Prof. Dr. Selahattin Turan.
Uludağ Üniversitesi Öğretim Üyesi.
Selahattin Bey Erzurum’lu.
Yaz tatillerini dedesinin, babasının yaşadığı Erzurum’da, İspir’deki köyünde geçirir.
Dedesi, torununa aşıkların, özellikle Aşık Reyhani’nin şiirlerini okurmuş. “Benim hayatımı o şiirler şekillendirdi” diyor. Selahattin Bey.
Çok şükür ki öğretim üyeliği yaptığı Osmangazi Üniversitesi’nde muhtelif zamanlarda Aşık Reyhani, Aşık Hüseyin Sümmanoğlu, Aşık Divani’yi davet edip, talebelerine “Aşıklık Geleneği”ni anlattırmıştı.
Dün baktım yine Erzurum’da. Hüseyin Sümmanoğlu ve Mehmet Çalmaşır ile Aşık Sümmani’nin mezarını ziyaret etmişler.
Sümmani demişti ya;
“Sümmani’yem Ya Rab gönlüm hoş eyle
Ya sabır ver ya da bağrım taş eyle
Ya bir çift kanat ver yada kuş eyle
Tez ulaşam dost bağında talan var.”
Ali Akbaş Ağabey de Mükerrem Kemertaş’a bir şiir yazmıştı. Hani Huma Kuşu’nu en güzel söyleyen insana. Şöyle başlıyordu;
“Yine duman almış Palandöken’i
Kerem et Mükerrem bir türkü söyle
Türküler bağrımda bir gül dikeni
Kerem et Mükerrem bir türkü söyle.”
Aynı şiirin bir kıtasında da Mehmet Çalmaşır’ı yazmıştı;
“Erenler yoldaşı Mehmet Çalmaşır
Bize maveradan haberler taşır
O söylerken bize susmak yaraşır
Kerem et Mükerrem bir türkü söyle…”
Nevzat Kösoğlu Ağabey de İspir’li idi, Selahattin Hoca sık sık konuşurdu Nevzat Ağabey ile. Birbirlerine farklı bir muhabbetleri vardı.
Nevzat Kösoğlu Ağabey türküleri çok seviyor, türkülere ayrı bir önem veriyordu. “Biz bu Türkçe’nin ve türkülerin çocuğuyuz. Birlikte türkü söyleyebildiklerim benim milliyetimdendir.” diyordu.
“Mustafa Çalık, son günlerinde Hacettepe Onkoloji’de yatarken ziyaretine gider. “Ağabey, Kubilay Dökmetaş’ı çağırtıp bir ‘Huma Kuşu’ söyleteyim ister misin?” diye sorar. Önceleri zaman zaman Çalık ve Dökmetaş’la bir araya gelip geç vakitlere kadar türkü söyledikleri olurmuş. Yorgun ve bitkin olan Nevzat Kösoğlu’nun gözleri parlar, çok iyi olur der. Bunun üzerine Çalık, hastaneye önceden getirdiği Dökmetaş’ı içeriye çağırır. Nevzat Kösoğlu, kapıları pencereleri kapattırır, ‘Şöyle bağıra bağıra bir söyle!’ der. Dökmetaş Huma Kuşu’nu söylerken hem kendisi, hem de odada bulunanlar gözyaşlarını tutamazlar…”
Dün yola düştüm. TRT Türkü’de Mehmet Çalmaşır Aşık Reyhani’nin türküsünü okudu. İlk kıtası şöyleydi şiirin;
“Öz canımdan çok sevdiğim Erzurum
Çaresiz dişimi sıktım gidirem.
Gafillerden darbe yedi gururum
Çaresiz dişimi sıktım gidirem.”
Ben bırak şehir değiştirmeyi sokak değiştirirken bile çok zoruma gider. Ama insanoğlu her şeye uyum sağlıyor.
Aşık Reyhani ana ata ocağını terk ediyor. Eşyasını yüklüyor bir kamyona, daha nereye gideceği bile belli değil. Biraz uzaklaşıyorlar Erzurum’dan. Durduruyor kamyonu, sazını eline alıyor ve Erzurum’a dönüp bir türkü okuyor , işte o türkü Mehmet Çalmaşırın söylediği. Gerçi iki kıtasını okudu. Şiirin devamı şöyle;
“Selam olsun ecdat ile abaya
Abdurrahman Gazi Habip Babaya
Tuz ektiler çalıştığım çabaya
Kaderime boyun büktüm gidirem.
Benim canım feda idi bin cana
Bin can az derlerse iki bin cana
Kırk senelik gözyaşımı fincana
Kattım Karasu’ya aktım gidirem.
Kırılmış sazımı astım tavana
Çevirdim yönümü döndüm divana
Gurbet kelepçedir yurdu sevene
Bilerek koluma taktım gidirem.
Nazar ettim solu ile sağına
Sanki matem düşmüş yar otağına
Seyreyledim Palandöken dağına
Üç kez geri döndüm baktım gidirem.
Yel devirsin sebeplerin kökünü
Sırtıma verdiler sitem yükünü
Kırk senedir beklediğim ekini
Harmana dökmeden yaktım gidirem.
Alnımız apaçık yüzüm karasız
Buna rağmen kuyladılar yarasız
Tambura köyünden Emrah çaresiz
Ben de Erzurum’dan çektim gidirem.
Reyhani’yim aşk ateşim dinmedi
İftira darbesi cana sinmedi
Zeynel Horasan’a gitti dönmedi
Bu da benim kara bahtım gidirem…”
Yol uzundu. Türküler devam ediyordu. Bir başka türkü başladı sonra;
“Bu yoldan çoklar gider.”
Elbette yoldan çoklar giderdi. Gidenlerin bir kısmı dönerdi belki. Dönmeyenlerin de canı sağ olsundu. “Herkes aynı yere gidince dünyanın dengesi bozulur” demiş zaten Nasrettin Hoca.
Türkü devam ediyordu;
“Bu yoldan çoklar gider
Aç gelir toklar gider
Sinemi kalkan ettim
Her gelen oklar gider..”
Sine kalkan olunca oklayan çok olurdu. Bir kesik mani şöyle diyordu;
“Oku yara,
Aç kitap oku yara,
Sinemde yer kalmadı,
Meğer ok oku yara.”
Yollar gelimli gidimliydi. İnişli çıkışlı, kıvrımlı, dar, geniş ana mutlaka gidecek yeri olandı. Yolcuyu başında taşısa da onu yaralayan yine o yolun yolcularıydı. Ama yama yama tamir edenlerde onlardı.
Hani Mehmet Aygün müthiş bir şey söylemişti;
“Kibritin ateşi eritmez mumu,
Bağrına bastığı ip yakar onu.”
tıpkı öyleydi yol ve yolcunun durumu.
Türkü devam ediyordu;
“Köpük köpüktür sular
Dağda otlar kuzular
Aşk yarası derindir,
Değmeyin her an sızlar…”
Yarasızlar aşk yarasını bilmezdi. Bir mani de şöyleydi;
Yara sızlar,
Göz değer yara sızlar,
Yaralının halini,
Ne bilsin yarasızlar..”
Kalkan olmak da iyidir efendim ok da değse, göz de değse baş üstüne…