Ege’deki adaların askersizleştirilmiş statü altına konulmalarının temel gerekçesi değişmiş değildir. Çünkü statüyü belirleyen ilk anlaşma 1913-1914 yapılmıştır. O tarihlerden günümüze kadar geçen bir asırdan fazla zaman içinde Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı olan tutum ve davranışları, beslediği sakim emeller değişmeden günümüze kadar gelmiştir. Yunanistan, Türkiye’nin kendisiyle sürdürmek istediği dostluk ilişkilerinin yaşandığı dönemleri dahi, Türkiye’nin aleyhinde gizli kararnamelerle attığı adımlarla istismar etmekten kaçınmamıştır. Örneğin, 1931 yılında Yunanistan millî hava sahasını, karasuları 3 mil olmasına rağmen 10 mile genişletmiştir. Bu genişleme sonucunda Ege’de uluslararası hava sahası yüzde 50 oranında azalmıştır; Yunanistan 1936 yılında da karasularını 3 milden 6 mile genişletmiştir. Bunları hep gizli Kararnamelerle ve dostluk dönemlerinde yapmıştır.
*****
Tugay ULUÇEVİK
I. Giriş
Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkiler, Yunanistan’ın Türkiye’ye yönelik dostane olmayan tutumundan kaynaklanan sorunlarla doludur. Son yıllardaki çeşitli yazılarımda [1] izah etmiş olduğum bu olgunun sebepleri üzerinde burada durmuyorum.
Türkiye’nin Yunanistan ile olan var olan sorunlarını şu başlıklar altında saymak mümkündür: [2]
– Karasularının genişliği;
– Kıta sahanlıkları ve münhasır ekonomik bölgeler dahil Ege’de deniz yetki alanlarının ve deniz sınırlarının tespiti;
– Egemenliği uluslararası andlaşmalarla Yunanistan’a bırakılmamış ada, adacık ve kayalıkların aidiyeti;
– İki Devletin hava sahalarının genişliği;
– Ege’deki uluslararası andlaşmalarla askersizleştirilmiş [demilitarized] statüye bağlanmış adaların bu hukukî statülerinin Yunanistan tarafından ihlâli;
– FIR (Uçuş Malûmat Bölgesi) sorunları;
– Arama Kurtarma (SAR) Faaliyetleri için yetki alanlarının belirlenmesi
Bu yazımda, Andlaşmalarla “askersizleştirilmeleri” ve öylece tutulmaları kayıt ve şartıyla Yunanistan’a bırakılmış olan Ege Denizi’ndeki adaların hukukî statülerinin sürekli olarak bu Devlet tarafından ihlâl edilmekte olması olgusunu işlemek istiyorum.
Öncelikle konu hakkında kullanılan temel kavram üzerinde sık sık yapıldığını gördüğüm bir hataya işaret etmem gerektiğini düşünüyorum.
Ege’deki ve Doğu Akdeniz’deki belirli adaların uluslararası andlaşmalarla tespit edilmiş olan hukukî statüsü için kastedilen kavramı doğru ifade eden “askersizleştirilmiş” [démilitarisé; demilitarized] kelimesidir.
Bilhassa konuşma dilinde kullanılan “silâhsızlandırılmış” [désarmé; disarmed] kelimesi adaların hukukî statüsünü doğru yansıtmamaktadır.
“Askersizleştirme” [démilitarisation; demilitarisation] bir yerin, bir bölgenin askerden arındırılması; o yerin, o bölgenin askerî (kara, hava ve deniz unsurları dahil) faaliyetlerde bulunulamaz; askerî amaçlarla kullanılamaz hale gelmesidir; getirilmesidir.
“Silâhsızlanma” ise [désarmement; disarmament], küresel veya bölgesel çapta silâhlanma yarışına son verme amacıyla bütün veya belirli silâhların azaltılması veya tamamen ortadan kaldırılması; imâlinin, depolanmasının ve kullanılmasının yasaklanması veya bir bölgenin bütün veya belirli silâhlardan arındırılması eylemidir. Askerî faaliyette bulunulabilir. Sınırlama, yasaklama silâhlar hakkındadır.
Ege’deki adaların hukukî statüsünü tespit eden uluslararası andlaşmalarda ve kararlarda kullanılan “askersizleştirme” [démilitarisation; demilitarisation] kelimesidir.
Daha sonra da değineceğim üzere, Ege’de Yunanistan’a bırakılan adaların statüsüne ilişkin 1914 yılındaki bir kararda statüyü belirlemek amacıyla “…bu adalar herhangi bir bahrî (denize ilişkin) veya askeri amaçla tahkim edilmeyecek veya kullanılmayacak…” ifadesine yer verilmiştir.[3]
Ege Denizi’ndeki adalar, özellikle, Doğu Ege’de kuzeyde Taşoz ve Semadirek adalarından itibaren Türkiye’nin batı ve güneybatı sahilleri boyunca kıyıdan 2 ilâ 55 kilometre arasında değişen mesafelerde yer alan adalar, aslında Anavatan’ımızın Mavi Vatan’ımız içindeki doğal uzantısıdırlar. Türkiye’nin millî güvenliği ile doğrudan bağlantılıdırlar.
Sözkonusu adalar jeopolitik ve jeostratejik açılardan önem ve değer taşımaktadırlar. Bölgesel askerî güç dengelerinin kurulmasında ve böylece barışın muhafazasında rolleri vardır. Bunun içindir ki, tarihin akışı içinde bölgedeki güçler arasındaki rekabetin, çatışmaların konusu ve hedefi olmuşlardır. Sonunda sağlanan barışta da dengelerin bu adaların askersizleştirilmeleri yoluyla kurulması cihetine gidilmiştir.
Tarihî geçmişi de dikkate alarak Doğu Akdeniz’deki ve Ege’deki adalara kuş bakışı nazar atfettiğimiz zaman, Osmanlı Devleti’nin yükselme devrinin ortalarından itibaren Taşoz [Thasos], Semadirek [Samothraki], Limni [Lemnos], Bozbaba [Agios Efstratios], İmroz/Gökçeada [Imbros] Bozcada [Tenedos], Midilli [Lesvos], Eğriboz [Euboia], Şeytan Adaları [Sporades], Sisam [Samos], Sakız [Chios], Ahikerya [Ikaria] Rodos [Rhodes] gibi adaları ve Menteşe Adalarını (Oniki Ada) [Dodecanese], Kerpe [Karpathos], Çoban [Kassos], Kiklat [Cyclades] Adalarının tamamını ve bu adaların civarındaki büyüklü, küçüklü adaları birer birer kendi topraklarına dâhil ettiğini görüyoruz. Böylece, Ege’deki, Orta ve Doğu Akdeniz’deki adaların, ada gruplarının, Kıbrıs ve Girit hariç, tamamı Osmanlı egemenliği altına alınmıştır.
Kıbrıs [Cyprus] adasının fethi Osmanlı Devleti’nin Yükselme Devri’nin son yıllarında 11 ay süren bir kuşatma harekâtının sonunda 1 Ağustos 1571’de tamamlanmıştır.
Girit’in [Crete] fethi için başlatılan harekât 24 yıl sürmüştür. Adanın tamamının Osmanlı egemenliği altına alınması 1669’da gerçekleşmiştir.
Osmanlı Devleti en son olarak 1718 yılında Ege’deki İstendil [Tinos] adasını topraklarına katmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu, özellikle Kanunî Sultan Süleyman döneminde sahip olduğu kuvvetli donanma sayesinde denizde de gücünü diğer devletlere kabul ettirmiş ve Ege’yi ve Doğu Akdeniz’i adeta bir Türk gölü, denizi haline getirmiştir.
Bununla beraber, Osmanlı Devleti, yüzyıl kadar süren olan “Yıkılma Devrinde” ise, maalesef, denizdeki gücünü ve üstünlüğünü kaybetmiştir. Ege’deki adalarının elinden çıkmasını önleyemez hale gelmiştir. Osmanlı donanmasının 1827’de Navarin’de uğradığı deniz baskını faciası ve Elenlerin 1830’da bağımsızlıklarını ilân etmeleri, denizdeki toprak kayıplarını hızlandırmıştır. Yunanistan için Ege adaları, Osmanlı İmparatorluğu’nun ülkesi aleyhine Anadolu Yarımadası’na doğru genişleme politikalarının uygulanmasında birer atlama taşları olarak kullanılmıştır.
Girit adası, Avrupalı güçlerin de müdahil oldukları çeşitli entrikalarla dolu bir asırdan uzun bir süreç sonunda 1908’de fiilen Yunanistan’ın hâkimiyeti altına girmiştir. Osmanlı Devleti’nin uğradığı Balkan bozgunu neticesinde de 1913 yılındaki Londra Antlaşması’nın IV. Maddesi uyarınca Girit Adası harbin galibi dört Balkan Devleti Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ’ın hükümdarlarına verilmiştir.
Kıbrıs adasına gelince; Osmanlı İmparatorluğu, Kıbrıs’ı 1878 yılına kadar 307 yıl hukuken ve fiilen egemenliği altında tutmuştur. “Yıkılma Devrinde” 1877’de Rusya’dan Anadolu topraklarına yoğunlaşarak yönelen çok ciddi tehdit ve tehlikeler karşısında yardım ve desteğine ihtiyaç duyduğu İngiltere’ye Kıbrıs adasının idaresini devretmek ve askerlerini Kıbrıs’tan çekmek zaruretinde kalmıştır.
Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na Almanya’nın yanında katılma kararını verdiği 5 Kasım 1914 tarihinde de İngiltere Kıbrıs’ı ilhak ettiğini açıklamıştır. Osmanlı Hükûmeti İngiltere’nin bu kararını tanımamış; ancak tanımadığını silâhlı kuvvet kullanarak fiilen ortaya koyacak gücü kendisinde bulamamıştır.
II. Lozan Konferansı Öncesinde Adaların Askersizleştirilmiş Statüsünü Doğuran ve Belirleyen Siyasî Olaylar ve Anlaşmalar
Lozan Barış Konferansı’nın başladığı 22 Kasım 1922 tarihi itibariyle Osmanlı Devleti Bozcaada, İmroz (Gökçeada), Tavşan Adası hariç, Egedeki ve Akdeniz’deki adalarını kaybetmiş bulunuyordu.
Şayet Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’nda yenilmesi üzerine imzaladığı Sevr Adlaşması uygulanabilmiş olsaydı, Ege’de İmroz (Gökçeada) ve Bozcaada gibi önemli iki adayı da kaybetmiş olacaktı.
Osmanlı Devleti’ne ait Oniki Ada grubundaki adalar Trablusgarp savaşında (1911 – 1912) İtalya tarafından işgal edilmiştir.
I. Balkan Harbi’nde de Osmanlı Devleti, Trakya’da ve Balkanlarda uğradığı toprak kayıplarının yanında, Ege Denizi’ndeki adalarının Yunanistan tarafından işgaline mâni olamamıştır. Yunanistan deniz kuvvetindeki üstünlüğü sayesinde Ekim-Aralık döneminde Doğu Ege’de kuzeyden güneye doğru şu adaları istilâ ve işgal etmiştir:
Taşoz [Thassos], Semadirek [Samothrace], Gökçeada [Imbros] Limni [Lemnos], Bozcaada [Tenedos], Bozbaba [Ag Efstratios], Midilli [Lesvos – Mitylène], İpsara [Psara], Sakız [Chios], Sisam [Samos] ve Ahikerya [Ikaria].[4]
1. Uşi Andlaşması
Trablusgarp Savaşı’nın sonunda 18 Ekim 1912 tarihinde Lozan’ın Uşi [Lausanne-Ouchy] beldesinde İtalya ile Osmanlı Devleti arasında imza edilen Antlaşma’nın 2. Maddesi’nde İtalya’nın Osmanlı Devleti’ne ait olan Oniki Ada’nın işgaline son vermesi hükme bağlanmıştır.
Bununla beraber, İtalya Oniki Ada’dan askerlerini çekmemiştir. İtalya, Osmanlı Devleti’nin Uşi Antlaşması’na göre Trablusgarp’tan subaylarını ve birliklerini geri çekmesini garanti altına almak için bu yola başvurmuştur. Aslında Osmanlı Hükûmeti de İtalya’nın Oniki Ada’dan kuvvetlerini çekmesi için aceleci ve ısrarlı davranmamıştır. Çünkü kısa bir süre önce I. Balkan Savaşı patlamıştı. Adalar Yunanistan’ın tehdidi altındaydı. Osmanlı Devleti’nin o dönemde Yunan donanmasına karşı koyabilecek deniz kuvveti yoktu. Bu sebeple, Oniki Ada’daki İtalyan askerî varlığının devamı tercih edilmiştir.
2. Londra Andlaşması
I. Balkan Savaşı’nı kaybeden Osmanlı Devleti, Londra’da toplanan Konferans sonunda Savaş’ın kazananları Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ ile 30 Mayıs 1913’de bir Andlaşma imzalamıştır. [5]
Andlaşma’nın IV. Maddesi’ne göre Girit adasının geleceğinin galip 4 Balkan Devleti tarafından belirlenmesine razı olmuştur.
Londra Andlaşması’nın V. Maddesi’nin hükmüne göre de Osmanlı İmparatorluğu ve 4 galip Balkan Devleti, Ege Denizi’nde, Girit adası hariç, Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliği altında bulunan adaların ve Aynaroz yarımadasının aidiyetine ilişkin kararın alınmasını Almanya, Avusturya ve Rusya İmparatorlarına, Macaristan, Büyük Britanya ve İtalya Krallarına ve Fransa Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’na bırakmışlardır.
3. Atina Andlaşması
14 Kasım 1913 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu ile Yunanistan arasında imzalanan Atina Andlaşması’nın 15. Maddesi’nde iki Devlet, Londra Andlaşması’nın hükümlerine, Ege Adalarının aidiyetinin belirlenmesine dair olan V. Maddesi de dahil olmak üzere, bağlı olduklarını teyit etmişlerdir.[6]
4. Londra Büyükelçiler Konferansı’nın Kararı ve Tebligat
Londra Anlaşması’nın yukarıda zikredilen V. Maddesi’ne göre Avrupa’nın 6 büyük devletinin hükümdarlarını temsilen 1914’ün Şubat ayında Londra’da toplanan “Büyükelçiler Konferansı’nda” alınan karar, 13 Şubat 1914 günü Atina’ya ve ertesi gün de İstanbul’a Babıâlî’ye tebliğ edilmiştir.
Kararın esasa ilişkin bölümü şöyledir:
“… altı güç, Türkiye’ye iade edilmesi gereken Bozcaada, İmroz/Gökçeada ve Meis hariç olmak üzere, Yunanistan’ın halen işgal etmekte olduğu tüm Ege adalarını Yunanistan’a devretmeye karar vermişlerdir.
Güçler Yunanistan’a bırakılan adalarla ilgili olarak, bu adaların tahkim edilmeyeceğine veya herhangi bir deniz veya askeri amaçla kullanılmayacağına ve adalar ile Osmanlı anakarası arasında kaçakçılığı önlemek için etkili tedbirlerin alınacağına dair Yunan hükümeti tarafından kendilerine ve Türkiye’ye tatmin edici garantilerin verilmesi gerektiğine karar vermişlerdir.
Altı Devlet, bu şartların adil bir şekilde uygulanmasını ve sürdürülmesini sağlamak için Yunan hükümeti üzerinde nüfuzlarını kullanma sözü vermektedir.
Ayrıca, Yunanistan’dan, yukarıda bahsedilen altı gücün kararı uyarınca aldığı adalardaki Müslüman azınlıkların korunmasına ilişkin tatmin edici garantiler vermesini talep etmektedirler.” [7]
Kararın Yunanistan’a ve Osmanlı Devleti’ne bildirildiği Nota’da da ana noktalarıyla şunlar ifade edilmiştir:
“Altı Büyük Devlet Temsilcileri Hükûmetlerinin talimatıyla aşağıdaki Bildirimi Osmanlı Hükûmeti’ne sunarlar:
Babıâli, Londra ve Atina Anlaşmalarıyla Ege adaları konusunda karar verme yetkisini Büyük Devletlere bırakmıştır.
Büyük Devletler, Yunanistan’ın Gökçeada ve Bozcaada’yı Türkiye’ye geri vermesini ve Yunan işgalindeki öteki adaları kesin tasarrufu [la possession définitive] altında muhafaza etmesini kararlaştırmışlardır.
Meis Adası da Türkiye’ye bırakılacaktır.
Yunanistan adaları tahkim etmemeyi, askerî amaçlarla kullanmamayı ve adalarla Osmanlı toprakları arasındaki kaçakçılığı önleyecek etkili tedbirler almayı taahhüt edecektir.
Altı Büyük Devlet, bu şartların yerine getirilmesi için Yunanistan üzerinde nüfuslarını kullanacaklardır.
Ayrıca Adalardaki Müslüman azınlıkların korunması için Yunanistan’dan güvence isteyeceklerdir.
Altı Büyük Devlet yukarıdaki kararlara Osmanlı Hükûmeti’nin uyacağına güvenmektedirler.” [8]
Nota’da, Meis adasının Osmanlı İmparatorluğu’na verilmesinin öngörülmüş olmasıyla, 1912’deki Osmanlı – İtalyan Uşi Andlaşmasına rağmen Oniki Adaları fiilen işgali altında tutmaya devam etmiş olan İtalya’nın, Osmanlı Devleti’ne verilen Meis dışındaki Oniki Adaları işgali sürdüreceği zımnen belirtilmiş olmaktadır.
Ayrıca aralarında İtalya Kralı’nın da yer aldığı Altıların Büyükelçilerinin aldığı kararda Meis adasının Osmanlı Devleti’ne iadesinin öngörülmüş olması kayda değerdir. Bu husus, Meis adasının Anadolu yarımadasının ayrılmaz bir parçasını oluşturduğu gerçeğinin ifadesidir.
Osmanlı İmparatorluğu kendisine tebliğ edilen Altı “Büyük” Devlet kararını bütünüyle kabul etmiş değildir.
Babıâlî karara ilişkin cevabını 16 Şubat 1914 tarihli bir Nota ile bildirmiş ve özetle şunları belirtmiştir:
“Babıâlî, Yunan işgalindeki Ege adalarının kaderini kararlaştırma yetkisini büyük devletlere verirken, Boğazlara ve Anadolu kıyısına yakın adaların Türkiye’de kalmasının elzem olduğunu belirtmişti ve ilgili tarafların çıkarlarına uygun bir karar verileceğini kuvvetle umuyordu. Şimdi Babıâlî Osmanlı İmparatorluğu’nun hayatî çıkarlarını dikkate almayan bir karar verildiğini büyük bir üzüntüyle görmektedir.
Bozcaada, Gökçeada ve Meis adasının geri verildiğini senet sayarken Babıâlî, haklı ve meşru taleplerini kabul ettirmek için de çaba harcayacaktır.” [9]
Yunanistan Altı “Büyük” Devlet kararını kabul ettiğini 21 Şubat 1914 tarihli Nota ile bildirmiş ve anahatlarıyla şunları ifade etmiştir:
“Yunanistan, adalar hakkındaki Büyük Devletler kararlarını takdirle karşılar. Yunanistan’a bırakılan adaları tahkim etmemeyi ve askeri amaçlarla kullanmamayı taahhüt eder.
Buna karşılık bu adaların saldırıya uğramayacakları yolunda Büyük Devletlerce bir karara varılacağına inanır. Adalarla Anadolu arasında kaçakçılığı önlemek için etkili tedbirler almayı ve Yunanistan’a katılan adalardaki Müslüman azınlıkları korumayı da kabul eden Yunanistan, buna karşılık Türkiye’de kalan Bozcaada, Gökçeada ve Meis adalarında yaşayan Rumlara da Babıâlî tarafından güvence verileceğini ummakta kendisini haklı görür. Bu adalar halkı için genel af ister.” [10]
Altı Devlet Kararının konumuz bakımından önem arzeden veçhesi, Balkan Savaşlarında yenilmiş ve ağır kayıplara uğramış olan Osmanlı Devleti’ne hasımlarımız tarafından dayatılan bir Anlaşma’da dahi Yunanistan’a bırakılan adaların askersizleştirilmiş olması gereğinin düşünülmüş ve hükme bağlanmış olmasıdır.
Adaların aidiyeti hakkındaki bir diplomatik kararda aidiyet belirlenirken aynı zamanda adaların tâbi olacağı hukukî statünün tarif edilmiş ve Yunanistan’a belirlenen statüye uyma vecibesi getirilmiş olması bilhassa önemlidir. Aidiyet şarta bağlanmıştır. Yunanistan işgali altındaki adaları alırken belirlenen şartlara, statüye uymayı taahhüt etmiştir.
Anılan Karar, Doğu Ege Adalarının ve Anadolu’ya yakın diğer adaların her açıdan Anadolu yarımadasına bağlantılı ve bağımlı olduğu gerçeğinin uluslararası plânda kabulünün kanıtıdır. Bu adaların askersizleştirilmiş olmasının bölgede güçler arası dengenin sağlanması ve böylece barış ortamının korunup sürekli kılınması bakımından zaruri olduğu anlayışını da yansıtmaktadır.
III. Lozan Barış Konferansı’nda, Barış Andlaşması’nda ve Boğazlar Sözleşmesi’nde Adaların Askersizleştirilmesi Konusu:
1. Lozan’da Türk Heyeti Adaların Askersizleştirilmesini İstiyor
Gazi Mustafa Kemâl Atatürk önderliğinde İstiklâl Savaşımızın zaferle sonuçlanmasından sonra, TBMM Hükûmeti, Lozan Barış Konferans’ında Ege’deki adaların ve Kıbrıs adasının, Türkiye’nin huzur ve güvenliği bakımından taşıdığı hayatî önemin bilinci içinde hareket etmiştir.
İsmet İnönü başkanlığındaki heyetimiz Konferans’ta özellikle 1911 – 1914 döneminde Yunanistan’ın ve İtalya’nın işgaline uğramış, yapılan anlaşmalarla Balkan Savaşlarının galipleri ve Avrupa’nın “büyük devletleri” tarafından onlara verilmiş olan Ege denizindeki adaların statülerine, Türkiye’nin güvenliği açısından kısıtlamalar getirilmesi için çaba sarfetmiştir. Askersizleştirilmelerini sağlamak için teklifler yapmıştır.
İnönü, İngiltere’nin 1914’de ilhak ettiğini açıkladığı Kıbrıs ile ilgili olarak da Konferans’ta Ada’nın Rumların ve Yunanistan’ın tarihî emelleri istikametinde kullanılmasına yol açacak bir karar alınmasını önlemek için çalışmıştır.[11]
2. İsmet Paşa’nın Adalar Hakkındaki Konuşması
Lozan Konferansı’nda Ege’deki ve Akdeniz’deki adalar konusu Konferans’ın I. Komisyonunda müzakere edilmiştir.
İsmet Paşa, I. Komisyonu’nun 25 Kasım 1922 Cumartesi günü öğleden sonraki oturumunda Ege ve Akdeniz’deki adalar konusunda söz almış ve ana noktaları itibariyle başlıca şunları ifade etmiştir: [12]
“… Coğrafya bakımından, Küçük Asya’ya bağlı parçalar olan Akdeniz ve Ege adalarının, Anadolu’nun huzuru ve güvenliği için büyük bir önem taşımaktadırlar… Bu adalar kıyıdan az uzaklıkta ve karasuları içinde bulunan ufak adalarla, büyük adaları kapsamaktadır. Karasuları içindeki ufak adalar, Küçük Asya’nın barışını pek yakından tehdit edebilirler. Bu bölgenin tamamlayıcı birer parçası olduklarından, bu adaların Türkiye’nin egemenliği altına konulmaları kesin olarak zorunludur. Kaldı ki, bunlar Türk karasuları içinde bulunduklarına göre, bunların Türk egemenliği altında olmaları gerekmektedir.”
“Büyük adalara gelince: kaderi 17/30 Mayıs 1913 tarihli Andlaşma uyarınca Büyük Devletlerce saptanması gerekli olan Bozcaada ve İmroz üzerinde Türkiye’nin hakları, aynı Devletlerin 14 Şubat 1914 tarihli ortak notalarıyla doğrulanmıştır. Bu yüzden bu iki ada Türk egemenliği altına konulmuş bulunmaktadır.”
“Öte yandan, Türk kıyısı ile Boğazların yakınında bulunan Semadirek [Samothrace ] adasının da, Türkiye’de kalması gereklidir ve hak gözetirliğe uygundur.”
“Limni, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya [Lemnos, Mitylène, Chio, Samos, Nikaria] adaları, Büyük Devletlerce Yunanistan’a bırakılmıştır. Türkiye’nin güvenliği bakımından bu adalar hayatî önem taşımaktadırlar. Üstelik bu adaların ekonomik ihtiyaçlarının karşılanabilmesi de Küçük Asya ile birleşmelerini zorunlu kılmaktadır. İşte bu yüzden [Büyük] Devletlerin bu adalara ilişkin olarak aldıkları kararı Türkiye kabul etmemiştir.”
“Yunanistan’ın, yakın zamanlarda bütün dünyaca öğrenilen, Anadolu üzerindeki emperyalist emelleri, Anadolu’da bir Yunan İmparatorluğu kurmak için kendi ülkesinde sun’i tutkular yaratan bir Yunanistan elinde, adları yukarıda belirtilen bu adaların nasıl tehlike arzedeceğini Türkiye’ye göstermiştir.”
“Böyle olunca, genel barış yararına, bu adaların tümünde askerlikten arındırma yükümünün benimsenmesi zorunludur. Bu adalarda bulunan istihkâmlar, bataryalar ve bunların silâhları yok edilmelidir. Gelecekte de oralarda hiçbir yeni tahkimat yapılamamalıdır. Bu adalardan hiçbiri deniz üssü olarak kullanılamamalıdır. Bu adalar uçaklar getirilememeli; uçaklar için burada sundurmalar (hangarlar) yapılamamalıdır. Söz konusu adalarda asayişi sağlamaya yetecek sayıda jandarmadan başka hiçbir silâhlı kuvvet bulundurulamamalıdır. Bundan başka bu adalar halkı, kışkırtıcılara yataklık edememeli; kaçakçılara sığınak olamamalıdır. Son olarak, bu konularda kabul edilecek yükümlerin her zaman yürürlükte tutulacağı konusunda Türkiye’ye garanti verilmelidir.”
Konferans zabıtlarının okunması, adalar konusunun tartışıldığı oturumlarda gerek heyet Başkanı İsmet Paşa’nın gerek heyet mensuplarının, Yunanistan’a bırakılan Anadolu’nun bitişiğindeki ve yakınındaki adaların Türkiye’nin güvenliğine tehdit oluşturmasını önlemek amacıyla askerden, silâh, askerî yapı ve tesislerden arındırılması gerektiği fikrini işlediklerini; bu fikirler istikametinde öneriler yaptıklarını göstermektedir.
Ayrıca, Konferans’ta Türkiye’nin karşısında oturan Müttefik Devletlerin heyetlerinin de Türkiye’nin güvenlik mülahazalarına dayanan meşru endişelerinin Yunanistan’a bırakılması öngörülen adaların askersizleştirilmesi yoluyla giderilmesi hususunda genel olarak anlayışlı davrandıkları, bu yönde beyanda bulundukları yine zabıtlardan anlaşılmaktadır.
Neticede Barış Antlaşması’nda ve Boğazlar Sözleşmesi’nde ilgili adaların aidiyetini ve hukukî statüsünü düzenleyen maddelerinde askersizleştirilmeye dair önemli ölçüde Türk heyetinin görüş ve tekliflerini yansıtan hükümler yer almıştır.
3. Barış Andlaşması’nın Askersizleştirme Hükümleri [13]
Lozan Barış Konferansı’nın zabıtlarının ve diğer ilgili kaynakların incelenmesi, Lozan barış Konferansı’nda “askersizleştirme” rejimi bakımından şöyle bir yaklaşım benimsendiğini ortaya koymaktadır:
Yunanistan’ın işgali altında bulunan ve onun egemenliğine bırakılan adaların tümünün Altı Büyük Devlet’in 13 Şubat 1914 tarihli kararı esas alınarak askersizleştirilmesi öngörülmüştür.
Doğu Ege Adaları iki gruba ayrılarak konumlarına göre farklı derecede spesifik askersizleştirme tedbirlerine tabi tutulmuşlardır.
Anadolu kıyıları bakımından merkezi konumdaki adalar hakkındaki askersizleştirme tedbirlerine Barış Andlaşması’nda yer verilmiştir.
Çanakkale Boğazı civarındaki Doğu Ege Adalarının askersizleştirilmesine ilişkin hükümler Barış Andlaşması ile aynı günde imzalanan Boğazlar Sözleşmesi’nde yer almıştır.
Barış Andlaşması’nın 23’üncü Maddesi’nde “Sözleşme’nin Yüksek Âkit Taraflar bakımından sanki Andlaşma’nın içindeymiş gibi, aynı güç ve değerde olduğu” vurgulanmıştır.
a. Barış Andlaşması’nın 12’nci Maddesi:
Lozan Barış Andlaşması’nın 12’nci Maddesi’nde Ege’deki adaların aidiyeti ve aynı zamanda askersizleştirilmiş statüsü hükme bağlanmıştır.
Lozan Barış Andlaşması’nın TBBM tarafından onaylanmış Türkçe metninde ve ayrıca Fransızca ve İngilizce metinlerde 12. Madde’de “Doğu Ege adaları” değil “Doğu Akdeniz adaları” ibareleri yer almaktadır. Andlaşma’nın Türkçe metninde “şarkî (doğu) Bahrisefit adaları” deyimi kullanılıyor. Çünkü o devirde Ege Denizi “Akdeniz” olarak adlandırılmaktaydı. Türkçe resmî metinde geçen “Bahrisefit” sözcüğünün anlamı da “Akdeniz’dir”.
(Günümüzün Türkçesi ile) 12’nci Madde şöyledir:
“İmroz ve Bozcaada ile Tavşan adalarının dışında doğu Akdeniz adaları ve özellikle Limni, Semadirek, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya adaları üzerinde Yunan egemenliğine dair 17/30 Mayıs 1913 tarihli Londra Andlaşması’nın V. ve 1/14 Kasım 1913 tarihli Atina Andlaşması’nın 15’inci maddeleri hükümleri uyarınca 13 Şubat 1914 tarihli Londra Konferansında kabul edilip 13 Şubat 1914 tarihinde Yunan Hükümetine tebliğ edilen karar, işbu Andlaşma’nın İtalya’nın egemenliği altına konulan ve on beşinci maddede belirtilen olan adalara ilişkin hükümleri saklı kalmak üzere, doğrulanmıştır. İşbu Andlaşma’da aykırı hüküm bulunmadıkça, Asya kıyısından üç milden az mesafede olan adalar Türkiye’nin egemenliği altında kalacaklardır.”
Madde ilk bakışta ve yüzeysel hızlı bir okumayla sanki sadece adaların aidiyetini düzenlediği kanaatini uyandırabilir.
Oysa 12’inci madde, bütünüyle yukarıda zikrettiğim 1913 Londra Konferansı’nın V. maddesi, 1913 Atina Andlaşması’nın 15’inci maddesi ve 1914 Londra Büyükelçiler Konferansı’nda alınan ve 13 Şubat 1914 tarihinde önce Yunanistan Hükûmeti’ne ve ertesi gün de Babıâlî’ye bildirilen karar üzerine kurulmuştur.
Bu Belgelerin “doğrulandığı” ifade edilmiştir. Yani, Yunanistan’dan kendisine verilen “adalarda tahkimat yapmamasını ve bu adaları askerî amaçlarla kullanmamayı taahhüt etmesini” isteyen ve Yunanistan Hükûmeti’nin de 21 Şubat 1914 tarihli Nota ile kabul etmiş olduğu karar doğrulanmıştır. Böylece, Yunanistan’ın anılan Nota ile verdiği “askersizleştirme” taahhüdü, hukukî bakımdan Lozan Barış Andlaşması’nın 12. Maddesinde sayılan adalar üzerinde egemenliğinin bir şartı haline gelmiştir.
b. Barış Andlaşması’nın 13’üncü Maddesi:
Lozan Barış Andlaşması’nın 13’üncü Maddesi’nde de 12. Madde’de Yunanistan’ın egemenliği altına konulan bütün adalar için geçerli olan genel “askersizleştirme” tedbirlerine ilâve olarak, Ege’de Anadolu kıyılarına çok yakın olan ve tam merkezinde yer alan Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya adalarında Yunanistan’ın uygulaması gereken askersizleştirme tedbirler üç kalem halinde sıralanmıştır. Bu tedbirler şunlardır:
Birincisi, anılan dört adada hiçbir deniz üssünün kurulmaması, istihkâm yapılmaması;
İkincisi, Yunan askerî uçaklarının Anadolu kıyısı toprakları üzerinde uçmalarının yasaklanması; buna karşılık olarak, Türk askerî uçaklarının da bu adalar üzerinde uçmamaları;
Üçüncüsü, zikredilen adalarda, Yunan askerî kuvvetlerinin, askerlik hizmetine çağrılmış ve bulundukları yerde eğitilebilecek normal asker sayısından fazla olmaması; jandarma ve polis kuvvetlerinin de bütün Yunan ülkesindeki jandarma ve polis kuvvetlerine orantılı bir sayıda kalması.
13’üncü Madde’nin ilk cümlesi “Barışın sürekli olmasını sağlamak amacıyla, Yunan Hükûmeti Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya adalarında, aşağıdaki yasaklara uymayı taahhüt eder” şeklindedir.[14]
Bu hüküm önemlidir. Bir kere, öngörülen askersizleştirme tedbirlerine uyulmasının “barışın devamlılığı” bakımından öneminin altı çizilmiş olmaktadır. İkicisi, Yunan Hükûmeti’ne bir uyarı mahiyetindedir. Yunan hükûmetinin üstlendiği yükümlülükleri yerine getirmemesinden ve sonucunda barışın bozulmasından sorumlu tutulacağına işaret edilmektedir.
4. Boğazlar Sözleşmesi’nde Askersizleştirme
Sözleşme’nin 4’üncü Maddesi’nde, diğer hususlar meyanında, Ege Denizi’nde Semadirek, Limni, İmroz/Gökçeada, Bozcaada ve Tavşan Adaları’nın askersizleştirilmesi [demilitarisation] öngörülmüştür.
6’ncı Madde’de, askersizleştirilmiş mıntıkalarda [zones] ve adalarda başlıca şu kısıtlamalar, yasaklar hükme bağlanmıştır:
İstihkâm, yerleşik topçu düzenlemeleri, savaş denizaltıları, askeri hava tertipleri ve deniz üsleri bulunmaması;
Askersizleştirilmiş mıntıka ve adalarda asayişle görevli polis ve jandarma kuvvetleri dışında silâhlı kuvvet konuşlandırılmaması; asayiş kuvvetlerine top verilmemesi, sadece tabanca, kılıç, tüfek ve her yüz kişiye 4 Lewis makinalı tüfek tahsis edilmesi.
9’uncu Madde’de, Türkiye’nin veya Yunanistan’ın bir savaş vukuunda savaşan taraf haklarını kullanarak, Sözleşmenin askersizleştirmeye ilişkin herhangi bir hükmünü tadil edebilecekleri; bununla beraber barışın tesis edilmesiyle birlikte Sözleşmede öngörülen askersizleştirme rejimini yeniden tesis etmekle yükümlü bulundukları hükme bağlanmıştır.
Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nde öngörülen askersizleştirme tedbirlerinde Türkiye’nin askerî güveliğinin de göz önünde tutulduğunu gösteren bir hüküm vardır. 18’inci Madde’de “Boğazların ve bitişik bölgelerinin askersizleştirilmesi tedbirlerinin Türkiye’nin askerî güvenliğini gereksiz yere tehlikeye düşürmemesinin temin edilmesinin arzu edildiği” vurgulanmıştır.
5. 1936 Montrö [Montreux] Sözleşmesi’nin Etkisi
Montrö Sözleşmesi, doğrudan doğruya, Türkiye’nin Egemenlik haklarında Boğazlar ve Marmara Denizi bakımından mevcut olan bazı kısıtlamaların kaldırılmasını ve bu bölgelerde Türkiye’nin kendi millî savunması alanında ihtiyaç duyduğu güvenlik tedbirlerini, Boğazlardan özellikle ticarî gemilerin serbest geçiş hakkına zarar vermeden, hür biçimde alabilmesini sağlamayı amaçlamıştır.
Limni ve Semadirek adalarının tabi olduğu askersizleştirme rejiminin hukukî bakımdan zayıflamasına veya ortadan kalkmasına yol açan bir sonuç doğurmamıştır.
IV. 1947 Paris Barış Andlaşması’nda Askersizleştirme
İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda galip devletlerle İtalya arasında 10 Şubat 1947’de Paris’te Barış Andlaşması imzalanmıştır. Andlaşması’nın 14. Maddesi Oniki Ada’nın ile ilgilidir.
Oniki Ada, 1923 Lozan Barış Andlaşması’nın 15’inci Maddesi’nin hükmü uyarınca İtalya’nın egemenliği altına girmişti.
Paris Andlaşması (Madde: 14/1) ile İtalya Oniki Ada’yı Yunanistan’a devretmiştir.
Adaların isimleri:
Astipalya [Astropalia], Rodos [Rhodes], Herke [Kharki] Kerpe [Scarpanto], Çoban [Casso], İlyaki [Tilos], İncirli [Nisyros], Kelemez [Kalymnos[, İleryoz [Leros], Batnoz [Patmos], İlipsi [Lipso], Sömbeki [Symi], İstanköy [Kos] ve Meis [Castellorizo] ve bunlara bitişik adacıklar.
Madde’nin 2’nci fıkrasında “Bu adalar askerden arındırılacak ve askerden arındırılmış olarak kalacaktır” [These islands shall be and shall remain demilitarized] hükmü yer almıştır.
Andlaşma’nın XIII. Ekinde (D) “Askersizleştirme” [Demilitarisation] şöyle tarif edilmiştir:
“İşbu Antlaşmanın amacı bakımından, ‘askersizleştirme’ ve ‘askersizleştirilmiş’ terimleri ile kastedilen, ilgili topraklarda ve karasularında, tüm deniz, askeri ve askeri hava tesislerinin, tahkimatın ve bunların silâhlarının, yapay askeri, deniz ve hava engellerinin; askeri, deniz ve askeri hava birimlerinin üslenmesinin veya kalıcı veya geçici olarak yerleştirilmesinin; herhangi bir biçimde askeri eğitim ve savaş malzemesi üretiminin yasaklamasıdır. Bu, dahili karakterdeki görevleri yerine getirmekle sınırlı ve tek kişi tarafından taşınabilen ve kullanılabilen silâhlarla donatılmış iç güvenlik personelini ve bu personelin gerekli askeri eğitimini yasaklamaz.”
1947 Andlaşması’nın 14’üncü Maddesi toprak devri ve egemenliğin aidiyetiyle ilgilidir. Bu Madde içinde egemenliği devredilen adaların hukukî statüsünün de belirlenmiş olması, Yunanistan’ın Oniki Ada üzerindeki egemenliğini, adaların askersizleştirilmiş statüsüne riayet etmesi şartına bağlı hale getirmiştir. Andlaşma’da askersizleştirilmiş statünün hakkında emredici bir dil kullanılmıştır. İngilizce “shall be” ve “shall remain” sözcükleri hükmü emredici kılmaktadır.
V. Yunanistan Andlaşmalara Uymuyor ve Askersizleştirmeyi İhlâl Ediyor [15]
Yunanistan, yaklaşık 1960’ların başından itibaren, egemenliği altındaki adaların Andlaşmalarla saptanmış olan askersizleştirilmiş statülerini açık şekilde ihlâl etmeye başlamıştır.
Türkiye 1964’ün ilk yarısında Yunanistan’ın Rodos ve İstanköy adalarına asker, top, cephane ve çeşitli harp malzemesi yerleştirmeye başladığını tespit etmiştir. İlk protesto Notamız Yunan Hükûmeti’ne 1964 Haziran ayında verilmiştir.
Yunanistan protestomuza verdiği cevapta, Türkiye’nin tespitlerini inkâr etmiş ve Paris Barış Andlaşması’nın 14’üncü Maddesi’nin hükmünü ve askersizleştirilmiş statüyü ihlâl eden bir olay olmadığını bildirmiştir.
Türkiye Yunanistan’ın hukukî statüleri andlaşmalarla belirlenmiş olan Ege’deki adalarda ve Oniki Ada’daki faaliyetlerini yakın takibe almış ve Yunanistan’ın ihlâlleri üzerine gereken diplomatik girişimleri yapmıştır.
Yunanistan ihlâlleri 1974 Kıbrıs Barış Harekâtımızdan sonra artmıştır.
1976 yaz ayların Yunanistan Ege’nin tartışmalı alanlarında petrol arama faaliyetine girişince Türkiye de karşılık olarak Hora (Sismik I) araştırma gemisi ile araştırma çalışmalarına başlamıştı. Yunanistan Hükûmeti bu gelişme üzerine Türkiye’nin Yunanistan’ın kıta sahanlığını ihlâl ettiğini ileri sürmüş ve “bu durumun devamının uluslararası barış ve güvenlik için tehdit oluşturduğunu” öne sürerek BM Güvenlik Konseyi’nin toplanmasını talep etmiştir. Ağustos ayı ortasında toplanan Güvenlik Konseyi’nin 13 Ağustos 1976 günü oturumunda konuşan Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil, diğer hususlar meyanında, Yunanistan’ın adaların askersizleştirilmiş statülerini ihlâl etmekte olduğuna kuvvetli ifadelerle Konsey’in dikkatine sunmuş ve şunları ifade etmiştir:
“Yunanistan, Kıbrıs adasını ilhak etme çabasıyla eşzamanlı olarak Ege’de Türkiye’nin kıyılarının yakınındaki Yunanistan’a ait adaların statüsünü düzenleyen uluslararası antlaşmalara tamamen meydan okuyarak, bu adaları silâhlandırmış ve askerîleştirmiştir. Böylece Türkiye’nin güvenliğine ciddi bir tehdit oluşturmuştur. Konsey’in bütün üyelerinin Doğu Ege’deki Yunan adalarının Türkiye’nin kıyılarının çok yakınında yer aldığı olgusunu bildiklerini düşünüyorum. Adaların bazıları Türkiye kıyı şeridinden sadece birkaç kilometre uzağındadır. Bir kısmı da daha da yakındadır. Sadece bir buçuk kilometre uzaktadır. Ege’nin kuzey adalarından Midilli, Sakız, Sisam ve Nikaria 1923 Lozan Barış Antlaşması’nın 13. maddesi uyarınca askerden arındırılmıştır. 1947’lerde Paris’te İtalya ile imzalanan Barış Antlaşmasıyla, On İki Ada, askerden arındırılmaları o şekilde muhafaza edilmeleri şartıyla Yunanistan’a devredilmiştir. Limni ve Semadirek adalarına da gayrıaskerî statü verilmiştir. Yunanistan, tüm bu adaların statüsüne saygı gösterme yükümlülüğünü üstlenmiştir. Şu anda bu adaların neredeyse tamamı ağır bir şekilde askerîleştirilmiş durumdadır. Adalar silâhlar, füzeler, tanklar ve askeri tesisler ve on binlerce askerle tahkim edilmiş haldedir.
1964’ten bu yana Türkiye, Yunan Hükümeti’nin dikkatini defalarca bu aleni ihlallere ve bunun ardından gelebilecek korkunç sonuçlara çekmiştir. Yunan Hükümeti uzun bir süre herhangi bir anlaşma ihlalinden suçlu olduğunu reddetmiş ve adalarda alınan önlemlerin sadece turistik ve ekonomik amaçlarla olduğunu öne sürmüştür. Yunanistan Başbakanı nihayet gerçeği kabul etmiştir.
Türk Hükümeti, adaların hukuka aykırı olarak askerîleştirilmesinin bölgede barış ve güvenlik için ciddi bir tehdit oluşturduğuna inanmaktadır. Bu nedenle, durumu düzeltmek için hangi adımları uygun olduğunu saptamak artık uluslararası barış ve güvenliğin sürdürülmesinden sorumlu Güvenlik Konseyi’nin görevidir.” [16]
Yunanistan 1990’lı yıllardan itibaren bu konuda Türkiye’den gelen şikâyetler, protestolar karşısında tavrını değiştirmiş ve uluslararası gelişmeler çerçevesin şartların artık değişmiş olduğunu belirterek “clausula rebus sic stantibus” (koşullar değişmediği sürece) ilkesini ileri sürmeye başlamıştır. İki Devlet’in NATO üyesi olarak aynı ortak savunma sisteminde bulunmasının, Ege’deki adaların ve Oniki Ada’nın askersizleştirilmiş statü altında olmasının Türkiye’nin güvenliğiyle ilgi gerekçelerini çürüttüğü iddiasında bulunmuştur.
Diğer taraftan, Yunanistan, 1993’te Uluslararası Adalet Divanının zorunlu yargı yetkisini kabul ederken, “ulusal güvenlik çıkarları” ile ilgili askeri önlemlerden kaynaklı hususlara ilişkin olarak Divanın zorunlu yargı yetkisine çekince koymuştur. Yunanistan bu şekilde adaların askersizleştirilmiş statüsüne ilişkin bir tartışmanın Uluslararası Adalet Divanı’na gitmesini engellemeyi amaçlamıştır. Bu durum, aslında Yunanistan’ın anlaşma yükümlülüklerini ihlâl ettiğinin Yunanistan tarafından zımnen kabul edilmesidir.
Yunanistan’ın uluslararası şartların değiştiğini öne sürerek adaların hukukî statüleri bakımından vecibelerinden, sorumluluklarından kurtulması mümkün değildir.
Ege’deki adaların askersizleştirilmiş statü altına konulmalarının temel gerekçesi değişmiş değildir. Çünkü statüyü belirleyen ilk anlaşma 1913-1914 yapılmıştır. O tarihlerden günümüze kadar geçen bir asırdan fazla zaman içinde Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı olan tutum ve davranışları, beslediği sakim emeller değişmeden günümüze kadar gelmiştir. Yunanistan, Türkiye’nin kendisiyle sürdürmek istediği dostluk ilişkilerinin yaşandığı dönemleri dahi, Türkiye’nin aleyhinde gizli kararnamelerle attığı adımlarla istismar etmekten kaçınmamıştır. Örneğin, 1931 yılında Yunanistan millî hava sahasını, karasuları 3 mil olmasına rağmen 10 mile genişletmiştir. Bu genişleme sonucunda Ege’de uluslararası hava sahası yüzde 50 oranında azalmıştır; Yunanistan 1936 yılında da karasularını 3 milden 6 mile genişletmiştir. Bunları hep gizli Kararnamelerle ve dostluk dönemlerinde yapmıştır.
1913 Londra Andlaşması’ndan sonra aradan 10 yıl geçmiş, 1923 Lozan Barış Andlaşması adaların statüsünü yine Londra Andlaşmasına dayalı olarak belirlemiştir. Aradan 24 sene geçmiş, uluslararası şartlarda ve dengelerde köklü değişiklikler meydana gelmiştir. Bununla beraber Türk – Yunan ilişkilerinin mahiyeti Yunanistan’dan kaynaklanan sebeplerle sabit kalmıştır. Bu gerçek karşısında da 1947 Paris Barış Konferansı’nda İkinci Dünya Savaşı’nın galip devletleri Yunanistan’a verdikleri Oniki Ada üzerindeki Yunan egemenliğini adaların “askersizleştirilmiş statüde olması ve öyle kalması” şartına bağlamışlardır.
Yunanistan’ın adalara askersizleştirilmiş statü verilmesinin NATO Andlaşması ile çeliştiği iddiası da mesnetten yoksundur. Zira ortada NATO Andlaşması’nın 8. Maddesi vardır. Madde şöyledir:
“Her bir Taraf, kendisi ile diğer Taraflar ya da üçüncü bir devlet arasında şu an yürürlükte olan uluslararası sözleşmelerin, bu Antlaşma’nın hükümleri ile çelişmediğini beyan eder ve Antlaşma ile çelişen uluslararası sözleşmelere girmemeyi taahhüt eder.”
Yunanistan NATO’ya üye olurken bu Madde’ye dayanarak 1923 ve 1947 Andlaşmalarıyla adalar için belirlenmiş “askersizleştirme” hukukî statüsü bakımından bir “çelişki” beyanında bulunmuş değildir.
Kaldı ki, Yunanistan 1913’den itibaren kendi egemenliği altındaki adalar hakkında kararlaştırılan “askersizleştirme” statüsüne hiçbir şekil ve çerçevede itiraz dermeyan etmiş değildir.
Türkiye ile Yunanistan’ın beraberce NATO’ya üye oldukları 1952’den bu yana geçen 69 yıl içinde hemen hemen her on yılda bir savaşın da eşiğinden dönülen gerginlikler yaşanmış olduğu da bir gerçektir.
VI. Sonuç
Yunanistan’ın egemenliği altındaki adaların askersizleştirilmiş statüsünü ihlâl etmeği sürdürdüğü bir gerçektir.
Bu gerçeğe Millî Güvenlik Kurulumuz tarafından da işaret edilmiş bulunmaktadır.
MGK’nın 24 Eylül 2020 tarihli toplantısına ilişkin Basın Açıklamasında “Gayrıaskerî statüdeki adaların silâhlandırılması başta olmak üzere uluslararası hukuka ve andlaşmalara aykırı hareket eden ülkeler aklıselime davet edilmiştir” şeklindeki ifadeyle ismi zikredilmemekle birlikte Yunanistan’a ciddi bir uyarıda bulunulmuştur.
Millî Savunma Bakanı Hulûsi Akar’ın konu hakkında açıklamaları ve ikazları vardır.
Yunanistan’ın egemenliği altındaki adaların askersizleştirilmiş statüsünü ihlâl etmekte olduğuna dair Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamaları da mevcuttur.
Ege’deki adaların ve Oniki Ada’nın askersizleştirişmiş statülerinin temel gerekçesi Türkiye’nin güvenliği olduğuna göre, anılan statünün ihlâline ilişkin her hareket, doğrudan Türkiye’nin millî güvenliğini tehlikeye düşüren bir tehdit hareketi demektir. Bu tehdit, Türkiye’ye gereken hallerde “meşru müdafaa” hakkı da vermektedir.
Bu konu Yunanistan ile oluşturulması istenen pozitif gündem çerçevesinde başlayan eski adıyla “istikşafî”, yeni adıyla “istişarî” görüşmelerin gündem maddelerinden biri olması uygun ve doğru değildir. Çünkü konu, birçok sorun arasında, eski deyimle “komisyona havale edilip” uyumaya ve sürüncemede bırakılmaya gelebilecek mahiyette değildir.
Adaların askersizleştirilmiş statüsüne vaki ihlâller, günümüzün gelişmiş teknik ve teknolojik imkânlarından da yararlanılarak Türkiye tarafından günü gününe takip edilmeli; somut ihlâller belgelenmeli ve zamanında BM Genel Sekreter’ine, BM Güvenlik Konseyi Başkanlığı’na bildirilmelidir. Bu bildirimlerin BM Belgesi olarak BM Sekretaryasınca BM üyesi Devletlerin bilgisine getirilmeleri sağlanmalıdır. Ayrıca, Türkiye’nin vaki ihlâlleri somut delilli ve belgeli olarak NATO, AGİT ve AB’nin bilgi ve dikkatine getirmesi uygun olacaktır.
Türkiye’nin başta BM ve NATO olmak üzere ilgili uluslararası kuruluşlar ve BM üyesi devletler nezdinde dosya oluşmasını temin etmesi gerektiği görüşündeyim.
GKRY’nin ve Yunanistan’ın Türkiye’nin Kıbrıs konusunda, Doğu Akdeniz’de attığı her adımı belgelendirerek uluslararası çevrelere şikâyette bulunduğu bir gerçektir.
TBMM, Yunanistan’ın karasularını 6 milin ötesine genişletmesi ihtimali karşısında bu yönde atılacak bir adımın “savaş sebebi” [casus belli] olacağını ilân etmişti.
Aynı şekilde TBMM’nin Ege’de ve Doğu Akdeniz’de (Oniki Ada) uluslararası andlaşmalarla askersizleştirilmiş statüdeki adaların bu statülerinin ihlâlini de “savaş sebebi” olarak ilân etmesinde fayda mülâhaza ediyorum.
Ortada Andlaşmalar var olduğuna göre, Yunanistan’ın da bu andlaşmalara uymak vecibesi vardır. Uymuyorsa sonucuna katlanmayı göze almıştır demektir.
Bu makale M5 Dergisi’nin YIL: 47, SAYI:355, ŞUBAT 2021 sayısında yayınlanmıştır.
———————————————————————-
Kaynak:
https://www.21yyte.org/tr/merkezler/yunanistan-ege-deki-adalarin-askersizlestirilmis-statusunu-i-hlalini-surduruyor