Pazar Günü Ankara’ya doğru yola çıktım.
Bir türkü çalıyordu radyoda;
“Bülbülün kanadı sarı..”
Giderken Yunus Emre Hz. nin mezarına da uğramak istedim.
Ankara yolundan Beylikova tarafına döndüm. Beylikova rahmetli Rasim Köroğlu’nun ilçesiydi. Diyordu ya şiirinde;
“Tükettim ayları, bitirdim günü,
Yıllarda aradım nazlı yar seni,
Kaybettim kendimi, şaşırdım yönü,
Yollarda aradım nazlı yar seni.
Gözümün yaşını döktüm mendile,
Almadı dereler aktı nafile,
Dolaştım sahrayı, döküldüm Nil’e
Çöllerde aradım nazlı yar seni.
Dışıma vurunca aşkın ataşı,
Tutuştu dünyanın öteki başı,
Isıttım toprağı, erittim taşı,
Küllerde aradım nazlı yar seni.
Güllerin bülbüle buymuş mirası,
Her yanımı sardı diken yarası,
Alaca karanlık, seher sırası,
Güllerde aradım nazlı yar seni.
Kandırdın Rasim’i cilve nazınan,
Anlatılmaz derdim üç beş sözünen,
Paylaştım hepsini sarı sazınan,
Tellerde aradım nazlı yar seni.”
Az sonra radyoda Aşık Maksut Feryadi’yi anlatmaya başladılar. “1961 yılında Arpaçay’ın Sosgert (şimdiki adı Taşdere) köyünde doğdu.”
Bir türküsünü okudu Aşık Feryadi;
“Ey! Uçan turnalar, ey esen yeller,
Perişan halimi yara söyleyin
Duymasın kimseler, bilmesin eller,
Bağrım oldu pare pare söyleyin.
Onadır bu sitem dolu sözlerim,
Gece gündüz kan, yaş döker gözlerim,
Hasretinden yanar yanar sızlarım,
O düşürdü beni zara söyleyin.
Maksut Feryadi’yim budur dileğim,
Yarın bana kastı nedir bileyim?
Ya gelsin öldürsün kurban olayım,
Ya kılsın derdime çare söyleyin.”
“Ya gelsin öldürsün kurban olayım” diyordu ya, bir şiirinde de “bir gülüş bir can nedir sevdiğim” diyordu iç çekerek.
“Senelerce senin için ağladım
Demedin bu figan nedir sevdiğim.
Polat mıdır, demir midir, taş mıdır?
Şu sende ki vicdan nedir sevdiğim ?
Toros dağlarında karanfil açtı,
Ağrı yeşil giydi mor sümbül açtı,
Erciyesin zirvesinde gül açtı
Ya sendeki duman nedir sevdiğim ?
Maksut’um, hasretim yar gülüşüne
Yıllardır özlemim var gülüşüne
Canımı veririm bir gülüşüne
Bir gülüşe bir can nedir sevdiğim.”
Konya Aşıklar Bayramı’nda birinci olmuştu bu şiir.
Bülbüllü türküleri dinlemiştim, Aşık Maksut Feryadi turnalar diyordu ;
ama az öteden bir keklik kümesi havalandı.
Bir de Köroğlu söyledi Feryadi.
Yol üzerinde bir ayva ağacı vardı. Ayvaları yere inmişti, neyi taşıyamamışlardı, ne ağır gelmişti bilemedim.
Az sonra yine keklikler gördüm yol kenarında. “Pandemi”den dolayı mı çoğalmışlardı, avcılar mı insafa gelmişti bilemedim. Son zamanlarda sık sık görüyordum gittiğim yerlerde.
Yunus Emre’ye giderken muhteşem bir virane var, bir köşk. Kimler geldi, kimler geçti, kimler doğdu, kimler öldü, kimlerin düğününü gördü, içinde ne hatıralar gizli. Onu seyretmeden gitmek olmaz. Fotoğrafını çektim.
Yunus Emre’nin ilk, ikinci ve en son nakledildiği mezarlar var, oralara uğradım.
6- 10 Mayıs tarihleri arasında Yunus Emre Törenleri olur. ( Şimdi yapılanlar yasak savma kabilinden bile değil gerçi) Zübeyde Ablam var, eskiden yapılan her törene gidermiş. “Tören biterken gelecek senenin hasreti, heyecanı başlardı bende” diye anlatır. Oradan onu aramamak olmazdı, selâmını söyledim.
Kıymet bilen bir kaç kişiye oradan fotoğraf yolladım.
Etrafta mermer üzerine Yunus Emre şiirleri yazılmış, onlardan bir kaçının fotoğrafını çektim, biri şu idi;
“Fakirler miskinlikten çekti elin,
Gönüller yıkıban heybetli oldu.
Peygamber yerine geçen hocalar,
Bu halkın başına zahmetli oldu.
Tutulmaz oldu Peygamber hadîsi,
Halâyık cümle Hak’tan utlu oldu.
Yunus, gel âşık isen tövbe et,
Nasûh’a tövbe ucu kutlu oldu.”
Boş bulunan yere Orman Genel Müdürlüğü şöyle bir tabelâ koymuş; “Bu alanın bahçe düzenlemesi ve bitkilendirilmesi Orman Genel Müdürlüğü tarafından yapılmaktadır.”
Herhalde etrafı çimlendirecekler, güzelleştirecekler, gelen gidenin içi açılacak, Yunus Emre’ye lâyık bir yer olacak idi. Ortada çim falan zaten yok da, otlar bitmiş sağda solda. Yerde kırılmış çam ağacı vardı. Belki de “düzenleme” böyle oluyordu da biz bilmiyorduk. Konu Orman Bakanlığına görüntüleriyle beraber iletilmeliydi.
Çay içmek güzel oluyor orada. İlaçlarımı aldım. Yunus Emre, Taptuk Emre dergâhına eğri odun bile götürmezmiş. Hapların kapları da oralara atılmamalıydı, yanıma aldım.
Külliyenin müze kısmında Yunus Emre ilahileri, türküleri çalınıyordu;
“Aşkın aldı benden beni,
Bana seni gerek seni…”
“Bir kararda durmayalım,
Gel dosta gidelim gönül.”
“Dertli ne ağlayıp gezersin burda,
Ağlatırsa Mevlâm yine güldürür.”
“Yar yüreğim yar,
Gör ki neler var,
Bu halkın içinde,
Bize güler var…”
Çay güzeldi, gölge güzeldi, sessizlik güzeldi ama yolumuz daha uzundu, öğle olmadan Ankara’ya varmalıydı.