Yıldırım GÜRSES
Saygı ve rahmetle anıyoruz.
Yıldırım Gürses, 21 Ocak 1938 tarihinde Bursa’da doğmuştur. Babası Ziraat Bankası memurlarından Nasuhi Bey ve annesi Müeyyet Cevriye hanımdır. Ablasının adı Cahide’dir. Babası ud çalar ablası söylerdi. Bu da küçük Yıldırım’ın ilk müzik eğitimi oluyordu. Bu arada şarkı söylemeyi, usul ve uslubü öğreniyor ve biraz da kanun çalıyordu.
İlk okula babasının tayin olduğu Bursa Yenişehir’de başladı, sonra yine Bursaya gidince orada devam edip Çelebi Mehmet Ortaokulundan sonra Bursa Erkek Ticaret Lisesi’nden mezun oldu. Sonra Ankara İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisi’ni kazanarak üniversite eğitimine Ankara’da devam etti ve bu üniversiteden mezun oldu. Lise döneminde Türk Musikisi Cemiyetin’de çalışmalara başladı. Aynı dönemde Ticaret Lisesinde konserler vermiştir. Üniversitede okurken bir yandan da türk ve batı müziği dersleri aldı.
1959 yılında Ankara Devlet Opera imtihanına girdi ve Türkiye birincisi oldu. Opera’da 7-8 ay çalıştıktan sonra ayrıldı ve TRT sınavını yine üstün başarıyla kazanarak çalışmalarına burada devam etti. Radyodaki çalışmaları sırasında beste yapmaya da başladı.
“İçime Hep Hüzün Doluyor” adlı şarkısı ilk bestesidir. Ardından sesini geniş kitlelere duyurmasını sağlayan “Gençliğe Veda” adlı şarkısını besteledi.1964 yılında radyodan ayrıldı ve gazino çalışmalarına başladı, ardından İstanbul’a yerleşti.
1965 yılında, Hürriyet Gazetesinin yaptığı ilk Altın birinciliği kazandı. Altın Mikrofon’daki bu başarının ardından Yıldırım Gürses, çalışmalarına hız verdi. Sanatçı popüler müziğin en önemli isimlerinden biri haline geldi. “Son Mektup”, “Mazideki Aşk”, “Bir Kırık Kalp”, “Bir Garip Yolcu”, “Sonbahar Rüzgârları” parçaları ile başarı yakaladı. 80′lerin başında Ajda Pekkan ile birlikte “Affetmem Asla Seni” ile yeni bir hamle yaptı. Aynı albümde yer alan “Dertliyim Arkadaş” ve sonra çıkan “Eller Eller” ile “Gül Dudaklım” sanatçının ses getiren şarkıları oldu.
Yıldırım Gürses’in diğer önemli şarkılarından bazıları şunlardır; Mevsimler Yas Tutup Çöller Ağlasın, Liseli Kız, Çal Kanunum Çal, Mazideki Aşk. Aynı zamanda Arif Nihat Asya’nın Fetih Marşı isimli şiirinin sanatçı tarafından yapılan yorumu çok beğenilmiştir. Yıldırım Gürses’in önemli bestelerinden biri “İçime hep hüzün doluyor” sözleriyle başlayan Rast makamındaki şarkısıdır. Sanatçı, bestekar Yıldırım Gürses’in 30′a yakın albümü ve 350 bestesi bulunmaktadır.
1980 yılında TRT’de Türk Hafif Sanat Müziği korosun da şeflik yaptı. Yıldırım Gürses sanatçı Emel Sayın ile birlikte Neşe-i Muhabbet Müzikalini gerçekleştirdi, müzikal Yıldırım Gürses’in bestelerinden oluşmaktaydı, müzik direktörü de Yıldırım Gürses’ti.
1986 yılında kendisi kurucu ve başkan olmak üzere ekibi ile birlikte MESAM’ı kurdu ve böylece Türkiye’de ilk kez bestekar ve söz yazarlarının haklarını koruyan Türkiye Musıki Eseri Sahipleri Meslek Birliği adı altında bir meslek birliği kurmuş oldu.
1962 yılında kendisi gibi TRT ses sanatçısı olan Ayla Gürses’le evlendi. Yıldırım Beyazıt (d.1971) adında bir oğlu vardır.
Yıldırım Gürses, 18 Kasım 2000 tarihinde 62 yaşında kalp krizi sonucu vefat etti.
45’lik plakları : anım İstanbul 1969 – Yıldırım Gürses – Sonbahar Rüzgarları & Eski Sevda 1971 – Yıldırım Gürses – Bir Garip Yolcu & Aşkına Doyum Olmaz 1971 – Yıldırım Gürses – Karanlık Dünyalar & Beni Sevdiğini Kuşlar Söyledi 1972 – Yıldırım Gürses – Gurbet & Aşkımın Vebali 1972 – Yıldırım Gürses – Yorgun Yıllar & Son Sözün Bu Mu
Albümleri : 1978 – Yıldırım Gürses – Gencliğe Veda 1979 – Yıldırım Gürses – Takvim Yaprakları 1983 – Yıldırım Gürses – Hoş Sada 1 1983 – Yıldırım Gürses – Güller Ağlasın 1984 – Yıldırım Gürses – Hoş Sada 2 1986 – Yıldırım Gürses – Çoban Yıldızı 1989 – Yıldırım Gürses – Mavi Boncuk 1992 – Yıldırım Gürses – Sil Baştan 1999 – Yıldırım Gürses – Anılarla Yıldırım 2000 – Yıldırım Gürses – Yelkenler Biçilecek
Yıldırım Gürses’in 300 civarında bestesi bulunmaktadır.
Yukarıdaki yazı https://www.biyografi.net.tr/yildirim-gurses-kimdir/ sayfasından alınmıştır.
İlker ŞATANA’nın Yıldırım GÜRSES’le Yaptığı Röportajı
Yıldırım Gürses : “Musiki Allah’a Müteallik Olduğu vakit hayırlı olur”
– Yıldırım Bey, yaşamınızı kısaca öğrenebilir miyiz?
Ben Bursa’da doğdum babam Bursa’da Ziraat Bankasında müdürlük yaptı. O tarihlerde aynı zamanda başka bir meşguliyeti vardı. Dini Musikiyle uğraşıyordu. Kendisi aynı zamanda hafızdı. Profesyonel olmasa dahi mevlitlere giderdi ve çok güzel Kur’an ve Ezan okurdu. Yani açıkçası, ben doğduğum vakit kendimi musikinin içinde buldum. Bunun yanında çok güzel ud ve keman çalardı. Klasik Türk Müziğini çok iyi bilirdi. Tasavvuf Musikisini bilirdi. Dolayısıyla ben evimde adeta bir konservatuar eğitimi gördüm. Ablamın sesi güzeldi. Evimizde zaman zaman oturur, klasik Türk Müziğinin güzelliklerinden hep beraber okur ve dinlerdik. İlk orta ve lise tahsilimi Bursa’da tamamladım. Bu ara Bursa’dayken, Musa Efendinin de talebesi oldum. Kendisi müftü yardımcısıydı. Aynı zamanda 3-4 dil bilen fevkalade ilim ile teczid edilmiş bir zatı muhteremdi.
Tasavvuf musikisine adımımızı Dini Musikiyle attık. Zaten işin özü de bu. Nasıl batının klasik müziği kiliselerden doğdu ise Camilerden ve Tekkelerimizden Milli Musikimiz doğmuştur. Babam çok saygın bir insandı. Aslında ses, bize 3-4 göbekten intikal etmektedir. Babamın babası İsmail Hakkı Ankara, kendisi Çanakkale’de şahadet mertebesine erişti. İnanılmaz güzellikte bir sesi olduğunu söylerdi babam. Hatta Harbiyede talebeyken sabah ezanlarını okurmuş. O ara Yıldız Sarayında Abdülhamit Han, tabii ki şimdiki gibi trafik ve gürültü olmadığı bir dönem o güzel sessizlik içinde dedemin sesini duymuş, çeşitli yerlerden bir takım güzel sesli hafızlar getirilmiş. Hayır aradığım bu değil demiş. Sonrada dedemi bulmuşlar. Daha sonraları dedem sarayın muayyen günlerinde sarayın özel atı gelir ve dedemi alırmış. Dedemde sabah ezanlarını özel günlerde de öğlen ve bayram ezanlarını okurmuş. Daha sonra Çanakkale’de şahadet mertebesine ulaşmış.
Babam Ezan-ı Muhammedi’ye Hafız Sami’den öğrenmiş. Beraber Caminin şerefesine çıkarlarmış. Önce Hafız Sami sonra babam okurmuş. Hatta peynir şekeri vardır bilir misiniz? O küçük peynir şekerlerini her okuyuşta sesi daha güzel çıksın diye ağzına atarmış Hafız Sami Bey. Dolayısıyla mütedeyyin çok aklı başında bir cemiyette yetiştik. Bursa çok güzel bir şehir. Şimdi o dünyanın en güzel yerini katlettiler. Suyu, yeşili, insanlarıyla harikulade bir şehirdi ve ben hatırlarım Ramazan günleri inanılmaz güzellikte olurdu. O tarihlerde başlı başına bir olaydı Ramazan.
– Günümüzde icra edilen Türk Müziği hakkında ne dersiniz?
Vallahi günümüzde Türk Müziği icra ediliyor mu? Önce onu sormak lazım. Biliyorsunuz şu anda çok iğrenç lafları, güfteleri, sözleri, musikisiyle bize ait olmayan tam manasıyla batının iğrenç modeli olan bir müzik yapılmakta. Medyada bu kabil müziklere çok yer vermektedir. Çünkü ucuzdur. Düşünebiliyor musunuz? “Ebabil bir kuştur sözünden dönen…” diye böyle iğrenç bir güftenin işlenmesi gene bu diğerlerinin yanında çok halim selim kalıyor. Daha ne laflar, ne güfteler, ne saçmalıklarla çocukların, genç nesillerin beyinlerini tahrip ediyorlar. Bunları kalkıp bu şekilde yayınlayan, sanki gerçek müzik buymuş gibi Türk gençliğini rahatsız eden camiaları suçluyorum. Türk musikisi ise son derece büyük bir duraklama içerisindedir. Farkındaysanız besteciler küstürülmüştür. Üretim durmuştur. Bunun yanında solistler büyük enflasyon halindedir. Türk musikisi çingenelere, homoseksüellere, belden aşağı insanlara teslim edilmiştir. Eğlence dünyasında darbukatörler sıra sıra gelmektedir. Herkes kendi nefsinin kavgasını yapmaktadır.
Devlet Halk dansları bile o güzelim folklörümüzü bırakmış çifte telli ile, çingene tarzı oynamak zorunda kalmıştır. Bu da Türk Musikine yapılmış hainlikten başka bir şey değildir. Benim kanaatime göre de Kültür Bakanlığı da bu işe sahip çıkmamaktadır. Operalara 300-400 milyar ödenek ayrılan Kültür Bakanlığından 30-40 milyar Türk Musikisi’ne ayrılması bile fazla görülmüş onlar tarafından kaldırılmıştır. Belgeler elimizdedir. Bunları anlamak çok güç, Milli Musikimizi terennüm eden makamıyla, ritmiyle ve ifadesiyle İslam Türk sentezi içerisinde bestelenmiş olan devlet bakanlığının himayelerinde yapılan Türk Müziği Çocuk şarkılarını da yok etmişlerdir. Ve ilaveten, bazı batı misyonerleri de bize cephe almışlardır. Hatta yasaklananların bir tanesinde “Söyle bana Ayşe nine Anadolu nerededir” diyor. Ayşe nine diyor ki “Köylerinde sezan varsa her köyünde ezan varsa beş vaktinde ezan varsa orası Anadolu”dur. Şimdi içinde geçen ezan kelimesi yüzünden bu şarkıyı yasakladılar. Aslında bana kalırsa Türkiye’deki maddi değil manevidir. Manevi boyutlu bir enflasyon yaşıyor Türkiye. Çocuklarımıza verilecek en güzel mesaj musikiyle olacaktır. Musiki insanın gönlüne giden en kestirme yoldur.
Cenab-ı Hak dünyayı ikili bir düzende yaratmıştır, alternatifsiz değil. Dünya alternatif üzerine yaratmıştır. Farkındaysanız artının eksisi, gecenin gündüzü, sabahın akşamı, hayrın şerri vardır. Bunların hepsinin birbirine muvazenesinden dolayı kainattaki organizasyon ayakta durmaktadır. Dolayısıyla Cenab-ı Allah meleklerin karşısına şeytanı vermiştir. Buna göre her şeyin hayrı ve şerri olduğuna göre musikinin de hayrı ve şerri vardır. Musikinin şer olduğu hakkındaki hadislerin doğru olduğuna inanmıyorum. Ve ilaveten, musiki Allah’a müteallik olduğu vakit Allah’a müteallik olan her şeyin ben hayır olduğu gibi hayırlı olacağı kanaatindeyim. Mesela içki içerken de yanında kavun, peynir yiyorlar, burada kavun ve peynirin günahı ne? Dolayısıyla gerçek musiki insana kötüyü değil iyiyi verir.
– 80’li yıllardan sonra piyasada pratiğine rastladığınız İslami sesli yayıncılık hakkında düşüncelerinizi alalım.
Bazı insanlar İslam’la teşerrüf etmeden önce kendini uçurumlardan aşağı yuvarlayarak ibadet etme yolunu seçmişlerdir. Bu da bir ibadet ve inanç yoludur. Bu işi gerçekleştiren çocuklarımız, bir şey öğretmediği halde kendi düşünceleri içerisinde , etraflarına mesaj verme düşüncesiyle içinde doğan doğal bir duyguyla Allah’a müteallik bir musiki yapmaktadır. Batı musikisinde organizasyona kulakları alışmış olan gençlerimize artık bizim musikimizin tonları ve icra tarzı hafif gelmektedir. Yani davula, orga, armoniye alışmış olan genç nesil sadece bir ud ve tamburla bu müziğe duydukları vakit onlara yavan gelmektedir. Bu bakımdan çocuklar eğer armoniyle, bastla davulla böyle bir müzik yapıyorlarsa, hele bunun içerisinde vermek istedikleri güzel mesajlar varsa bunun yanlışındaki suçu çocuklara değil bize yıkmak lazım. Çünkü biz, çocuklara kadar ulaşıp gerekli eğitim veremedik ki. Çocuklar kendi yollarıyla ibadeti araştırıp gerçek yolu bulmak üzereler. Bu çocuklar bizim kardeşlerimiz ve inançlı çocuklar. Himaye altına alınmaları gerektiğine inanıyorum. Bu bakımdan ben bu delikanlıları kutluyorum. Sakın ha bu çocuklara aman efendim İslam müziği batı türü aletlerle olur mu demeyin. Orada verilen mesaj önemlidir ve tekrar ederim ki Allaha müteallik olan her şey hayırlıdır. Gönül ister ki kardeşlerimize sahip çıkalım. Bunlara daha güzelini yapma yollarını gösterelim. Kayıtlarıyla aranjmanlarıyla şiirleriyle yapısıyla birlikte. Hatta bestecilik yapılarıyla da güzel şeyler yapılsın istiyorum. Ve işlenmişlerdir. Tolerans çok önemlidir. Namaz kılarken, oruç tutarken, hacca giderken vs. her şeyin başında niyet esas alınır.
– Manevi enflasyondan bahsettiniz bunu biraz açar mısınız?
Efendim, ben tekrar tekrar söylüyorum Türkiye’deki enflasyonlar dalgalanmalar senelerdir yanlış eğitimin bir sonucudur. Biz çocuklarımızı mekanik bir şekilde sadece matematik fizik veya İngilizce öğretmek için uğraşıyoruz. Sevmek denilen o en güzel duyguyu ki Cenab-ı Allah kullarını yaratırken kendinden koymuş olduğu tek sevgidir. Ve insan sevdiği oranda kemaliyete ulaşır. Acaba verebiliyor muyuz? Bizim gibi ibadet eden gence ihtiyacımız olduğu kanaatindeyim. Yoksa matematik fizik geometri nasılsa öğrenilir. Ancak çocuğa güzel huyları 3-5 yaşında öğretirsek zannediyorum o çocuk faydalı olur. Hemen misal vermek istiyorum. Benim küçük bir yeğenim var. Fevkalade matematik ve fizik bilgisi var, girdiği imtihanlarda da çok yüksek puan tutturdu. Geçenlerde kendisine bir şey dedim. Bana dedi ki “saçmalama” şimdi bu bende şu çağrışımı yaptırdı. Keşke yeğenim 100 puan almasaydı da Türk milli kültürüne uygun konuşma tarzını öğrenseydi.
– İsterseniz birazda sosyal ve siyasal meselelerden bahis açalım. Türkiye’nin geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sorunuza bir anımla başlayarak cevap vermek istiyorum. Geçmiş yıllarda bir Amerika gezimde şöyle bir olaya rastladım. Kitap-ı Mukaddes, Amerika’da pek çok büyük şirketlerin, büyük mağazaların kataloglarında yer alıyor. İşte Cola şu kadar, Ayran şu kadar diye. Bu katalogları Amerika’da birçok yer Kitab-ı Mukaddesleri basanlara bastırır. Bunlarla katalogun içerisine kendi fikirlerini eklerler. Şöyle bir yazı gördüm. Ben: “Dikkat sarıklılar geliyor” Fatih Sultan Mehmet’in çok çirkin bir resmi vardı üzerinde. Diyor ki: “Farkındaysanız Türkler ne vakit tehlikeli bir şekilde ekonomik, sosyal ve kültürel alanda ayağa kalksalar Hıristiyan alemi için çok büyük bir tehlike oluşturmuştur”. Mesela Türkler bu alanlarda ayağa kalkmış, koskoca Doğu Roma İmparatorluğunu yıkmış.
Eğer Fatih Sultan yaşasaydı Batıyı da yıkacaktı. Dolayısıyla bunların hücumları Batıya değil Batının dininedir. Bunlar Hıristiyan düşmanlarıdır. Onun için biz Türkleri Ortak Pazara mı alacağız? Kafalarına ne sokacağız bunların.
Türklerini ve İslamiliklerini nasıl unutturacağız? Filmlerle mi? Kitaplarla mı? Gazetelerle mi ulaşacağız? Ne ile ulaşacaksak ulaşacağız, bunların o değerlerini unutturacağız. Ve bu adamları batının potasında eriteceğiz. Yoksa “Türkler geliyor, Sarıklılar geliyor” başlığı altında bir yazı bu adamları okumuştum. Bende çok büyük tesir yaratmıştı. Yani adamlar kısaca bizim ayağa kalkmamızı istemezler. Türkiye birliğe, kardeşliğe, sevgiye ve anlayışa ihtiyacı vardır. Artık Alevinin, Sünni’nin, Tarikat erbaplarına saygı gösterilmesi lazımdır.
Ben her şeye saygı gösteriyorum. Herkesi inançlarında serbest bırakacaksın, laiklik budur kardeşim. Alevilerin Cem evlerinde yapmış oldukları müziğe saygı duyuyorum ve seviyorum. Bu bağlamda, Cerrahileri de Melamileri de, Mevlevileri de seviyorum. Bunlar bizim kültürümüzün birer parçaları. Biz Osmanlı mozaiğiyiz. Yani karşı çıkmak demek onu yok etmek demek değil midir. Saygı duymak, en önemlisi hoşgörüyle bakmak gerekir. Türkiye’nin en büyük davası fanatiklik. Ben ABD’ye de gittim, Avrupa’ya da gittim. Bizim futbol maçlarındaki gibi şeyler görmedim. Kısa bir süredir böyle kepaze sözleri işitiyorum. Döner bıçaklarıyla maça gidiyorlar. Nedir kardeşim derdin? Kime bu düşmanlık? Gene aynı yere geliyorum.
Biz Türk halkına okullarda fizik kimya öğretiyoruz. Ey öğretmenler, ey milli eğitim bakanı, çocuklarımıza sevgiyi, saygıyı, İslam olmayı, Türk kültürünü öğretin. Türkiye’nin kurtuluşu için başka bir reçetesi yok. Laiklik nasıl bir kavramdır anlamıyorum. 18 yaşına kadar, sen çocuğa diyorsun ki senin akli ehliyetin yok, ticari ehliyetin yok. Ama sen Allah seçiminde laiksin. Hangi okulumuzun arkasında bir camii vardır. Gidin bakın Amerika’da her okulun karşısında bir kilise vardır. Gittiğim oteldeki çekmecelerden hep İncil çıktı. Hangi otelimizin yatağının kenarındaki çekmecesinde Mealli Kur’an vardır. Bunu koysan yobaz derler sana. Ben Türkiye’de gericilikle suçlandım çoğu zaman.
– Yıldırım Bey çok teşekkürler.
Ben de teşekkür ederim. Okuyucularınıza sevgi ve saygılarımı sunarım. Allah kolaylık versin.
Yukarıdaki söyleşi http://www.ulkucudunya.com/index.php?kod=7265&page=haber-detay sayfasından alınmıştır.
Yıldırım Gürses’li Bir Hikaye
Mehmet Cemal ÇİFTÇİGÜZELİ
Çok Sesli Türk Müziği’nin en erkek seslerinden Yıldırım Gürses’i profesyonel gazeteciliğe başladığım (1966) Babıali’de Sabah Gazetesi’nde tanıdım. En erkek sesi diyorum çünkü müzikte dünyanın kabul ettiği Placido Domingo ve Luciano Pavarotti’nin Avrasya versiyonunda Türk Sesi idi Yıldırım Gürses.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanı Yazar Abdurrahman Şen ve arkadaşlarının CRR’deki “Yıldırım Gürses Anısına Emel Sayın Konseri”ne davetleri bu hatırlatmalara vesile oldu. Kendilerine teşekkür ediyorum. İyi ki İstanbul’da kültür ve sanat lokomotifinin başındalar.
Babıali’de Sabah Gazetesi Cağaloğlu Şeref Efendi Sokaktaki, devlete ait Güneş Matbaacılık’ın bazı katlarında üç beş odadaki Son Havadis ve Ekspres Gazeteleri gibi kiracısıydı. Benim muhabir olarak bulunduğum istihbarat ve yazı işleri en üst yani 2. kattaydı. Foto Muhabirlerimiz Şef Aydın Ünsal, Atılay Gülen ve Murat Çetin ise çay ocağının da bulunduğu zemindeydi.
ORKESTRAYA TASAVVUF ENSTÜRÜMANLARI
Mavi gözleriyle dikkat çeken ve Sarıyer’de oturan, şık giyimli hem avamda, hem sosyetede muhiti olan Ağrılı Aydın Ünsal zemin kattaki fotoğrafhaneye gelen konukları ağırlamak için sil baştan dizayn etmişti. Aydın Ünsal ile hep işe birlikte giderdim. Sonra da fotoğrafhaneye iner, çektiğimiz resimleri takip ederdim. İşte yeni yeni şöhretin kapılarını aralayan sanatçı Yıldırım Gürses’i ve aktrist Sevinç Pekin’i burada tanıdım. Örnek ve moda giyinen, giydiğini o iri cüssesine rağmen kendisine yakıştıran Yıldırım Gürses bazen saatlerce burada kalırdı.
Yıldırım Gürses Hürriyet Gazetesi’nin (1965) Altın Mikrofon Yarışması’nda 297 katılımcı içinden birinci gelmişti. Besteleri romantik dönemin belki de son halkası olan o yıllarda Son Mektup, Mazideki Aşk, Gençliğe Veda, Sonbahar Rüzgarları her sokakta çalınıyor, her evde dinleniyordu. Bu melodilerde hem romantizm vardı, hem bir kök arayışı ve hem de seslerde bir mistik hava yansıyordu. Güzel Türkçemiz güftelerde tamı tamına yerine oturmuştu. Yıldırım Gürses orkestrasına ayrıca tasavvuf musikisinin enstrümanlarını def, daire, kudim ve bendir’i de koymuştu. Bu sesler topluma hiç yabancı değildi.
Aydın Ünsal bana Yıldırım Gürses’i anlatırdı: Bursalıdır(1938). Belki de yüksek tahsilli olan birkaç bestekardan, sanatçıdan bir tanesidir. Babası Ziraat Bankası Memuru Nasuhi Bey ud çalardı ve dini musikide ustaydı. Ablası Cahide Hanım aile eşrafı bir araya gelince ud ve kanun eşliğinde fasıllara katılırdı. Çok güzel ezan okurdu aile. Yıldırım Gürses dini bütün ve müzikle iştigal eden böyle bir ailede büyüdü ve ders aldı. 7 Yaşında “Geçti Sevdalarla Ömrüm, İhtiyar Oldum Bugün” şarksısıyla başlayan ilk konseri Bursa’da olay olmuştu.
500 TL ÇOK MU?
Aydın Ünsal, bir gün bana dedi ki “Mehmetçiğim, Yıldırım Gürses Abini tanıdın, eserlerini sen de söylüyorsun. Dini bütün, milliyetçi bir sanatçı. Maalesef bizim gazeteye teklif ettim müzik yazıları yazsın diye. 500 Lirayı çok buldular. Sanatçı kolay mı yetişiyor?!” Gerçekten o yıllarda 500 TL iyi bir yerde bir grup yemeğinin faturası kadardı. Olmadı. Oysa aynı yıllarda bütün günlük gazetelerin müzik yazarı vardı, sanat-kültür sahifeleri veya dergileri yayınlanırdı. Faruk Yener ismi aklımda kalanlardan mesela. Muhafazakar-millliyetçi gazetelerimiz ve medya maalesef halen aynı şekilde devam eden bir politika izliyorlar. Kıpırdama henüz yeterli değil medeniyet harekatımızda, sanat ve kültür kulvarımızda.
MTTB VE FETİH MARŞI ÖYKÜSÜ
Hem gazetecilik yapıyor ve hem de Milli Türk Talebe Birliği Basın Yayın Müdürü olmuştum. Milli Gençlik Dergisini yayınlıyordum. Pasaportta sorunlar yaşayan ve yurtdışına çıkması herkes gibi bir defa ile sınırlı olan Yıldırım Gürses’i MTTB yönetimi ile tanıştırdım. Birlikte sohbetler yaptık. Kendisine daha önce Mehmet Akif’in Safahat, Arif Nihat Asya’nın Bir Bayrak Rüzgar Bekliyor, Rubailer başta olmak üzere kitaplar vermiştik, yeniden şiirle tanıştırmıştık. MTTB Turizm Müdürlüğü Yıldırım Gürses’in bir defanın dışında yurtdışına çıkması için katkı verdi, İspanya’ya gitti.
Döndüğünde MTTB’de yeniden bir araya geldiğimizde bize sürpriz yapmıştı. Alelacele bir konser için kolları sıvadık. Dev bir orkestra geldi. İlk defa Yıldırım Gürses MTTB Konferans Salonu’nda Arif Nihat Asya’dan bestelediği Mehter formatında, ancak her şeyi ile yeni ve diri Fetih Marşı’nı söyledi. Salon alkıştan yıkılacaktı. Sonra öteki parçalara geçti. Konser için bir telif ödendi. Bunun tümüne yakınını orkestrasına vermişti Yıldırım Gürses. Mehter repertuarı yeni bir eser kazanmıştı ve halen de bu formatta son beste gibi duruyor. Beste, şimdi yapılan gibi ilahi ve mehter notalarının üzerine Akif’ten, Necip Fazıl’dan, Arif Nihat’tan veya bir sanatçıdan sözler monte edilerek icra edilmemişti. Fetih Marşı’nda bir sanatçı, bir bestekar duruşundaki asalet vardı. Fetih Marşı ilk defa MTTB’de icra edilmiş ve tepkilerin tümü olumluydu.
HOŞ SADA MI DEDİNİZ?
Yıldırım Gürses’le temaslarımız TRT’ye geçtikten sonra da devam etti. Müzik Eğlence Müdürümüz Değerli arkadaşım Adem Gürses’e çok sık gelirdi. Adem Gürses’in odasında muhabbetimiz koyulaştı. En son Ankara Necati Bey Caddesi Altınışık Otelin’de biraraya geldik.Yıldırım Gürses iğrenç sözleri ve Türkçeyi katleden icrasıyla yapılan müziğe savaş açmıştı. Batı müzik savunucusu Faruk Yener de Yıldırım Gürses aleyhinde bir kampanya başlatmıştı. Gerici, yobaz, faşist gibi yaftalarla saldırıyorlardı. Kendi tabanı milliyetçi-muhafazakar kesim yeteri kadar sahip çıkmayınca Yıldırım Gürses bunalmıştı, ABD’den gelen bir teklif ile üniversiteye geçeçekti.
Adem Gürses 4 saat O’nu ikna etmeye çalıştı ve sonunda yine güzel Türkçesi’yle Gülgün Feyman’ın takdimciliğini üslendiği Hoş Sada programı ortaya çıktı. Türkiye Yıldırım Gürses’e sahip çıktı. Şimdikilerin kulakları çınlasın yaklaşık 350 bestesinin çoğu TRT ekranlarında icra edildi: İçime Hep Hüzün Doluyor, Bir Garip Yolcu, Eller Eller, Gül Dudaklım, Mevsimler Yas tutup Çöller Ağlasın, Liseli Kız, Çal Kanunum Çal, Son Mektup, Sonbahar Rüzgarları, Bir Kırık Kalp, Yüce Dağdan Esen Yeller, Mevlana, Gülmedi Gitti Bahtım kışladaki askerlerin, sokaktaki insanların, üniversitedeki gençlerin, görevi başındaki kamu görevlilerinin, esnafın, bütün Türk insanının dilinden hiç düşmedi. Plakları yok sattı, albümleri bir anda bitiverdi.
Yıldırım Gürses, Emel Sayın ile birlikte Neş’e-i Muhabbet Müzikalini gerçekleştirdi daha sonra. Türkiye Musiki Eserleri Sahibi Meslek Birliği MESAM’ı kurdu ve başkanlığını üslendi. Teliflerle sanatçılar biraz olsun nefes almıştı. Sanatçıya göre; gelecek kuşaklara bir miras bırakmak için müzik Türk Kültürü endeksli olması gerekti. İcrası doğru yapılmalıydı. Türk Müziği boşluk kabul etmez, yoksa hemen bir başka kültür o boşluğu doldururdu. Dolayısıyla bestekarlarımız ve güftekarlarımızın desteklenmesi, arka çıkılması gerekirdi. Ayrıca müzik Allah’a müteallik olduğu vakit hayırlı yansıması olurdu. Batı müziği Kiliselerden doğduğu gibi, milli musikimiz de cami ve tekkelerden neş’et etmişti. Selat-ı selam bir İtri bestesiydi hatırlanacağı üzere. Ezanların makamları vardı. Sabah Ezanı Saba makamında okunurdu. Bir röportajında(İlker Şatana-Aksiyon 1998) şöyle diyordu:
-Bursa’da iken 3-4 dil bilen Müftü Yardımcısı Musa Efendinin öğrencisi olmuştum. İlim ile teczid edilen bir zattı Musa Efendi. Tasavvuf musikisine böyle adım attım. Şehit dedem ve babam sabah ezanı okurmuş camide. Hoca Hafız Sami’den öğrenmişler. Sesleri daha güzel çıksın diye ağızlarına peynir şekeri atarlarmış. Ben mütedeyyin ve çok aklı başında bir cemiyette yetiştim. Musikinin de hayırlısı olanı, şerli olanı vardır. “Söyle bana Ayşe Nine Anadolu Nerdedir? Köylerinde beş vakit Ezan Sesi varsa orası Anadolu’dur”u bile yasakladı bu zihniyet. Orga, Bateriye, Armoniye alıştırılmış olan genç nesil sadece ud ve tanburla bizim müziği duydukları vakit onlara yavan gelmektedir maalesef.
MÜZİK ŞURASI TOPLANMALI
Misyonerler de Yıldırım Gürses’e karşı çıkıyor, hala Türkleri kastederek “Dikkat sarıklılar geliyor” demelerine de dikkat çekiyordu. Dolayısıyla çok dertli idi Yıldırım Gürses Usta “Yunanlı Buzikisine, İspanyol Gitarına, Arap Uduna sahip çıkıyor. Müzikte de korkunç bir asimilasyon var. Kötü konuşmayı malzeme yapanlar, prozedüyü bozmayı, müziği de yozlaşmayı meziyet sayanlar piyasada kol geziyor. Biri çıkıp “Nihansın Didede Ey Mest-i Nazım”ı layıkıyla okuyabilsin ben sanat hayatımı bitiririm. Klasik Türk Müziği nefesi kesilmiş ve idama mahkum edilmiş bir vaziyette. Beni farkında mısınız fanatik milliyetçi ilan ettiler. Evet bayrağımı evime astım. Türkiye diye bağırıyorum. Ki dedelerim de şehit. Yalnız “Eller” demedim. “Elde Sensin Dilde Sen, İzmir’de Benim Van Da Benim.” Dedim. Bunları her yerde okudum. Bir Garip Yolcu’yu tuvalette oluşturmuştum. Hep çalıştım. Kimse yeni bir şarkı üretmiyor. Türk Müziğinin kurtuluş yolu TBMM’nden geçer. Çok acil bir müzik şurası toplanmalı, tedbirler alınmalıdır!” diyor. Bu tespitler bugün için de geçerli sanırım.
Yıldırım Gürses 500’ü aşkın ödülün sahibiydi her şeye rağmen. Cezayir Konseri hala anlatılır. Rahmetli Turgut Özal’ın kendisini kabul etmesi ve müziğimize sahip çıkması da öyle. Altmışlı yaşların hemen başında ahirete intikal etmişti. Konser aynı zamanda 75. Doğum Gününe denk gelmişti Yıldırım Gürses’in. TRT Sanatçısı Gökhan Sezen ve ismini takdimcinin yanlış anons ettiği Sanatçı Elif Güreşçi’yle Emel Sayın konserde Yıldırım Gürses’in eserleriyle görkemli bir sanat gecesi yaşattılar. Eşi Ayla Hanım ve oğlu Beyazıd da konuktu konserde. Orkestra da muhteşemdi.
İNSAN ENDEKSLİ POLİTİKA ÜRETMEK
Konser miting alanı gibiydi seyirci çokluğundan. Keşke onca davetli gelecekse spor salonlarında icra edilseydi. Kapılar 15 dakika önce açılınca insanlar birbiriyle yarıştı yer kapmak için. Düşenler ve de çiğneyenler oldu. Çoğu da ayakta izledi. Protokola ve basına ayrılan yerler de oturanın üzerine kaydedildi. Tartışmaların haddi hesabı yoktu. Bazıları bir konserin nasıl dinleneceğinin farkında değildi. Dinlemedi konuştu bazı kadınlar, susmak bilmedi. Hanımların başörtülü ve değil; şıklığı birbiriyle yarış halindeydi. Bebelerini de getirenlerin sayısı azımsanmayacak kadardı. Orkestradaki sanatçılarının oturduğu yerlere birer plastik şişe su sıralaması da şık olmadı, iyi bir resim vermedi. Hiç alakası olmayanlardan gelen telgrafların okunması da zaman israfıydı. Bir ara izleyiciler Sanatçı Emel Sayın ve 7 filmde birlikte oynadığı Artist Engin Çağlar ile fotoğraf çektirme yarışı başlattı. Öpme ve iltifatlar da seyircinin vazgeçilmezi olmuştu. İnsana yatırım yapmayınca, insan endeksli politikalar üretmeyince olacağı da buydu. İzleyici coştu, sanatçıları ve orkestrayı alkış yağmuruna tuttu, hiç bırakmak istemedi. Demek böylesi etkinlikler disipline edilerek daha fazla gerçekleştirilmeli.
Zincirlikuyu’daki mezarına gittim Yıldırım Gürses’in. Hemen ana yol üzerinde. O dev cüsseli sanatçı ufacık bir mezara sığmıştı. Ancak eserleriyle aramızda büyüyerek yaşamasını sürdürdü Yıldırım Gürses. Rahmetle ve minnetle anarım. Acaba Yıldırım Gürses merhumun yerine koyabildiğimiz yeni bir sanatçı var mı, yoksa bu mirası hep yemeyi sürdürecek, tekrarlayıp duracak mıyız?
Yukarıdaki yazı http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr/Yazi.aspx?ID=5477 sayfasından alınmıştır.