Yeryüzünün Cenneti: Aile Hayatı

‘’Aile Türk toplumunun temelidir.’’ Anayasa

Oğuştan Ocağa, Ocaktan Aileye Anlam Zenginliği

 

   Sözlüklerde aile; aynı evde birlikte yaşayan, en küçüğü karı-kocadan, daha genişi anne, baba, çocuk, akraba ve yakınlardan meydana gelen topluluk, ev halkı. Aynı soydan gelenlerin bütünü, sülale, eş, zevce anlamlarına gelmektedir. Arapça bir kelime olan aile; Evlilik ve kan bağına dayanan, karı, koca, çocuklar, kardeşler arasındaki ilişkilerin oluşturduğu toplum içindeki en küçük birlik; ev, familya karşılığında da kullanılmaktadır. Aile, bir toplumun en küçük topluluğu olup akrabalık ilişkisiyle birbirlerine bağlanan fertlerin bir araya gelmesiyle oluşur. Ev bark; aile, ev ve mesken sözlerini kapsar.

   Anayasa’nın 41. maddesinin 1. ve 2. fıkrası “Aile Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Devlet ailenin huzur ve refahı ile ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar” hükmüyle ailenin önemini vurgulamıştır.

    Türk kültüründe‘’ocak’’ kelimesi, aile anlamıyla da yer alır.  Aile ocağı, baba ocağı, asker ocağı, şifa ocağı, inanç ocağı gibi kültürel değer taşıyan mekânlar ile aile aynı manaya gelecek şekilde anlamlandırılır. Ocak, Türk kültür ve mitolojisinin en önemli unsurlarındandır. Türk milletinin sosyolojik yapısı; oğuş-(aile-ocak), uruk (sülale), oymak -(kabile),  boy-(aşiret-aşiretler toplamı),  budun -(kavim), ulus -(millet) şeklinde teşkilatlanır. Zengin bir mitolojik mahiyet taşıyan ocak, Türk kültür sisteminde kutsallık arz eden önemli anlayışlardan biridir. Ocak sistemi, ateş ve atalar kültü ile bağlantılıdır. Ateş ve ocak birlikteliği, ikisinin de aynı anlamda kullanılmasında etkin rol oynamıştır. Şamanların ayinleri ateşsiz yapmamaları, ateş ruhuna hitaben okudukları ilahilerden anlaşıldığına göre aile ocağı kültü ile ateş kültü birbirinden ayırt edilemez. Şaman dualarında “atamızın yaktığı ocak” ifadesinin kullanılması bu manada dikkat çekicidir.       Ateş, ocağın koruyucu ruhudur. Ocak, evin en önemli unsuru olduğu gibi mecazen ev anlamına da gelir. İstiklal Marşımızdaki; “Korkma, sönmez bu şafaklarda tüten en son ocak.”  Dizesinde geçen ocak, kutsal sayılan ‘ev-aile’ anlamındadır. Bu ocak, aynı zamanda ateş yakılan yer ifadesini de üzerinde taşır. Ocak ve ateş kutlu kabul edilir.

 

   Ailenin Sosyal ve Kültürel Boyutu

 

   Toplumların temel taşı olan aile, farklı kültür ve coğrafyalarda değişiklikler gösterse de mahiyeti itibarıyla özellikleri korumuştur. İlkel toplumlardan günümüz modern toplumuna kadar aile kurumu varlığını sürdürmektedir. Ailenin psikolojik, sosyolojik, hukuki, ekonomik, eğitim ve kültürel boyutları bulunmaktadır. Âşık Paşazâde, hayatın anlamını; “Bu âlemde maksat olan bir kaç şeydir: oğul evlendirmek, kız çıkarmak ve dünyadan imanla gitmek.” sözleriyle açıklar. Sosyal yapısı kuvvetli toplumlarda birlik ve beraberliğinin ana kaynağı ailedir. Aile bütünlüğü, toplumun doğal ve temel birimi olan ailenin korunmasını sağlayan bir ilkedir. Çocuk eğitiminin uzun süreli bir uğraş olması, aile bütünlüğü sağlayan unsurlar arasındadır. Aile hayatı, evlilikten başlayarak neslin devamının sağlanması, çocukların büyütülmesi, eğitimi, topluma ve bütün insanlığa yararlı bir kişi olarak yetiştirilmesi birincil bir görev ve sorumluluk taşır. Bu yüzden aile, yeryüzünün cenneti olarak addedilmiştir. Türk töresinde aile, kutsalların başında gelmektedir. Türk aile kurumu, pederi bir anlayışa sahip olup bu tarihi sürecin günümüzde de yansımaları mevcuttur. Pederî ailede baba söz sahibi olmakla birlikte, annenin de düşüncelerine önem verilir. Aile akrabalığı anne ve baba soyunu birlikte takip eder.

       Bahattin Ögel, Türk ailesinin kültürel kökü, işlevi ve bunların devlet teşkilatına kadar uzanan tesirlerini bir özdeyiş hâlinde izah eder: ‘’Türk tarihinin kökü ve dinamik çekirdeği Türk aile düzeni idi. Devlet teşkilâtının küçük örneği de bu bitip tükenmeyen enerji kaynağı idi. Türk devletlerinin özelliklerini de devletleri kuran bakanlarda değil, eski Türk ailesinin düzen ve zihniyetinde aramak lâzımdır. Türk ailesi, devletin ve ordunun temelidir… Bu sebeple, Türk ailesinin yalnız folklorda değil, Türk tarihinin gelişmesi ve akışı içinde aramak gerekir” sözleri Türk ailesinin bu fonksiyonunu ortaya koymaktadır.’’

  Ziya Gökalp; cemiyeti oluşturan üç temel unsurun aile, devlet ve millet olduğunu belirttikten sonra Türk milletinin köklü ve sağlam bir toplum yapısına sahip olmasının kaynağını bunlara bağlar. Toplumun dayandığı temel unsurun aile, ailenin de yuva ve uygarlık kuran kadının eseri olduğunu ifade eder.

      “Gök kubbeyi devletin, çadırı ise ailenin örtüsü” olarak belirleyen Türk milleti, çadırı ayakta tutan temel direğe ‘’öktem’’ adını vermiştir. Öktem kelimesinin kökü ‘’ök’’,  ‘’ana’’ demek olup sözlüklerde güçlü, kuvvetli ve mert anlamlarıyla bilinmektedir. Aileyle devlet arasında kurulan ontolojik bağ, ev-yuva-ocak-aile anlamlarıyla çadır arasında da sağlanabilir. Zira çadır; kutsal tutulan aile-ev-yuva ve ocak demek olup onu ayakta tutan da ‘’ök(ana)’’dır.

  Dede Korkut Hikâyelerinde kadın;’’ evin dayanağı, misafirperver, fedakâr ve övgüye değer bir insan olarak tanımlanır. Aynı hikâyelerde Dirse Han eşine şöyle seslenir:

‘’Beri gel başımın bahtı, evimin tahtı

Evden çıkıp yürüyünce selvi boylum

Topuğunda sarmaşınca kara saçlım

Kurulu yaya benzer çatma kaşlım

 Çift badem sığmayan dar ağızlım

Kavunum, yemişim, düğleğirn.’’

 Buna karşılık eşi de Dirse Han’a cevap verir:

‘’Beri gel başımın bahtı, evimin tahtı

Han babamın güveysi

Kadın anamın sevgisi

 Babamın, anamın verdiği

Göz açıp da gördüğüm, gönül verip sevdiğim.’’ Eşler arasındaki ilişki öncelikli bir sevgi-saygıya dayanır. Sevgi dolu aile içinde yetişen çocuklar, hayata iyimser bir açıdan bakarak yetişkinlik dönemlerinde aldıkları bu yüksek kültürü yaşatırlar. Aile kültürünü yansıtan bir kitap olarak vasıflandırılan Dede Korkut Hikâyeleri; ahlak, vefa, doğruluk, iffet, namus, sevgi-saygı, bağlılık, tevazu, konukseverlik, cömertlik, iştişare, çalışkanlık gibi Türk milletinin asliyetinde var olan pek çok konuyu işler. Türk ailesinin kendine özgü kimliğini tanımak ve bilmek isteyenler için Dede Korkut Hikâyeleri zengin bir kaynaktır.

  Töre kitabımız Kutadgu Bilig’te de Türk aile kurumu, evlilik, çocuk eğitimi konuları didaktik söyleyişlerle öğütlenir.

   Türk aile sisteminin disiplinli ve denetimci yapısı, askerlik hayatına yansımıştır. ‘’Ordu-millet’’ olmanın dünyada tek örneği olan bu yapı, evlatlarını ‘’vatan-millet-devlet’’ aşkıyla yetiştirir. Bu anlayışa göre vatan borcu, namus borcudur. Türk ailesinin bu özelliği devşirme sisteminde de kendini gösterir. Devşirilen çocuklar, Türk örf ve âdetlerini, Türkçe’yi öğrenmeleri için Türk ailelerine emanet edilirdi. Bu sistem ‘’Türk’e vermek’’ olarak adlandırılırdı.

    Sosyal ve kültürel bir değer taşıyan ailenin hususiyetlerin biri de iç ahenk, saygı ve sevgiye dayanan huzurdur. Bu ahenkli hayat tarzı, aile bireylerinin toplumsal statüsünde belirleyicidir. Böylece topluma yararlı, aşırı bireycilikten uzak, yardımcı, iyiliksever ve hoş görülü insanların oluşturduğu bir cemiyet ortaya çıkar. Aile ortamının sağladığı dayanışma ve kader birliği anlayışını başka bir kurum veya sosyal yapı meydana getiremez.

   Ailenin temel işlevlerinden en önemlisi neslin devanı sağlamak, kültürel değerleri aşılamak, çocukları yetiştirmektir. Toplumun sigortası olan aile, çocukların terbiye edilmesi hususunda azami gayrette bulunur. Annenin birleştirici, babanın koruyucu ve kardeşlerin dayanışması gücü sağlıklı bir toplum yapısını da beraberinde getirir. Aile; kişisel ve sosyal bunalımlardan uzak nesiler yetiştirerek toplumun sorunsuz ve huzurlu olmasına vesile olur. Aile fertleri aynı dili konuşan, gelenek, görenek, inanç gibi ortak manevî değerlere sahip kişiler oldukları için, müşterek kültürleri, dünya görüşleri ve değer yargıları vardır. Her ailede oluşan bu özellikler, daha üst bir milli kimlikte birleşerek ‘’millet’’i var edip milletleşmeyi sağlar.

Ailede Çocuk ve Eğitimi

 

  Hintli Şair Rabindranath Tagore;  ‘’ Doğan her çocuk, Tanrı’nın insanoğlundan hâlâ umut kesmediği mesajını getirir.’’ der. İnsan neslinin devamı çocukların doğması ile sağlanır. Onların aile, çevre ve okullarda aldıkları eğitim sayesinde hem ferdi hem de milli gelecekleri düzenlenmiş olur. Tanrı’nın emanet ve armağanı olan çocuklarını iyi yetiştiren aile ve ülkeler kutlu görevlerini de yerine getirirler. Çocuk gülüşlerindeki enerji insanları hayata yeniden bağlar, hayat onlarla anlam kazanır. Evlerin şenliği çocuklardır.

   Bir köy öğretmeni olan Şefik Sınıg’ın ölüm döşeğindeki son sözleri; ‘’”Bana çiçek getirin, dünyanın bütün çiçeklerini buraya getirin.”  demek olmuştur. Şair Ceyhun Atuf Kansu, Şefik Öğretmenin dilinden şiirleştirmiştir bu sözleri. Bu sözler, dünyanın en güzel çiçekleri olan öğrencilere adanmıştır:

“Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,

Ben köy öğretmeniyim, bir bahçıvanım,

Ben bir bahçe suluyordum, gönlümden,

Kimse bilmez, kimse anlamaz dilimden,

Ne güller fışkırır çilelerimden,

Kandır, hayattır, emektir benim güllerim,

Korkmadım, korkmuyorum ölümden,

Siz çiçek getirin yalnız, çiçek getirin.’’

    Oğullar, atasözlerinde yer bulur: ‘’Ana kızı anaç ata oğlu ataç olur.’’ Ve Dedem Korkut, boy boylar, soy soylar:

“Kız anadan görmeyince öğüt almaz

Oğul atadan görmeyince sofra çekmez

Oğul atanın yetiridir, iki gözünün biridir

Devletlü oğul kopsa (olsa) ocağının gözüdür’’

Çocukların iyi bir eğitim alması, toplumuna hizmet etmesi Türk töresinin bir gereğidir.

Kutadgu Bilig; akıllı bilgili ve güvenilir olmayı öğütler:

‘’Yorı yılkı bolma bilig bil ukuş

Bilig birle sözle yorık tut tilig’’

(Yürü, hayvan olma, akıllı ol ve bilgi öğren; bilgiyle söyle, sözün güvenilir olsun.)

      Devletlerin en büyük yatırımı geleceğe yönelik olanlardır. Bu da çocuklara yapılan yatırım olup eğitim ve öğretim alanlarını içine alır. Eğitimde çocukluk dönemi en önemli safhadır. Kişisel gelişimini almış, sosyal ve zihinsel alanda yetişmiş, ülkesini ve dünyayı anlamlandıran çocuklar insanlığa yararlı olacaktır. Onlar için yapılan eğitim ve öğretim harcamaları tam karşılığını bulur. Eksik kalan veya boş bırakılan tarafların telafisi daha büyük külfetler getirmektedir.

     Eski Türk topluluklarında eğitime son derece önem verilirdi. Her Türk çocuğu zamanın şart ve ihtiyaçlarına göre gerekli bilgileri alırdı. Kendisi ve toplumu ile barışık, kendi kendine yeten, ata binen, kılıç sallayan, ok atan, töreyi tanıyan nesiller yetiştirmek başlıca gaye idi. Alp tipi insan, duygulu, iyilik ve cömertliğe önem veren, büyüklere saygı gösteren… bir ahlâk ve terbiye anlayışını benimsetmek Türk eğitim sisteminin temel özelliklerindendir. Eski şiir metinleri ve atasözleri eski eğitim anlayışını ortaya koymaktadır:

 ‘’ Bilgi bilin ey beyim

Bilgi size eş olur.

Bilgi bilen o ki

Bir gün kutluluğa erer.

  Bilgili kişi beline

  Taş kuşansa cevher olur,

  Bilgisizin yanına

  Altın konulsa taş olur.’’

      Türk  aile eğitiminde oğlan babaya, kız anneye nispet edilerek terbiyelerinden sorumlu tutulurlar. Aşırı hareket eden çocuklar için ”aile terbiyesi almamış” denmesi eğitimde birinci derecede aileyi sorumluluk altına alır.” Anadan saygılı, babadan görgülü ” tekerlemesi yine çocuğun eğitiminde ailenin önemini vurgular. Ataç ve anaç kelimeleri yeni yetişen gençler için kullanılır. İyi yetiştirilen çocuklar için kullanılan bu kelimeler aileye sosyal bir saygınlık kazandırır.” Ata oğlu ataç olur .” sözü oğlanlar için, ”kenarına bak bezini al, anasına bak kızını al.’ sözü ise kızlar için kullanılır. ‘’Ele güne ayıp olur.” annelerin çocuklarına en sık tekrar ettikleri bir öğüttür. El, il devlet; gün, millet anlamındadır. Bu sözü söyleyen anne ;’’ oğlum, kızım yanlış hareket yapma, devlete-millete ayıp olur .” demektedir.              Şımartılan çocukların aileleri toplum tarafından kınanır. Ölçülü ve tutarlı hareket etme her zaman tavsiye edilir.

        Edip Ahmet (12.y.y) Atabet’ül  Hakayık isimli eserinde

 “Mutluluk yolu bilgi ile bulunur.

   Nice kirli şeyler yıkanmakla temizlenir.

   Cahillik, yıkanmakla temizlenmeyen bir kirdir.

    Her işte bilgisizliğin nasibi pişmanlıktır.

    Dinle bilgili ne diyor:

    Edeplerin başı dili gözetmektir,

    Dilini koru dişin kırılmasın”  diyerek mutluluğa ulaşmanın ancak bilgili olmak sayesinde gerçekleşeceğini ifade eder.

Sorunlar ve Sonuç

 

    Aile ile ilk kanun, 25 Ekim 1917’te yayınlanan Hukuk-ı Aile Kararnamesidir. Bu kararname, aile hukuku alanında toplumuuz için ilk örnek sayılır. Kanunda; evlenme yaşı (kızlarda 17- erkeklerde 18 olarak belirlendi.) evlilik, boşanma, kadına boşanma hakkı, nikâh sözleşmesi, baskı altındaki boşanmaların geçersizliği, akıl hastalarının evlenmeline konulan sınırlamalar, iddet süresi, çok eşlilik için ilk eşin izni… gibi hususlar bulunuyordu. Hukuk-ı Aile Kararnamesi gereğince, Osmanlı toplumunda her dini cemaatin ayrı ayrı olan aile hukuku birleştirildi.

    Cumhuriyet dönemimde köklü ve esaslı kanunlar çıkarılacak aile kurumu güçlendirilmeye çalışıldı. Bununla birlikte dünya ve ülkemizde her konuda olduğu gibi aile kurumunda da çok hızlı bir değişim ve gelişimin yaşanmaktadır. Özellikle kırsaldan kentlere yapılan göçler sonucunda oluşan ihtiyaçlar piramidi her açıdan farklılaşma göstermektedir. Beslenme, barınma, kimlik, statü gibi olgular değişime uğramaktadır.

    Geçim sıkıntısından doğan huzurluklar, çatışmalar, kavgalar, boşanmalar ve bunlarından ardından gelen çocuklarda görülen davranış ve tutum sapmaları, gelecek konusunda endişe ve kaygı boyutlarını zorlamaktadır. Aşırı bireycilik, aile içi ayrışmalara, eşlerin ve çocukların birbirine yabancılaşmalarına sebep olmaktadır. Ailenin bir anonim şirket olmadığı bilincinden uzaklaşılmaktadır. ‘’Biz’’ yerine ‘’ben’’ duygusu ikame edilmektedir. Geç yaşta evlenme veya hiç evlenmeme tercihi toplumda hızla yaygınlaşmaktadır. Bu da beraberinde görev ve sorumluluktan kaçma şeklinde gerçekleşmektedir. Öte yandan eş seçimi, evlenme şekli ve çiftlerin yerleşme yeri aile dışında iki birey arasında kararlaştırılmaktadır. Büyük aileden çekirdek aileye, oradan da evlilik akdi olmadan birlikte yaşamaya doğru bir gidiş gözlenmektedir. Uyuşturucu ve alkol tüketimindeki artış gençler üzerindeki bir başka tehlikeyi işaret etmektedir.

  Sosyal paylaşım sitelerinde ve görsel medyada çocuk ve gençlere yönelik subliminal mesajlarla değer ve normlar büyük tahribata uğratılmakta bundan da olumsuz etkilenmeler  doğmaktadır.

   Devlet, büyüme temayülü gösteren tehlike karşısında gereken tedbirleri almalıdır. Anne babalar çocuklarına geleneksel aile eğitimini vermelidirler.

 

Yazar
Ahmet URFALI

AHMET URFALI’NIN ÖZGEÇMİŞİ1955 yılında Emirdağ’da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini memleketinde tamamladı. Üniversite tahsilini, Türkçe, Türk Dili ve Edebiyatı ile Sosyoloji üzerine lisans eğitimi gördü. Yurdun değ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen