Yiğit Türkler Yitik Türkçe (2)

Evvelki yazımızda özellikle Cumhûriyet’in kuruluşundan Atatürk’ün vefatına değin Türkçe’nin, dilimizin tarihi gelişimi ve yer yer değişimi ile alâkalı kısa bir değerlendirme yapmıştık. Atatürk’ün vefatı ile virgül koyduğumuz noktadan günümüze kadar geçen süre zarfında Türkçe’nin yaşadığı serüven ile ilgili yine kısa bir hatırlatma ve değerlendirme yapmakta faide var.

Atatürk’ün vefatı ertesi Güneş Dil Teorisi rüzgârıyla da olsa bir nebze durulan “öz Türkçecilik” yâhut “dilde tasfiye”  hareketi İnönü’nün Tek Parti iktidarı dönemiyle birlikte yeniden alevlenmiştir. 1939 senesinde yaklaşık olarak 5000 yeni “öz Türkçe” terim okul kitaplarına koyularak yeni nesillerin bu yeni “öz Türkçe” terimlerle eğitilmesi için bir adım atılır. Daha sonrasında bu “öz Türkçecilik” hareketi bütün hızıyla devam eder. 1945 senesinde “Teşkîlât-ı Esasiye Kanunu”nun yerini “Anayasa” alır. Anayasa içerisindeki birçok kelime yerini yeni “öz Türkçe” kelimelere bırakır: Vilâyet – İl, Kazâ – İlçe, Hâkim – Yargıç gibi. Hatta bu değişimi tam anlamıyla idrak edebilmek için Anayasa içerisindeki bir maddeyi eski-yeni bağlamında mukayeseli olarak görmek faideli olacaktır:

Madde 61(Eski): Vazifelerinden münbais hususatta İcra Vekilleriyle Şurayı Devlet ve Mahkemei Temyiz rüesa ve azasını ve Başmüddeiumumiye muhakeme etmek üzere bir (Divanı Âli) teşkil edilir.

Madde 62(Yeni): Bakanları, Danıştay ve Yargıtay başkanları ve üyelerini ve Cumhuriyet Başsavcısını görevlerinden doğacak işlerinden dolayı yargılamak için Yücedivan kurulur.”

Anayasa’da kullanılan bu yeni kelimeler zamanla halk nazarında da kabul açısından dilin değişimini beraberinde getirecektir. Hatta bugün, bu satırları okuyanlar için yeni maddenin içeriği daha tanıdık ve anlamlı gelecektir. Ancak Moğolca’dan mülhem “-tay”ların ne derece “öz Türkçe” olarak dilimize sokulduğu da ayrı bir konu olarak karşımızda duruyor.

 TDK mârifeti ve Tek Parti eli ile dilde gerçekleştirilen bu değişiklikler, özelikle Demokrat Parti’nin kurulması ile beraber muhaliflerin bu konuda artık seslerini yükseltmelerini de sağlamıştır. İstanbul Muallimler Birliği’nin 1948 senesinde Adnan Adıvar’ın başkanlığında ve Nihad Sami Banarlı, Halide Edip Adıvar, Sadri Maksudi Arsal, Şekip Tunç, İsmail Habib Sevük gibi isimlerin katılımı ile gerçekleştirdiği Birinci Türk Dili Kongresi’nde; “Tdk’nın Türk dilinin doğal gelişim sürecine daha fazla müdâhale etmemesi, Kurum’un Milli Eğitim Bakanlığı’na gönderdiği dili özleştirmeyle ilgili telkinleri durdurması, Bakanlığın uydurma kelimeleri ders kitaplarına koymaya son vermesi, siyasetin dille karıştırılmaması ve millî kültürün zengin kaynaklarının nesilden nesile aktarılması için gerekli tedbirlerin alınması” çağrısında bulunulmuştur.

1950 senesinde büyük bir zaferle iktidara gelen Demokrat Parti ile birlikte TDK ve CHP dönemi dil politikaları terkedilmeye başlanır. Evvelâ TDK ile CHP bağını koparmaya yönelik adımlar atılır. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri, tüzüğe göre makamının “Tabiî Başkan”, İsmet İnönü’nün ise “Koruyucu Başkan” olarak yeraldığı TDK’nın tüzüğünün değişmesi için çaba sarfeder ve değişen tüzük ile beraber kurumun yarı resmî statüsü sona erer. DP iktidarı TDK ile ilgili müdahalelerini bununla sonlandırmaz. Kadrolarının büyük çoğunluğu hâlen “öz Türkçeci”lerden oluşan kurumun Yönetim Kurulu’na 1949’dan 1954’e kadar Nihad Sami Banarlı, Hasan Eren, Ahmet Caferoğlu, Muharrem Ergin ve Abdülkadir Karahan gibi gelenekçi isimler üye olarak seçilir. Ancak gelenekçi isimlerin kurumun politikalarında yeteri kadar etkili olamamaları nedeniyle, 24 Ekim 1952 senesinde Millî Eğitim Bakanı Tevfik İleri’nin de desteklediği ve “ TDK’nın bilimsel kimliğini yitirmesi, günlük politik oyunların bir aleti olması ve milli dile bilinçli olarak verdiği zarar” gerekçe gösterilen yasa tasarısı ile TDK’ya bütçeden ayrılan pay ortadan kaldırılır.

DP, hem bir siyâsî intikam olarak kabul edilebilecek hem de dildeki “öz Türkçecilik” kalıntılarını olabildiğince yok etmek adına geçmişte okul kitaplarında ve belli kurum ve makam isimlerinde yapılan değişiklikleri yaptığı zıddı değişiklikler ile ortadan kaldırır: Bakan – Vekil, Başbakan – Başvekil, Savunma – Müdâfaa, Dışişleri – Hâriciye, İçişleri – Dâhiliye, Eğitim – Maarif, Bayındırlık – Nafia, Tarım – Ziraat gibi. “Tevfik İleri, tüm konuşma ve demeçlerinde kendisinin ve hükümetinin ‘öz Türkçe’ kelimelere karşı olduğunu, dilin özleştirilmesi değil sadeleştirilmesi taraftarı olduklarını ve okul kitaplarının gereksiz ‘öz Türkçe’ kelimelerden temizlenmesi gerektiğini açıkça belirtir.” Artık dilde ‘öz Türkçe’ yahut ‘arı Türkçe’ söylemleri, yerini sade Türkçe söylemlerine bırakacaktır.

Demokrat Parti devrinde dil üzerine yapılan çalışmalardan biri de anayasa dilinin değiştirilmesi ile alâkalıdır. Fuat Köprülü’nün Anayasa’nın yaşayan dilden oluşması gerektiğini vurgulayan bir tasarıyı Meclis’e sunması ve bu tasarının 1952 senesinde kabulü ile beraber Anayasa içerisindeki birçok kelime değişime uğramıştır: Güven – İtimat, Tek Başına – Münferit(en), Açık – Alenî, Kesin – Kat’i, Yetki – Selâhiyet, Sanık – Maznun gibi.

1960’ta yapılan darbe ile ile beraber dilde sadeleşme adına yapılan tüm değişiklikler 1950 senesinin öncesine dönülmek yoluyla silinir. TDK’ya bütçeden yeniden pay ayrılmaya başlanır, okullarda ‘öz Türkçe’ kelimelerin yeniden yaygınlaştırılması adına teşvikler uygulanır; Milli Eğitim Bakanı İbrahim Öktem’in 1964’te gönderdiği genelge ile okullarda “Arı Dili Yayma Kolu”  kurulmaya başlar. Ancak 1965’te Adalet Partisi’nin iktidara gelmesi ile beraber dil politikaları yeniden değişir ve Demokrat Parti’nin dil politikaları benimsenerek devam ettirilmeye gayret edilir.

12 Mart 1971 askeri müdahalesi ile beraber, ‘öz Türkçecilik’ hareketinin hararetli savunucularından Nihat Erim’in Başbakan olması ile birlikte dil politikalarında ibre yeniden yön değiştirir. Özellikle CHP’nin iktidarda olduğu dönemde dilde özleştirmecilik hareketi hız kazanır. Bülent Ecevit gerek radyo ve televizyon gerek de halka açık konuşmalarında ‘öz Türkçe’ kelimeleri sıklıkla kullanmak yoluyla, dilde birçok kelimenin yerine başka kelimeler yerleştirme gayretinde olmuştur: İmkân – Olanak, İhtimal – Olasılık, Teşhis Etmek – Saptamak, Şehir – Kent gibi.

12 Eylül 1980 askeri darbesi evvelki darbelere kıyasla bu kez dilde gelenekçi/muhafazakar olan kanadın lehine sonuçlar doğurur. Öztürkçeciliğin daimi savunucusu olan TDK, kurulan Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’na bağlanarak Başbakanlık içerisinde bir resmî devlet kurumu hüviyeti kazanır. 1984 senesinde daha önceki TDK tarafından ortaya konan yaklaşık 205 ‘öz Türkçe’ kelime TRT tarafından “sakıncalı kelimeler” listesine alınarak, radyo ve televizyonda kullanımı yasaklanır: Öngörü, Biçem, Doğa, Evrensel, Dinsel, Devrim, Barış, Emek, Sömürü gibi.

Buraya kadar, kısa da olda bir çerçeveye oturtmaya gayret ettiğimiz dil politikalarını değerlendirdiğimizde; genellikle dilin sol – sağ, muhâfazakârlar – modernistler çatışmasının hareket alanı, koz paylaşımı ve bir sonucu olduğunu görüyoruz. Günümüzde Türkçe’nin kullanımı ile alâkalı yaşanan birçok problem geçmiş dönemde,  bir önceki yazımızda da ifade ettiğimiz üzere “yaşayan, nefes alan”, dil üzerinde yapılan ameliyatlar kaynaklıdır. Bugün mağaza isimlerinden, televizyonda, yeni nesil tarafından iletişimde kullanılan dil, Türkçe olmaktan çok uzaktır. Geçmişte yaşanan dil buhranları bugün yeni nesile dil şuurunu verebilmenin önündeki en büyük engeldir. Dilin savunma mekanizması büyük zarara uğramış, güreş tabiri ile “kündeye getirilmiş” vaziyettedir.

“Ok”, “bye” merkezli mesajlaşmalar, yapılan her harekete verilen “start”lar, kahkaha dolu “talk show”lar, giyilen “ t- shirt” ler, içilen “milk shake”ler, gönderilen “mail”ler, araç kiralamakta kullanılan “rent a car”lar ve daha nicesi. Türkçe bugün küreselleşme ve kapitalizm rüzgârı altında bir İngilizce/Amerikanca istîlâsı ile karşı karşıyadır. Dil belki de ‘öz Türkçecilik’ hareketinden daha kötü bir haldedir. Ancak geçmişte ‘öz Türkçecilik’ karşısındaki şuurlu isimlerin bugün yerinde yeller esiyor.  Bugün yazımızın başlığında da kullandığımız üzere Yiğit Türklerden Yitik Türkçe’ye giden karanlık bir güzergâh üzerindeyiz.

Yazar
Fatih AKMAN

Fatih Akman, 1992 yılında Zonguldak'ta doğdu. Baba tarafından Karabüklü, anne tarafından ise Bartınlıdır. İlkokulu Ziya Gökalp İlkokulu'nda, ortaokul eğitimini ise Kilimli Cumhuriyet Ortaokulu'nda bitirdi. Atatürk Anadolu Lisesi'nde ba... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen