Milletimizin adı Türk Milletidir. Kültür, inançlar, bilgiler ve ortak heyecanlar millî birliğimizin çimentosudur. Atatürk de “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.” sözüyle bunu ortaya koymuştur. Bunun karşısında diğer kavramlar ciddi kimlik sorunlarına ve büyük bir yıkıma işaret etmektedir.
*****
Prof. Dr. Kürşad ZORLU
Türkiye’nin ve Türk milletinin yaşadığı sınavlardan biri de sözüm ona ilericilik adı atında, laf cambazlıklarıyla, ustaca oyunlarla Türk yurdunun birleştirici unsurlarının örselenmesi ve dahi hor görülmesidir.
Bunlardan biri de ortam uygunlaştıkça, karşımıza çıkarılan “Türkiyeli” olma iddiasıdır. Üstelik bu yeni bir tartışma da değildir. 1920’den bu yana farklı saiklerle değişik platformlarda tartışılagelmiştir. Elbette her katkı sağlayıcı görüşü irdeleyelim, tartışalım ancak bu kavramın veya yaklaşımın milletimize hiçbir katkısı olmadığı gibi bilakis ayrıştırıcı ve ötekileştiricidir…
Özetle “Ülkemizin adı Türkiye o halde ben de Türkiyeliyim.” yaklaşımı, gerek anayasal gerekse sosyolojik bakımdan milletleşme sürecimizin kazanımlarını yansıtmamakta ve birlikte yaşama iradesinin birleştirici unsurlarını silikleştirmektedir. Zira eğer Türk kavramını Türkiye sınırlarında yaşayan alt etnik gruplardan biri olarak görüyorsanız, Türküm demeyi ırkçılık şeklinde değerlendiriyorsanız böylesi yaklaşımlara çıkış yapabilmeniz gayet mümkündür!
Bahse konu “Türkiyeli” yaklaşımın, yani Türkiyeli olmanın çoğunlukla “Türküm” dememek için bir ara yöntem olarak kullanıldığını söylemeye gerek yoktur. Sözde çözüm süreci vb dönemlerde daha yoğun bir tartışma alanı bulabildiği görülmektedir.
Hal böyle olunca bu yaklaşımın vücut bulmasıyla birlikte ikinci aşamada varılacak nokta Anayasanın 66. maddesinde yazılı olan “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” hükmüdür.
Aslında Türkiye’de zaman içerisinde bu konuda oldukça geniş bir alan açıldığı da söylenebilir. Örneğin “…kökenli Türk vatandaşları…” Birçok programda bu kullanımın yaygınlaştığı ve insanlarımızı büyük ölçüde rahatsız etmediği de ifade edilebilir.
Öte yandan bu kavram belki bir coğrafya için kavramsal bir çerçeve çizebilir. Fakat asla bir milleti, onun tarihini, dokusunu, ayırt edici özelliklerini ortaya koyamaz. Örneğin “Türkiyeli göçmenler” denildiğinde burada vurgulanan husus Türkiye’den gelmiş olmaktır. Millet yaklaşımından ve aidiyetinden bağımsız biçimde kullanılmaktadır.
Bilinmelidir ki bir ırka, bir millete ya da bir etnik gruba aitliğin açıklanamadığı, tarihsel boyutlarıyla ortaya konulamadığı durumlarda dil, din, kültür vb ortaklıklar, benzerlikler söz konusu milletin bir parçası olmanız için yeterlidir. İşte bu odak noktası Türkiye’de yaşayan tüm etnik grupları Türk milletinin ve hukuksal açıdan Türk vatandaşlığının çatısında bir araya getirir.
Bu çerçevede Nevzat Kösoğlu’nun şu değerlendirmesi yerindedir: “Bayrağın bezini Almanya’dan, boyasını Pakistan’dan getirmekle bayrak mozaik olmaz; isterseniz ay ve yıldızını da Afrika’dan almış olalım. Onu biz bayrak diye kaldırdığımıza göre, artık bir mozaik değil, bayraktır; bir kültürel olgudur ve bize hastır.”
Bize has olan bizi biz yapan kavramlarımızı, birleştirici unsurlarımızı hedef almak esasında ortak geleceği hedef almaktır.
Milletimizin adı Türk Milletidir. Kültür, inançlar, bilgiler ve ortak heyecanlar millî birliğimizin çimentosudur. Atatürk de “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.” sözüyle bunu ortaya koymuştur. Bunun karşısında diğer kavramlar ciddi kimlik sorunlarına ve büyük bir yıkıma işaret etmektedir.
——————————————-
Kaynak:
https://www.haberturk.com/yazarlar/prof-dr-kursad-zorlu/3320553-yine-mi-bu-turkiyeli-safsatasi