Yetik Ozan

YETİK OZAN (TURGUT GÜNAY)

Yetik Ozan’ın asıl adı Turgut Günay’dır. Ancak o, şiirlerinde kullandığı Yetik Ozan takma adı ile meşhur olmuştur. Prof. Dr. Saim Sakaoğlu Yetik Ozan’ın vefatından sonra hakkında bir makale yazmış ve bu makalesinde Turgut Günay adını kullanmıştır. Sakaoğlu’nun kaleme aldığı bu biyografi şöyledir:

“GÜNAY, Turgut: 1942 yılında Manisa’nın Soma ilçesinde doğdu. İlkokulu Aydın’da, ortaokulu ve liseyi Rize’de bitiren Turgut Günay, 1965-66 döneminde Ankara Üniversitesi DTCF Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu. Bir buçuk yıl kadar Kütahya Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yaptıktan sonra Erzurum Atatürk Üniversitesi’ne Türk Dili asistanı olan Turgut Günay, doktorasını burada tamamladı. Halen, Hacettepe Üniversitesi Sosyal ve İdarî Bilimler Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde öğretim görevlisi olan Günay’ın Türk kültürüne yönelen değişik dergilerde dil ve halk edebiyatı ile ilgili makaleleri, çeşitli tarihlerde çeşitli illerde düzenlenen seminer ve kongrelere sunulmuş bildirileri vardır. Aynı zamanda bir şair olan Günay, TÖRE, HİSAR, TÜRK EDEBİYATI gibi dergilere “Yetik Ozan” takmaadıyla çıkarken, bilhassa Doğu Anadolu’da yaşayan âşıklarla “Firkatî” mahlası ile sazlı, sözlü olarak atışmakta ve bu alandaki şiirlerini yorumlu olarak yayınlamak üzere biriktirmektedir.”

Turgut Günay, bir süre TRT Türk Halk Müziği Denetim Kurulu üyeliğinde de bulunmuştur. Yetik Ozan mahlasını kullanan, bu mahlasla son derece başarılı şiirlere imza atan Turgut Günay’ın sanatının gerisinde büyük bir coğrafya vardır. Nitekim Sadık Kemal Tural konuyla ilgili olarak şunları söyler: “Onun yetişmesine kaynaklık eden unsur, öncelikle memuriyetten dolayı gezmekte olan bir ailenin eşyayı ve insanı gerçeğe yakın bir şekilde yakalama talihi olan çocukluk devresidir. Bu gezgincilik sırasında en uzun durakların Karadeniz bölgesinde o bölgenin, tabiatı ve insanı ile bir sahil şehri karakterinden ziyade, yayla veya sarp dağ kasabası niteliğindeki yapısında bulunduğuna işaret edelim.

Geze geze tamamlanmış bir öğrenim ve eğitim. Bu gezme realiteye intibaksızlığı artıran bir unsur olarak hayatına ve sanatına aksedecektir. Mustafa Tatçı: “Yetik Ozan kendine has bir hayat ve dünya içinde yaşamış ve hayatının özgeliği şiirine aksetmiştir.” der. Sonra Türkoloji tahsili… Türk Dili doktorası… Kültür seviyesi ortaya çıktı, sanıyorum. Bir iki şey daha ilâve etmem gerekiyor; şiirinde rahatça bulacağınız şeyler: Erzurum’da beş yıl kalmış; altı ay kar altında kalan, felsefeye ve şiire imkân veren, halk kültürünün, halk zevkinin bütün zenginliğiyle yaşadığı bir çevrede, halk şairleri ile kurulan dostluklar. On beş seneye varan saz çalma, bir ustalık safhasındadır.”

Sadık Kemal Tural’ın Yetik Ozan ile Kemaloğlu mahlasıyla atışmalar yaptığı bilinmektedir. Bu, ikili arasındaki ilişkinin hem çok yönlü bir ilişki olduğunu gösterir, hem de aynı sanat dalında kalem oynatmış olmak yönüyle ruhi bir yakınlığa işaret eder. Sadık Kemal Tural bu durumu: “Yetik Ozanın son kırk yıllık şiirimizin geli- şimi çizgisi içinde hususi bir yere sahip bir şair olduğuna inanıyoruz.” sözleriyle ifade etmiştir. Dolayısıyla Sadık Kemal Tural’ın hem coğrafya hem şiir üzerinden yaptığı bu tespitlerin son derece kıymetli olduğunu söylemek gerek. Öte yandan Sadık Kemal Tural’ın bir edebiyat bilimci olduğunu da eklemekte fayda var. Turgut Günay, İlköğrenimini Aydın iline bağlı çeşitli ilçe ve bucaklarda tamamlamıştır. Ortaokul ve liseyi ise Rize’de bitirmiştir. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun olan şair (1966), Kütahya Lisesi’nde bir buçuk yıl edebiyat öğretmenliği görevinde bulunmuş, bu sırada Erzurum Atatürk Üniversitesi’nin 27.09.1967 yılında açtığı asistanlık sınavını kazanmıştır.

Böylece Fen ve Edebiyat Fakültesinin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne asistan olmuştur. Bu görevde iken 1972 yılında “Rize İli ve Ağızları” adlı teziyle doktora çalışmasını tamamlamış ve doktor unvanını almıştır. Turgut Günay, 1973 yılı Kasım ayında askere gitmiştir. Bir buçuk yıllık askerlik hayatından sonra Hacettepe Üniversitesi Sosyal ve Beşerî Bilimler Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde Öğretim Görevlisi olarak çalışmaya başlamıştır. Buradaki çalışma süresince “Türkiye Türkçesi Grameri”, “Türk Dili Tarihi”, “Türk- çenin Yapısı”, “Eski Türkçe (Uygur, Göktürk, Karahanlı Lehçeleri)”, “Anadolu ve Rumeli Ağızları”, “İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı”, “Bugünkü Türk Lehçeleri”, “Türk Halk Şiirinde Türkler ve Biçimler”, “ Türk Kültürü” gibi dersler vermiştir. Akademik çalışmalarının yanında, Türkiye Radyo Televizyon Kurumu Halk Müziği ve Halk Oyunlar Dairesi’nde mesai dışı bir görevle Yönetim Kurulu Üyeliğinde de bulunmuştur.

Firkatî mahlasıyla âşık geleneğine uygun şiirler kaleme alan Yetik Ozan, özellikle Kuzey Doğu Anadolu Bölgesi âşık geleneğinin temsilcileri ile yakın temasta olmuş. Onlarla söz ve sohbet meclisleri oluşturmuş ve bu sahada yetkinliğiyle isminden söz ettirmiştir. Saim Sakaoğlu ondan bahsederken: “ Sinirli bir yapıya sahip olmakla birlikte bunu pek belli etmezdi. Çevresindekiler de bu durumu iyi bildikleri için her türlü insani ilişkilerde uyumlu bir dostluk kurulmasına yardımcı olurlardı. Bu yönünün dışa vurulması, yani sinirli olmasının verdiği kırıcı bir durum asla söz konusu değildi. Onunla birkaç dakika da olsa dostça konuşanlar, bu durumunu hemen algılarlardı. Dürüst idi, karşısındakinden de dürüstlük beklerdi.” Demektedir. Onu yakından tanıyan kişilerden biri olan İskender Öksüz de Yetik Ozan’ı: “ Çok yoğun duyan, yoğun yaşayan, hayata müdahale etmek isteyen bir insandı.” diye tanımlar.

Ahmet Bican Ercilasun Yetik Ozan’dan bahsederken: “İlk göze çarpan özelliği titizliğiydi.” der. Ve sözlerini şöyle sürdürür: “Kılığından kıyafetine konuşma tarzından hemen yansıtıyordu. Asla ütüsüz elbiseyle dolaşmazdı. Gömlek kravat giyinirdi çok defa da kravata mendil eşlik ederdi. Karakteri hakkında ise çok fazla hemen samimi olmayan biraz insandan ka- çan tarafı vardı. İnsanlarla ilişkileri biraz geç ve derin oluyordu ama genellikle ilişkileri böyleydi, tabi bizim görüş birlikteliğimizde vardı. Beraberliğimiz görüşlerimizi paylaştığımız sık sık oluyordu ama karşı görüş söz konusu olduğunda ona karşı her ikimizde de keskin bir duruş vardı şeklinde ifade etmiştir.”11 Buraya kadar aldığımız görüşlerden, Yetik Ozan’ın, son derece hassas, sinirli ve duygusal bir mizaca sahip olduğunu anlıyoruz. Bu özelliği dolayısıyla içinde bulunduğu sosyal ve siyasi şartlar, sürmekte olan anarşi ortamı onun ruhunda olumsuz etkiler yapmıştır. Sinirlerinin gittikçe zayıflamasına paralel olarak sanki hayattan kopma isteği de gittikçe artmaktadır.

Ömrünün son aylarında Saim Sakaoğlu’na yazdığı 9.11.1978 tarihli mektubunda “ Ben çalışamıyorum, hiçbir şey yapamıyorum. Çünkü korkunç bir bunalım içerisindeyim. Şu mektubu bir otel köşesinde yazıyorum. Önümüzdeki ayın başlarında Macaristan’a hareket edeceğimi sanıyorum; tabii iki hafta sonra yapılacak asistanlık imtihanını kazanabilirsem.”12 Demektedir. Yetik Ozan’ın bu ruh halini açıklayan değerlendirmeler de bulunmaktadır. İbrahim Metin Yetik Ozan’ın büroya gelerek, Töre Dergisi’nde yayınlanmak üzere “Otuz Yedinci Damla” başlıklı şiirini bıraktığını, ancak şiirin yayınlanamadığını söyler. Şiiri ve İbrahim Metin’in notlarını Yetik Ozan’ın ölüme giden ruh halini aydınlattığı için buraya alıyoruz: “Otuz Yedinci Damla Değme geç, değme geç bana tan yeli! Tünle kırbaçlanmış yüzüm bu sıra. Yaraya tuz basılır mı? Gerçi, gönlüm yedi kuşak Ege’li; Ağrı doruğunda gözüm bu sıra. Var, gökçe gülleri al eyleyip git! Bakır bulutları şal eyleyip git! Kısır ahlâtları dal eyleyip git! Göğe adam asılır mı? Kırık divitlerde özüm bu sıra. Otuz yedi yıldır seni bekledim; Kâh beşiğe girdim, kâh emekledim. Sonunda yarını düne ekledim; Başak boşa kasılır mı? Üç değirmen taşı sözüm bu sıra. Cumhuriyet döneminde sahasının yıldızı olarak kabul ettiğim “şiirin sırrına erenlerden” Yetik Ozan; telaşlı bir halde DEVLET Gazetesi ve TÖRE Dergisi’ni, bastığımız Yeni Işık matbaasına geldi .

”Otuz Yedinci Damla” şiirini, yanındaki desenlerle ve imzalanmış olduğu kısa notla birlikte, yukarıda “italik” olarak basılmış mısraları, daktilonun kırmızı şeridi ile yazdığı kâğıdı, kapının önünde, elime tutuşturup gitti. O yıllar, Türkiye’miz gibi, Yetik Ozan‘ımızın da buhranlı günleriydi… Şiiri yayınlayamadık… “Divitleri’ni kırdığı zaman oldu- ğundan belki bu ,O’nun son eseriydi.. Bir kopyasının daha olamadığını zannettiğim mısraları, edebiyat tarihine emanet edemeden kaybetmiş olmanın vicdan azabını, uzun süre çektim… Yıllar sonra ise, bulmanın sevincini yaşadım. Sana Gelirim şiirinde:”Var olmak bu ise bıktım;/ Yok olur sana gelirim” ve Can Pazarı ‘nda ise:”Kurt, kabrini” “Kendi pençesiyle kazar”. “Kurulmuş öç doruğuna “Can verip şan alacağım” demişti… Şimdi: ”Çelikten kanatlarla“çıktığı göklerde, “Başında Tolunaylar dalganı”yor mudur? “Yarasına tuz bas “tığımızı, “Göğe adam as”tığımızı ve O’nun, kırmızı şeritle aktardığı mısralardaki “Elveda”yı, biz şairce söylediğini, gafletimizden anlayamamıştık… Ve otuz altıncı “damla”, “Otuz yedi” ye girdiğinde, otuz yedilik baharında: “kanamadan son zaferin tadına/ Binip ülkümüzün bengi atına /Kür- şad’ın izinden ,Cennet katına..”; “Gökçe gülleri al eyleyip”;”Bakır bulutları şal eyleyip” uçtu gitti…”13 Ayrıca ölümünden iki gün önce Sadık Kemal Tural’a “şiirlerimi bir araya getir; başına bir etüt yaz ve bastır. Ben bu hafta gideceğim… Unutursan, bunları bir kâğıda yazayım.”14 demiştir. Bu satırlar şairin nasıl bir bunalım içinde olduğunu açıkça göstermektedir. Yine onun son günlerine ait aşağıdaki hatıralar, bu bunalımın gittikçe derinleştiğini ve hayatla bağının âdeta pamuk ipliğinden ibaret hale geldiğini ortaya koyar.

Bu bunalımlı dönemi atlatamayan Yetik Ozan, 14 Aralık 1978 tarihinde Ankara ulus’ta bir otel odasında (Sema Otel) kendini asarak hayatına son verir. Şair, biri kız biri erkek olmak üzere ardında iki çocuk bırakmıştır.

Not: yukarıdaki yazı hazırlanırken Sayın Ahmet Savaş Çolak’ın file:///C:/Users/Belgelerim/Downloads/AhmetSavasColakYLtez.pdf’ adresindeki yazısından istifade edilmiştir.

 

ŞİİRLERİ

Kurşun derelerin sustuğu çağdır;

Susuzluk çağıldar taşlar katında,

Yeşilin kendini astığı çağdır

Uzak çamlar, sürgün kuşlar katında.”

“Gün yürür; dağ, yazı gölgeye girer,

Öfkeli başaklar dalgaya girer,

(…)

Zafer bayraklaşır başlar katında.

Gün döner; gündöndü yere serilir.

(…)

Her akşam bir ölü oğul dirilir

Ana gözündeki yaşlar katında.

Ay doğar; bin yıllık bir denk çözülür,

(…)

Ağustos ölümsüz düşler katında.

Son Sürgün

Bir yol, bir karanlık, bir ben uykusuz,

Çağ sisli düşlere sağır, duygusuz,

Şu yeşil ölüsü bozkırca susuz

Dilimde pınarlı şınlar kilitli.

Umudun bıçağı paslanmış kinden; (…)

Nice ki, çift kapılı zindan.

Yarınlar kilitli, dünler kilitli.

Ülkü Bağı

Altay’daki al yılkıdan tay aldım,

Göğe yakın şimşirlerden yay aldım.

 Kurt soluklu tipilerden pay aldım;

Büyüdüm bir ulu çığın ardında.

Ötüken’i han gönlüme taht ettim,

Malazgirt’i ak alnıma baht ettim,

İstanbul’u yar belledim aht ettim;

Murat aldım bir al tuğun ardında.

Mehmetçik Kıbrıs’ta

Sabrım ölüm-kalın çitini aştı;

Volkana, volkana giden benim, ben! 44 …

Gönlüm fırtınalı, gözüm alaca,

Sığdırdım deryayı birkaç kulaca,

Uluç elindeki sivri palaca

Kalkana, kalkanı giden benim, ben!

Bir Kılıca Bin Selam

Plevne önünde bir ulu çınar

Yüzyıldır o büyük savaşı anar…

Gün olur, dalına bir doğan konar;

Haykırı yiğitçe, senin sesinden,

Yankılanır kurşun kayalar gene…

Yâdlar yol alırken Türk ülkesinden

Tarih kapısını dünden bugüne

Açıp gelen kılıca bin selam!

Mengene

Bozkurt yeleli al tay,

Gemi azıya al tay,

Önce su iç Aras’tan,

Sonra hedefin Altay.

Men gene,

Ah eylerem men gene,

Kıstırır yüreğimi,

Tutsaklık bir mengene.

Kilim

El emeği, alın teri, göz nuru; 

Bu kilimde üç çilenin yünü var, 

Boşa değil şu kibiri, gururu, 

Yedi iklim, dört köşede ünü var. 

Renk almış yaylanın çiçeklerinden, 

Desen tutmuş buğday başaklarından, 

Gök kuşağı ağmış saçaklarından; 

Üzerinde bir ilkbahar günü var. 

Her teli bir pınar olup akmada, 

Her düğüm yar gözü gibi bakmada, 

Biçimler el ele halay çekmede; 

Sanki ortasında köy düğünü var. 

Bir ucunda bir destana başlanmış, 

Bir ucunda gülle bülbül eşlenmiş, 

Bir ucunda acı gerçek işlenmiş, 

Bir ucunda tatlı düşler tünü var. 

Yunus Emre tapınanda yüz koymuş, 

Karacoğlan saz çalanda diz koymuş, 

Köroğlu dört nala geçmiş iz koymuş; 

Boylamında erenlerin yönü var. 

Höyük gibi bengiliği yaşıyor; 

Bağrında bir kutlu gömü taşıyor, 

Yaşı nice yüzyılları aşıyor; 

Bu kilimde uygarlığın dünü var.

Üçüncü Yol

Sayıyorsan beni kendine yakın

Hem ben bilem hem sen bil, bilişelim,

Benim köyüm senin kentine yakın;

Hem ben gelem hem sen gel, gelişelim.

 

Ağustos içti de yerin suyunu

Kuruttu pınarın serin suyunu,

Irak kuyuların derin suyunu

Hem ben alam hem sen al, alışalım.

 

Güneşin hıncı var, bulutun nazı,

Bileğin gücü yok, yüreğin hazı,

Tarlada tırpanı, halayda sazı

Hem ben çalam hem sen çal, çalışalım.

 

Ben tutmuşum beni kul eden yolu,

Sen tutmuşsun seni el eden yolu,

Bizi bize doğru ileten yolu

Hem ben bulam hem sen bul, buluşalım.

Bağlama

Her sevgi bir düğüm atmış koluna 

Dokundukça inler, yarası vardır. 

Irak gönüllerin uçurumuna 

Ezgiden bir köprü kurası vardır. 

Aslı saçlarını yönüne sermiş, 

Altı tel koparıp göğsüne germiş, 

Kerem, yarasından bir kabuk vermiş, 

Sızlaya sızlaya vurası vardır. 

Aşık sofrasında bir ayak olur, 

Şenlik bırakanda Sümmânî alır. 

Humarı kan ile karışıp kalır 

Atadan toruna süresi vardır. 

Veysel ile yumup iki gözünü 

Görür gerçeklerin gizli yüzünü, 

Emrah ile gamda tartar özünü; 

Ağır yükü, hafif darası vardır. 

Ak kuşlukta abdal öğütlemesi, 

Kara günde kardaş ağıtlaması, 

Kızıl tanda Avşar yiğitlemesi: 

Nefesi, nidası, narası vardır. 

Bozok yaylasında çamlarca uzun 

Bir tütün kesilir çektiği hüzün 

Nice ki, orda bir sürmeli gözün 

Gönlüne yansımış karası vardır.

Sabır Irmağı

Ezgi bayrağını ıtır dağından, 

Yurtsuz fırtınalar esti götürdü. 

Dostluğa kapısız Kerem bağından, 

Her giren bir kiraz kesti götürdü. 

Kınalı güzlerin birlik toyunu 

Bozdu cücelerin aksak oyunu, 

Gelin süzülüşlü üzüm suyunu 

Al keşişler testi testi götürdü. 

Çok sesli çanların sevinç avazı 

Çekti kurt dönüşlü yuğlardan yazı 

En ulu yangından sağ çıkan sazı 

Son sofu omzuna astı götürdü. 

Boz gevene karşı çiğdemin cengi 

Tuğlaştırdığında kokuyu, rengi 

Bir ümmi çobanın yazdığı cöngü 

Bilginler bağrına bastı götürdü 

Alıç paylaşırken dağlar diz dize 

İlk sabırsız yaprak düştü son ize, 

Bozkırın rengini açık denize 

En sabırlı ırmak sustu götürdü.

Susuz Ceylan

Gül yüzünde gülücükler görende 

Bir sevdalı bülbül uçar bağrımdan, 

Yüreğim çırpınır selam verende; 

Sanki bir ciylan su içer bağrımdan 

Harami, gözünü cana döndürmüş, 

Düz giden yolları yana döndürmüş, 

Beni bir uğursuz hana döndürmüş; 

Bin dert konar, bin dert göçer bağrımdan. 

Koklayıp geçmiş de bir sarı ölüm 

Toz pembe çağında kurumuş gülüm, 

Gayri bir gölgesiz, sınırsız çölüm 

En mecnun emeller geçer bağrımdan

Ağustos

Kurşun derelerin sustuğu çağdır; 

Susuzluk çağıldar taşlar katında, 

Yeşilin kendini astığı çağdır 

Uzak çamlar, sürgün kuşlar katında. 

Gün yürür; dağ, yazı gölgeye girer, 

Öfkeli başaklar dalgaya girer, 

Anılar birer tunç tolgaya girer; 

Zafer bayraklaşır başlar katında. 

Gün döner; gündöndü yere serilir, 

Bir saz burgulanır, bir tel gerilir, 

Her akşam bir ölü oğul dirilir 

Ana gözündeki yaşlar katında. 

Ay doğar; bin yıllık bir denk çözülür, 

Aynı tasta aynı kına ezilir, 

Hala körpe gelin gibi süzülür 

Ağustos ölümsüz düşler katında.

 

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen