Prof.Dr. Feyzullah EROĞLU
İslamiyet’in temel mesajı, insanın ‘yalnız Allah’a kulluk etmesi ve O’ndan yardım istemesidir’ (Fatiha Suresi, 5 ). Amaç, yalnızca Allah’a kulluk yapıp başka hiçbir haksız otoriteye boyun eğmemektir. Bir defa, Allah’ın, kendi yarattığı insanların kulluğuna ihtiyacı olamaz. Buradaki asıl maksat, ‘yalnızca Allah’a kulluk’ edilmesi üzerinden, başka kişi ve kurumlara bağımlılık duygusundan arınmak ve özgür insan olma bilinci kazanmaktır.
Kur’an’ın temel mesajı kişileri özgür kılmaktır
İnsanların yaratılış mayasında, hem ‘iyilik’ hem de ‘kötülük’ yapma eğilimi mevcuttur. Kişinin, doğrudan kendi iradesiyle ‘kötülüğü’ değil, ‘iyiliği’ seçmesi istenir. Bunun en görkemli ve yetkin aracı ise insanın doğrudan akıl ve düşünme yetisini kullanarak bireysel iradeye sahip olmasıdır.
Akılcı düşünce tavrından yoksun olan kişiler, düşünmek ve sorgulamak yerine, çoğunlukla birilerinin peşine takılma kolaycılığına yöneliyor. Böylece, daha güçlü kişi ve topluluklara bağımlı olmayı kabullenmiş oluyor ve büyük bir ihtimalle onlar tarafından çok sık olarak aldatılma eylemine muhatap oluyor.
Hakk’ın ve aklın yolu birdir
İnsanlar, normal şartlarda akıl ve bilim yoluyla yanlışlar karşısında doğruyu, kötülükler karşısında iyiliği seçebilir. Ancak, kişilerin dürtüleri, çıkarları, kinleri, öfkeleri, tutkuları ve bilinçaltı güçleri gibi etkenlere bağlı olarak her daim akıl dışı yollara girmeleri mümkündür. Ayrıca, kişilerin düşünme ve sorgulama yeteneği, içinde yaşanılan kültürel çevrenin eğitimsizliği ya da yanlış eğitim yüzünden körelebilir. Kişiler, henüz doğru-yanlış ve iyi-kötü kavramlarını ayırt etme yetilerinin gelişmediği yaşlarda, kültürel çevrenin etkisiyle akıl dışı davranışlara daha önceden şartlanmış olabilir.
Kişi ve toplumlara, akıl ve düşünme yolundan sapmadan doğrudan iyiliğe yönelmeleri için ayrıca vahiy yoluyla da ‘doğru yol’ gösterilmiştir. Bir anlamda, vahyin var oluş nedeni her çağda var olan güçlü akıl çeldiren güçlere ve aldatılma eylemlerine karşı insanların korunmasıdır (Allah daha iyi bilir).
Her aldatma eylemi bir şeytan işidir
Kur’an, inananları din üzerinden aldatılmaya karşı uyarıcı temel davranış kodlarını da belirlemiştir. Yaratılış kıssası olarak bilinen ayetlerde (Bakara,30-38; A’raf,11-24; Hicr,26-44; İsra, 61-65; Kehf, 50-51; Taha, 115-127), inanan insanlar – metaforik bir anlatımla- başkaları tarafından aldatılmamaları için uyarılır. Kur’an’daki yaratılışı anlatan ayetlere göre, Allah, bütün meleklere yeryüzünde insan yaratacağını ve ona secde etmeleri gerektiğini buyurur. İblis dışında hepsi secde ederler. O, büyüklük taslar ve yüz çevirir. Âdem’e secde etmesi emredilen iblis, secde etmeyince adı değişir ve artık ‘şeytan’ olur (Merdin, 2020, 533). Allah, şeytanı huzurundan kovar. Şeytan ise şöyle karşılık verir: ‘Öyle ise beni azdırmana karşılık, ant içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım (A’râf Suresi,16).
Yaratılış kıssasında şeytanın en büyük hilesi, Âdem ile eşini, onları ölümsüz olmaya ve cennette ebedî olarak kalma vaadiyle aldatmaya çalışmasıdır. Bu yüzden, tıpkı şeytanın yaptığı ve dediği gibi, Allah’ın ‘doğru yolu’ üzerine oturarak insanları başka yollara yönelten çok sayıda kişi ve topluluk çıkmıştır.
İnanan insanları, normal şartlarda başka inançtan kişilerin aldatması ve yollarından saptırması pek nadirdir. Her inanç topluluğunu, en çok kendi inanç dairesinde olduğu görüntüsünü veren kişi ve topluluklar aldatıyor. Bu bağlamda, aldatma eylemi, Kur’an’ın ortaya koyduğu evren tasavvuruna göre bir şeytan işidir. Bu durumda, aldanmak da bir tür şeytana uymak oluyor.
Kur’an’a göre insanların şeytanlaşması
Kur’an’ın ortaya koyduğu evren tasavvurunda, en fazla yer alan motiflerden birisi de ‘şeytan’ kavramıdır. Evrensel bir dil kullanımına bağlı olarak Kur’an’da geçen kavramların önemli bir kısmı, geniş bağlamlı bir anlam kümesine sahiptir. Şeytan yalnızca soyut ve kozmik bir varlık olmanın ötesinde, aynı zamanda bir kişilik sıfatıdır. Bu bağlamda, kişilerdeki şehvet, çıkarcılık, tutku, öfke, haset gibi duygular ile daha önceden bastırılmış bilinçaltı güçleri, insanın içindeki şeytanı temsil eder (Merdin, 2020, 370). Ayrıca, Kur’an’da insanları azdıran, sapıklığa sürükleyen, aldatan ve kötülük yayan kişiler de ‘şeytan’ çağrışımıyla nitelenir.
Kötülüğün kaynağı insanın şeytanlaşmasıdır
Popüler ve siyasal İslamcı ileri gelenler, her bir kişinin aslında bir ‘yeryüzü halifesi’ olarak yaratıldığını ve özgür bireyler olduğu gerçeğini göz ardı ediyorlar. Sürekli olarak inanan insanların, kendileri aracılığıyla günahlarından arınacakları ve cennet imkânına ulaşacakları izlenimi veriyorlar. Dinsel söylem ve simgeler görüntüsü altında, ‘Allah ile kul arasında bir aracılık rolü’ üstleniyorlar. Kendilerini, takipçilerine dinsel alanda seçilmiş özel varlıklar olarak tanıtıyorlar.
İslamiyet’e, Kur’an ve akıl dışı birçok kültürel eklemeler yapıyorlar. Sureti haktan görünerek her fırsatta inanan insanların yoluna çıkıyor ve onları aldatıyorlar. Böylece, İslamiyet’in insanları özgür iradeli birer birey olma hedefini saptırıyorlar. Allah’ın indirdiği dini, akıl ve bilim yoluyla anlamaya çalışmak yerine, kendi kişisel heveslerinin ve kinlerinin birer parçası haline getiriyorlar. Sanki dinin sahibiymiş gibi yeni öğeler ve ritüeller icat ediyorlar. Her biri, ayrı bir yolun başını tutmuş, bireysel iradesi gelişmemiş yoksul ve çaresizlik içinde bunalmış kişileri kendi yollarına çekiyorlar.
Bu dünyanın insan şeytanları
İnsanlar, içinde yer aldıkları topluluklar içinde her daim çok defalar aldatılmıştır. Günümüzde ise çeşitli propaganda ve algı yönetimlerine bağlı olarak, sıradan insanların aldatılmasıyla ilgili çok fazla etkili iletişim teknikleri mevcuttur.
İnsanlar, yeterince doğru bilgiye sahip olmadıkları konularda daha çok aldatılıyor. İnanılan İslâm dininin esasları, doğrudan akıl ve düşünme yoluyla asıl dini kaynaktan öğrenilmeyince, ‘doğru yol üzerine oturan’ birçok şeytanlaşmış kişilere fırsat doğuyor. Bu bağlamda, inanç mensuplarının bir kısmını-bazen çoğunu- en fazla aldatan kişi ve topluluklar, çoğunlukla aynı ‘menzile’ yürüdükleri görüntüsü veren aynı inancın şeytan yapıları oluyor. Çünkü insanlar, karşıtlarından ya da düşmanlarına karşı zaten çok dikkatli oluyor.
Yol üstünde alt ilahlık rolüne bürünenler
Aslında, Allah’ın Kur’an’daki çağrı ve öğütleri, hiçbir topluluk ve kurumun aracılığı olmaksızın doğrudan doğruya insanın kendisinedir. Yaratılış kıssasında, aslı bir melek olan iblisin bile şeytanlaştığı örnek üzerinden, kişilerin de kolaylıkla şeytan konumuna dönüşebileceği mesajı veriliyor. Allah’ın, doğrudan inananlara verdiği cennet imkânına şeytanın aracılık yapmaya kalkışması gibi, Müslüman toplumlarda türeyen/türetilen bir kısım kişi ve topluluklar da şeytanın rolünü üstleniyor.
İslamiyet öncesi Arapların inanç sisteminde soyut olarak ‘Allah’ kavramı vardı. Soyut düşünce gelişiminin yetersizliği nedeniyle kişiler, ‘Allah’ ile bağlantı kurmada aracılık rolü yaptığına inandıkları temsili putlara ve güçlü kişilere taparlardı. Yoksul ve çaresiz insanlar, ‘bir’ olduğuna inandıkları Allah’a birtakım ‘alt ilahlar’ atfederek ‘ortak’ koşarlardı. Bu yüzden, İslamiyet’in temel amentüsü, ‘Lâ ilahe illallah’ diye başlar ve Allah ile kul arasında hiçbir aracının olmayacağı kabulünü ön şart koşar.
Kur’an’da, Ankebût Suresi 17. ayette geçen “min dûnillâhi” ifadesi, dini çevrelerde çoğunlukla “Allah’tan başka ilahlar” şeklinde anlaşılmış ve başka ilahlar var da Allah’ın diğer ilahlardan biri olduğu biçiminde inanışlara yol açmıştır. Bu ifadede, Allah’a ortak olabilecek başka ilahlar değil, bazı insanların yarı ilah gibi gördükleri aracı insanların varlığı kastedilmektedir (1). Oysa bu ayette: ‘Siz ancak, Allah ile aranıza koyup putlaştırdıklarınıza kulluk ediyor ve onlara asılsız nitelikler yakıştırıyorsunuz!…’ denilmek suretiyle, kendini ‘Allah’ın madunu/astı ilahlar’ gibi takdim eden insanlara ve onlara bilgisizce uyan insanlara işaret edilmiştir (Allah daha iyi bilir).
İslamiyet’te aracılık rolü yoktur
İslamiyet’in muhatabı -hiçbir aracıya gerek olmaksızın- doğrudan doğruya birey olmasına karşın, din hizmetleri üzerinden çok sayıda dinsel kurum ve makamlar tesis edilmiştir. İslamcılık kılığında, çeşitli cemaat ve sözde tarikatlar ile siyasal parti, dernek ve vakıflar gibi adlarla çok sayıda oluşum, İslamiyet’i kendilerinin temsil ettiklerini iddia ediyor. Her biri, kendilerini dinin asıl sahibi olarak görmekten dolayı, şiddetli bir iç çekişme halindeler. Ancak, her biri şimdilik, laik, millî ve üniter devlet yapısı ile Türklük, Atatürk ve cumhuriyet değerlerine karşı güçlü bir ‘birleşik cephe’ taktiği ile birlikte yol yürüyorlar.
Sonuç olarak, Allah Elçisi’nin vefatının sonrasında, cahiliye dönemine mahsus güçlü kişileri yarı ilah görme algısı yeniden hortlamıştı. Bu kitlesel hastalık, siyasal İslamcılık ile daha çok alevlendirildi. Allah’ın dini olan İslâmiyet’i, sömürücü ve şeytanlaşmış kişi ve toplulukların tahakküm ve ellerinden ancak sosyolojik anlamda laiklik kurtarır.
Kaynaklar
Saadettin Merdin (2020): Cinler Bağlamında Teolojinin Mitolojiden Arındırılması, Ankara Okulu Yayınları: 341, Ankara
(https://kuran-ikerim.org/ankebut-17-ve-25-ayetlerinde-gecen-min-dunillahi-evsanen-ifadesi-allahtan-baska-putlar-anlamina-mi; Erişim Tarihi: 10.09.2024).
————————————–
Kaynak:
https://millidusunce.com/misak/yol-ustunde-oturan-seytanlar/