Zaman zaman görüyordum onu yol kenarında. Elinde bastonuyla gelene geçene belli belirsiz “dur” der gibi işarette bulunurdu. İlk defa karşılaştığımızda da sanırım böyle olmuştu. Bir kış vakti onu böyle belli belirsiz bir ruh hâliyle ilk gördüğümde “Nereye gidiyorsun amca böyle?” demiştim. Köyün ismini söylemişti. Sonra dua ede ede arabaya binmiş ve birlikte o köye doğru âheste âheste yollanmıştık. Söylediğine göre seksen yaşındaydı. Bir oğlu genç yaşta vefat etmişti.
Bu elim hadiseden söz ederken “Oğlumun vefatı bizi çökertti!” demişti. Bir yumruk boğazımda düğümlenmiş, ne diyeceğimi bilememiştim.
Yaşlıydı. Arabaya binerken çok yavaş hareket etmişti. Bu kış vakti bu adam onca yolu nasıl gider, ne ederdi! Neyse ki bugün böyle olmuştu. Ya başka günler…
Söz arasında amcanın diğer çocuklarını sormamıştım. Herhalde gurbetteydi onlar.
Anadolu’nun bu gariban sakinleri, evlatlarını bekleye bekleye, yolları gözleye gözleye ömürlerini geçiriyorlar. Gözlerinin nûru azalmış bu ihtiyarlar insanın kaderinin en berrak hâlidir şimdi memleketimizde. Ömrünü faydasız bir sürü şeyle tüketenler hayatın acı tecrübelerini yudum yudum içen bu ihtiyarların yaşadığı ve temsil ettiği realitenin yanında silik bir gölgeden başka bir şey değildir hakikatte.
Allah bir imkân, bir güç lutfetse de gençlerimizi yaşlılarımıza hizmet etmeye, onlara yardımcı olmaya özendirebilseydik… Hem böylece onlar, gayesiz yaşayan yığınlara özenmek yerine hayatlarını bir insana hizmet etmekle süslerler ve böylece vicdanen de çok huzurlu olurlardı.
Yeniden o amcaya dönmek istiyorum.
Marketten çıkar çıkmaz amcayla bugün de karşılaştım. Sağlık ocağının yakınındaki çeşmenin öbür tarafında bastona dayanmış ve öylece bekliyordu. Zaman zaman elindeki bastonu belli belirsiz uzatıyordu. Sanırım gelen geçen arabalara “dur” demek oluyordu bu…
Amcanın yanında durdum. Nereye gittiğini sordum. Beklediğim cevabı alınca arabaya buyur ettim. Bindiği andan köyündeki evine varana kadar dua üstüne dualar etti. Fakat başlangıçta onun, ilk karşılaşmamızı anlattığım bu amca olduğunu bilemedim.
Muhabbet olsun diye bir şeyler söyledim kendisine. Fakat işitmemişti. Bana dönmüş ve bir süre bakmıştı öylece. Bakışları solgundu. Sol gözü yarı kapalı gibiydi. İhtiyarlığın verdiği o yorgunluk hâli ve güngörmüş insanların yüzlerindeki acı çizgiler onun yüzünde de okunuyordu.
Köye varınca kendisini evinin yakınlarında indirmemi söyledi ama elindeki pazar öteberisiyle amcayı bu hâlde yürütemezdim. Evinin önüne kadar götürmeyi teklif ettim. O, buna dua ederek cevap verdi. Evin önüne gelince poşetleri alıp ve koluna girip evin bahçe kapısına kadar geldik. Amcam, nezaketinden “Buradan sonra el arabasıyla götürürüm!” deyince ne diyeceğimi bilemedim. Koluna girip evin kapısına kadar geldik. Orada elini öpüp vedalaştım. Ettiği o güzel dualara en son “Yerde yatma nûrda yat!” diye bir cümleyi ilave edince ister istemez bir müddet öylece kalakaldım. İlk kez işittiğim bu dua ile içim bir hoş oldu.
Gidenler ne götürdü?
İyilikten, güzellikten başka…
Ey nefsim! Sözün sanadır…