Tuna nehrinin Balkan ve Kırım’dan göçenler üzerindeki hatırası çok önemlidir. Aynı Fırat’ın doğu insanımızın gönlündeki kıymeti gibi…
Tuna nehrine Macarlar Duna, Avrupalılar ise Danube (Danuub şeklinde) diyorlar.
Tuna nehrini değişik ülkelerde görmek nasip oldu. Kaynağından çıkalı çok olmamış, yavaş yavaş nehir olmaya başlamışken Ingolstadt, Almanya’da; iki kere kuşatıp bir türlü alamadığımız Viyana’da; büyük bir ovanın tepelik ve dağlık tek kısmı olan güzel Budapeşte’de; Sava ile birleştiği Belgrat’ta ve Ruse ile Giurgui arasındaki sınır kapısında, yani Türklerin ağırlıklı yaşadığı Razgrad’ın kuzeyinde Bulgaristan ile Romanya arasında…
Tuna denince aklınıza ince bir suyolu gelmesin, neredeyse Boğaz genişliğinde devasa bir nehirden bahsediyoruz, üzerinde ciddi taşımacılık yapılan bir suyolu.
Adına şarkılar türküler yazılmış, çocuklarımıza ismini verdiğimiz bir nehir.
Budapeşte’de Macarların tabiriyle Duna her şey demek. O mutheşem suyolunun etrafını inci gibi donatmışlar. Yakınında veya uzağında 5-6 kattan daha yüksek bir bina görülmüyor. Muhteşem Budin kalesinin içerisine gözlere zevk veren bir saray inşa etmişler. Nehir boyunca sayısız estetik binalar, kiliseler, evler.
Osmanlı döneminden kalma hamamlarda hala varlıklarını koruyor. Şaka gibi ama Budin tam 150 yıl Osmanlı egemenliğinde kalmış. Bizi misafir eden Dr.Renyi, Türkiye’ye geldiğinde kendisine hep bundan ve komşuluktan bahsedildiğini söylüyordu. Ben de benzer bir ifadeye yeltenince, kendilerinde bu 150 yılın hatırasının çok ta iyi olmadığını laf arasında ağzından kaçırdı.
Yakın zamanda Slovenya ve Hırvatistan’a da gitme imkânı buldum. Her iki ülkede de biz Türklerin etkisi olmuş. Mesela Ljubljana’daki kale Türklerden korunmak için güçlendirilmiş. Hırvatistan’da ise Split Venediklilerin elinde kalırken çevresi tamamen bizde imiş.
1877-1878 Rus harbine kadar en azından Kırımın Batısı Osmanlı toprağıdır. 1908 yılına kadar Bosna Hersek, Türk toprağıdır. 1912-1914 Balkan savaşına kadar Makedonya, Karadağ, Arnavutluk, Selanik, hatta anlaşmalı da olsa Bulgaristan Osmanlı egemenliği altındadır. Yani Tuna nehri Osmanlı topraklarının en azından sınırını oluşturmaktadır.
Yeşil Tuna üzerindeki zincirli köprü. Budapeşte…
Balkanlarda kaç yıl hüküm sürdüğümüzü aşağıda görebilirsiniz…
Arnavutluk 1468 – 1912
Bosna Hersek 1463 – 1908
Bulgaristan 1352 – 1878
Hırvatistan 1493 – 1699
Macaristan 1526 -1699
Romanya 1541 – 1826 (hep yarı özerk olmuş)
Sırbistan 1389-1867
Yunanistan 1460 – 1832
Bu süreleri görünce aslında Balkanlar ve Rumeli’deki toprakların kaybının öz vatan toprağının kaybı olduğunu bir kez daha anlıyor insan.
Balkanlarda Türklere karşı, bizim aydın kesimimizin Osmanlı’ya beslediği antipatiye benzer bir hissiyat var. Bunun iki sebebi var. Nobel ödüllü yazar İvo Andriç’in “Drina Köprüsü” kitabını okuyan herkes bu nedenleri hisseder.
Geri kalmışlığı temelde Osmanlı hâkimiyetine bağlarlar. Mesela Visegrad Avusturya’lılara geçtiğinde yollar yapılmaya başlar. Eğitim için Saraybosna ve Viyana’nın yolları açılır.
İkincisi ise Osmanlı’nın Balkanlardaki zaferleri ve kurduğu devşirme sistemi. Mesela Macarların başına şanssız bir hadise geldiğinde;
“Mohaç’ta daha kötüsü olmuştu…” şeklinde deyişleri var. Mohaç’ta Macar ordusunun neredeyse tamamı yok edilmiş. Kosova savaşının Sırplar üzerinde hala çok derin etkisi var.
Genç ve zeki çocukların annelerinden alınıp Osmanlı Enderun’una alınmaları da yüzyıllardır dillendirilen buruk hikâyelere ve gönül kırgınlıklarına neden olmuş. Düşünsenize Sokollu Mehmet Paşa dahi annesine el salladığı Drina nehrini unutmamış ve üzerine kendi adını taşıyan taş köprüyü yaptırmış.
Anneannemin dedesi ailesiyle birlikte 1877-1878 (hicri 93 harbi) Rus harbinde Kırım’dan Balıkesir bölgesine gelmişler. Şimdi onları düşündüğümde yurdunu bırakmak ne kadar zor olsa gerek…
Muhafazakâr gençleri derinden etkileyen “Sakarya Türküsü” şiirinde bu özlemi çok güzel anlatan iki mısra ile bitirelim…
“Nerede kardeşlerin cömert Nil, yeşil Tuna,
Giden şanlı akıncı ne gün döner yurduna!”