sürgüne çevrilmesi, kimilerine göre I.Nikolay’ın muhalifleri korkutmak için planladığı bir oyun, kimilerine göre ise bir anlık merhametinin sonucuydu. İşte, insan hayatının birilerinin dilinin ucunda olduğunu gören ve bu ‘birileri’ne öfke ile dolan Dostoyevski; belki de bu konuyu, Yeraltından Notlar adlı eserinde bulunan bilardo salonundaki Subay üzerinden, bütün hiyerarşik liderlere ve egolara karşı yaptığı eleştiri ile dile getiriyordu.

Dostoyevski sürgünde de kötü günler geçirmekteydi. Bunları da kardeşi Mihail’e yazdığı mektuplarında “mezara gömülmüş bir insan” olarak yaşadığından ve diğer mahkumların kendisine bir ‘böcek’ gibi davranmalarından bahsettiği bölümlerden anlıyoruz. Ayrıca Yeraltından Notlar’da da nasıl bir his duyduğu hakkında; “…şimdi size niçin bir haşere bile olamadığımı anlatmak istiyorum baylar”(s.7) ve “herkesten daha zeki, daha kültürlü ve asil olsam da eloğulları karşısında ezilip büzülmekten, onlardan hakaret göre göre murdar, zararlı bir sinek haline gelmekten dayanılmaz bir azap duyuyor, bunu düşündükçe kahroluyordum.” (s.56) Bu kendisini böcek gibi hissetme ve yabancılaşma temaları ile Dostoyevski; Kafka ve Camus’u etkilemiştir.

Sürgün ve askerlik cezasından 1858 yılında kurtuldu ve Petersburg’a döndü. Bu sıralarda dünyayı da gezip görme fırsatını buldu. Yeraltından Notlar’ı da bu tarihlerde yazmaya koyulduğu düşünülmektedir. İşte! Velud bir yazarın ‘kesin’ olarak ortaya çıkışı: YERALTINDAN NOTLAR!

***

Bu kitaba edebî anlamda tam bir roman demek ne kadar doğru olur bilmiyorum. Aslen bu esere, geçmişinde derin izler bırakmış olaylara ve kendi iç dünyasına bakmasıyla, bunu hatırlamasıyla bir ‘hatırat’; yaptığı hataları sanki bir papazın karşısında anlatıyormuşçasına aktarışıyla ve kendi deyişiyle de “…günahlarının kefaretini”  ödemesi, yani bir tür ‘günah çıkarma’; okuyucusu ile samimi bir üslupla konuşmasıyla bir ‘sohbet’; içerisinde yer alan hem bireysel hem toplumsal konularda yapmış olduğu eleştiriler ile bir ‘eleştiri’ ve  içinde geçen bazı olayların gerçek olduklarını düşündüğümüzde de bir ‘otobiyografi’ şeklinde tertip edilmiş, yoğunlaştırılmış bir roman gözüyle bakmamız gerekmektedir. Bu eserin bir başka özelliği –ya da bu özellikleri nedeniyle var olan özelliği diyebiliriz ki-, bundan sonra yazacağı üst düzey romanlar Dostoyevski’yi büyük bir ‘romancı’ yaparken; Yeraltından Notlar ise onu büyük bir ‘aydın’ yapmaktadır.

Yeraltından Notlar, iki bölümden meydana gelmektedir. Kitabın bölümleri ve bu kitabı neden yazdığı konusunda Dostoyevski: “Gerek ‘Notlar’ yazarının, gerek ‘Notlar’ın tamamen hayal mahsulü olduğu şüphesizdir. Bununla beraber, çevremizdeki insanlar üzerinde biraz düşünülürse, bu notların yazarı gibi şahısların aramızda bulunmasının yalnız mümkün değil, muhakkak olduğu anlaşılır. Ben sadece pek yakın bir zamanın sıradan bir tipini daha açık olarak kamu huzuruna çıkarmak istedim. Bu, henüz hayatta olan kuşağın tiplerinden biridir. ‘Yeraltı’ adlı verilen bölümde bu şahıs kendisini, fikirlerini tanıtırken, neden muhitimizde yer aldığını ve bunun neden kaçınılmaz olduğunu açıklamak ister gibidir. İkinci bölümdeyse, bu şahsın hayatına ait bazı olayları anlatan gerçek ‘Notlar’ yer almaktadır”(s.2) demektedir. Burada her ne kadar kitabın hayal mahsulü olduğundan bahsetse de, eserin ilerleyen bölümlerinde yazar yine, kitabı neden ve nasıl yazdığı hakkında ve gerçeklere dayandığı konusunda bizlere ipucu verir: “İnsan kendi kendine karşı tamamıyla samimi olabilir mi? Sırası geldiği için söyleyeyim; Heine inandırıcı bir otobiyografi yazmanın hemen hemen imkansız olduğu, insanın kendisi hakkında mutlaka birtakım yalanlar uyduracağı iddiasındadır. Ona göre örneğin Rousseau, itiraflarında mutlaka yalanlar uydurmuş, hatta gururu yüzünden bunu bile bile yapmıştır. Heine’nin haklı olduğuna ben de inanıyorum; gerçekten, insanın bazen sırf gurur yüzünden kendi kendini cinayete varıncaya kadar çeşitli yalanlara bulaştırabileceğini biliyor, bunun ne çeşit bir gurur olduğunu da gayet iyi anlıyorum. Fakat Heine, itirafını topluma sunan biri hakkında yargı veriyordu. Halbuki ben yalnız kendim için yazıyorum; okuyuculara hitap edişim bunun daha kolay bulduğum bir yazış şekli olmasından ileri geliyor”(s.43)

Yeraltından Notlar bir toplumsal eleştiridir, demiştim. Kitabın içerisinde açıkça fark edilen eleştirilerden bazılarına değinmek gerekirse kanımca bunlardan en dikkat çekeni 19. yüzyıl aydınlarına, bazı yerlerde sert bazı yerlerde ise nükteli bir şekilde yaptığı eleştiriler gelir. Çünkü, 19. yüzyıl aydını –özellikle Rusya, Osmanlı, Avusturya-Macaristan bölgelerindeki, batıya öykünen aydınlar- bir bunalımın içerisinde kaybolmuştur. Rönesans ve Reform hareketlerini kendi toplumunun yaşayamayışına hayıflanan, topluma belki de bu sebeple kırgın, çaresiz, kendisini dünyaya hapsedilmiş gibi hisseden ve Avrupa’yı gördüğü için kendisini de o kertede görerek sürekli topluma üstten bakan bir tipten söz ediyoruz. Dostoyevski de kendi çağdaşı olan bu tip aydınlara eserinde değinerek; “Baylar, yemin ederim ki, her şeyi fazlasıyla anlamak bir hastalıktır; gerçek, tam manasıyla bir hastalık. İnsana gündelik hayatını sürdürmesi için gereken anlayışın yarısı, hatta dörtte biri dahi, yeryüzünün en soyut, en inatçı şehri olan Petersburg’da oturmak gibi katmerli bir felakete uğramış, talihsiz on dokuzuncu yüzyıl aydınımıza yeterdi.” ve birkaç satır sonrasında biraz da ironi katarak burjuvalara “Şu halde insan, örneğin içi dışı bir, işadamı denilen kimselerin sahip olduğu anlayışla yetinmelidir.”(s.7) der. Elbette sadece bu kadarla kalmaz ve ağlamaklı, gelmeyeceğini bile bile çevresinden yardım dilenerek kendisini acındırmaya çalışan rezil bir adama benzetir onları. “Baylar, rica ederim, diş ağrısı çeken şu on dokuzuncu yüzyıl aydınının iniltilerine, hastalığının ikinci, üçüncü gününde artık inlemesi, ilk günkü gibi, yalnız diş ağrısından gelen, kaba bir köylünün iniltileri olmaktan çıkıp, şimdikilerin söyleyişiyle ‘topraktan ve halk kökünden’ sıyrılıp medeniyetten, Avrupa kültüründen nasibini almış bir insanın inlemesine dönmüşken bir kulak verin. İnlemesi gitgide çirkinleşir, pis bir hırçınlığa dönerek günlerce, gecelerce devam eder. Bunun bir fayda sağlamadığını, dırlanmalarıyla kendisi kadar başkalarını da boşu boşuna rahatsız ettiğini herkesten iyi bilir; önünde yırtınıp durduğu dinleyicilerin, yani ailesinin ona zerre kadar inanmadığından, bıkkınlık içinde, bu adamın yapmacıklı, şımarık halini bırakarak ıstırabını daha sade, daha tabii bir şekilde ifade edebileceğini düşündüklerinden de haberi vardır. İşte zevk de tüm bunları ve kepazeliğini anlamasındandır.”(s.17) Yazar, büyük ihtimalle bu tür kişilere  ‘ihtilâlci’ olarak tutuklanmadan önce bulunduğu ve ‘yeraltı’ dediğimiz, fikir çatışmalarının sürdüğü çevrelerde rast gelmişti.

Dostoyevski, ayrıca ‘medeniyeti’ idrak edememiş olan insanlara da eleştiri oklarını yöneltmekteydi. Ona göre insanların, kendi deyimiyle ‘basiretli toplum’ düzeyine ulaştıklarında dahi, yani medenî seviyeye yükseldiklerinde de bunu anlayamadıkları için şu anki durumdan daha kötü bir duruma sürüklenmekten başka çareleri yoktu. “İnsan ahmak bir yaratıktır, son derece ahmak! Daha doğrusu ahmak değil de nankördür; eşine rastlanmayacak derecede nankördür. Mesela geleceğin basiretli toplumu arasında yaşayıp giderken, adi ya da daha doğru bir değişle, yüzünden gericilik ve alaycılık akan bir gentleman, durup dururken ortaya çıkıp elini beline dayayarak hepimize, ‘Ne dersiniz baylar, şu usluluğa bir tekme savurup logaritmacıları cehennemin dibine yollasak da, gene eskisi gibi ahmakça, başımıza buyruk yaşasak, nasıl olur?’ diye bağırsa hiç şaşmam. Yine de bu bir şey değil, işin kötüsü hemen izleyici bulmasıdır: İnsanın yaradılışı böyle.”(s.27) Ayrıca medenî olmuş bir insan da Dostoyevski’nin gözünde pek iç açıcı değildi. Öncelikle vahşiliğini, ‘kan dökücü’lüğünü üzerinden atması lazımdı. “İnsan medeniyete kavuşmakla eskisinden daha fazla kan dökücü olmamışsa bile, en azından daha kötü, daha iğrenç bir kan dökücü olduğu kesindir. İnsan, eskiden hak uğruna kan döker, bunun için önüne geleni gönül rahatlığıyla temizlerdi; zamanımızdaysa, kan dökmeyi iğrenç saydığımız halde bu iğrençlikten kendimizi alamıyoruz, hem de eskisinden daha çok. Hangisinin daha kötü olduğuna kendiniz karar verin.”(s.26)

Ayrıca son olarak, romanda beni en çok etkileyen, yine bir isyan ve eleştiriyi içerisinde barındıran bir bölüme değinmek istiyorum. Her birimizin önlerinde taş duvarlar, aşılmaz engeller, mahalle baskısı bulunur ve türlü nedenlerle hayallerimize, ideallerimize ket vurulmaya çalışılır. Bu, bazen bilinçli bir şekilde düşmanlarımız, bazen de bilinçsiz bir şekilde tüm çevremiz tarafından yapılır. İşte Dostoyevski, eserinde bu kalıplaşmış ve örümcek ağıyla kaplanmış beyinlere, sistemlere de değinmektedir. “İmkansızlık bir taş duvar mıdır yani? Nasıl bir taş duvar? Elbette tabiat kanunlarından, tabiat bilgilerinden çıkarılan sonuçların, matematiğin taş duvarı. Biri çıkıp da atalarımızın maymun olduğunu ispat ederse, ister istemez kabul etmek zorundasın. Gövdendeki tek bir yağ damlasının senin için yüz binlerce hemcinsininkinden daha değerli olması gerektiği, erdemlerin, ödevlerin, inançların ve öbür safsataların hep bu sonuca göre çözümleneceği ispat edilirse, yine olduğu gibi kabulleneceksin; itiraz edemezsin, çünkü bunlarda matematiğin iki kere iki dört kesinliği vardır. Biraz itiraz etmeyi deneyin isterseniz. ‘Aman efendim, nasıl itiraz edersiniz, bu iki kere ikinin dört ettiği gibi açıktır.’ diye çıkışırlar size, ‘Doğa size danışmaz; beğenmediğiniz, şahsi istekleriniz ona vız gelir. Tabiatı olduğu gibi, bütün sonuçlarıyla kabul etmek zorundasınız. Duvar, duvardır vs. vs.’ Hey Tanrım, ya herhangi bir sebeple bu kanunlardan ve iki kere ikinin dört etmesinden hoşlanmıyorsam, tabiat kanunlarından, iki kere ikinin dört etmesinden bana ne?”(s.14) dedikten sonra da ilerleyen bölümlerde buna çok güzel bir açıklama yapar: 
“övülmeye değer olan, iki kere ikinin beş etmesidir!”

Kaynakça

Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, ”Yeraltından Notlar”, İş Bankası Kültür Yay., İst. 2016, (Çev. NİHAL YALAZA TALUY)
Suzan Başarslan’ın Yeraltından Notlar incelemesi.

 

 

Yazar
Mehmet Ümit ÇEKİN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen