Ben, yolum.
Başımda taşıdıklarım yol yol çiğner beni.
Bağrıma taş basarım.
“Yol üstünde karakol” diyenler aslında “Nerden gider yâre yol?” demeye fırsat aramaktadır. Oysa gidilecek yol bellidir.
“Şu karşıki tepeden,
Belki gider yâre yol.”
Yolun güzelliği, yolcunun güzelliğindendir, gidilecek yerin de.
Bakarsınız “Önü pınardır.”
Suya susayanlar sevdaya kanatlanırlar kanmak için.
Hani Arif Nihat Asya diyor ya; “Su içen her kuşu Allah’a şükrederken gördüm.”
Ama bir görmediklerimizi de söyleriz.
“Bugün yâri görmedim”
İçimiz ona ağlar, ağladığımızı biz biliriz. “Yüreğim ona yanar” çünkü.
Gurbet gurbet atar şahdamarımız. Biz gurbeti bizden öncekilerden devralmışızdır.
Sılaya gidip mest olmaktır muradımız.
“Bu yollar mesete gider,”
Dost, yanında da olsa özlenendir ya; “Dolanır dosta gider” biliriz.
“Dost dost” diye nicesine sarılsak da, “Yıkılası gurbet el”e sitem eder kahırlanırız.
Hani Yavuz Bülent Bakiler Ağabey yazmıştı;
“Gurbetin cemresi düştü içime,
Karardı yine gökler.
Yalnızım bu şehirde, yapayalnızım…
Ne ben kimseyi beklerim,
Ne kimse beni bekler.”
Buraya, “Sağ gelen hasta gider.”
Garip kalır yüreğimize dert olur.
Yol bizi bekler.
Yol, yolcunun durağıdır. Ama bazen duraklar bile yorulur beklemekten.
Yolun güzelliği yoldaşın güzelliğindedir.
Dağında kar olanın,
Bağında nar olanın,
Yolunda çiçek açar,
Yoldaşı yâr olanın.
Gelen gelir, giden gider. Aslında gelen de, gidende gitmektedir.
Geniş yollar her yere, dar yollar bir yere gider biliriz.
Mehmet Ali Kalkan