Yunanistan’ın “20 Temmuz Alarmı ve Hassas Denge: KKTC

Avrupa Birliğinin kapısında 57 yıldır bekletilen Türkiye, Kıbrıs’ta 47 yıldır Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi (GKRK)’nin bilinen tavrı ile çözüme ulaşılamadığı için Türkiye ve KKTC siyasi çözümsüzlükten mustariptir, adeta bitap düşmüşlerdir. Sevgili okurlar, gelinen noktaya bir bakar mısınız? Çözümsüzlük öyle bir tıkanıklık göstermiştir ki, yılbaşında oynanan fırdöndü oyunu gibi, tekrardan başa gelinmiştir. Efendim, çözümsüzlüğün adı olmuş mu sana “istikşafi görüşmeler”, son BM Zürih Ofisinde yapılan 5+1 görüşmeleri yöneten BM Genel Sekreteri Guterres’in zarif bir diplomatik dille belirttiği gibi, Kıbrıs görüşmelerinde “ortak zemin” bulunamamıştır. Şimdi tam da burada, en son söyleyeceğimi en başta söyleyeyim, bundan sonra AB’nin yaramaz çocuğu Yunanistan’ı ve AB’nin haylaz çocuğu GKRK’ni tutabilene aşk olsun.  Bana kalırsa onlarla bir araya gelinmesi sadece göstermeliktir, boşu boşuna zaman ve güç israfıdır.  Çünkü her iki yerel aktör de vermiş olduğu ödünler karşılığında AB(D) tarafından “En Fazla Kayrılan Ülke” (The Most Favored Nation) konumuna yükselmişlerdir. Kuşkusuz bu kadar değil. Yunanistan 2021 savunma bütçesi 5,49 milyar Euro’ya yükseltilirken, silahlanma payı da geçen yıla göre 5 kat artırılarak 2,5 milyar Euro’ya çıkarılmıştır. Ancak neler pahasına. Ekonomik çöküşe karşın silahlanan ülkede, Meriç sınır bölgesindeki askeri birliklerde görev yapan personele 6 aydır maaş verilmemesi, halkın gittikçe fakirleşmesi pahasına. 

Evet, sevgili okurlar, bu durumda Türkiye eline son derece güçlü kartlar almak durumundadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin 20 Temmuz 2021 tarihindeki ‘İkinci Siyasal Kıbrıs Çıkartması’, diğer bir deyişle “Kıbrıs’taki Kararlılık Gösterisi” bu bakımdan son derece önemlidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın KKTC Meclisinde yapacağı konuşma ve tüm dünya kamuoyuna vereceği mesaj bu nedenle önemlidir. Bu nedenle Yunanistan 20 Temmuz 2021alarmına kilitlenmiş durumdadır. Açık ve net bir şekilde söylemek gerekirse, birileri tarafından bu iki yerel aktör nodullanmadıktan sonra bir katre ileri gidilemeyeceği açık ve seçik ortadadır, sevgili okurlar. Anadolu’nun güzel bir doğaçlama terimidir, “nodullama”. Öküz arabasına koşulan öküzleri hareket ettirmek için ucu çivili bir sopa ile hayvanların arka bölgesini dürtmektir, en basit anlamıyla nodullama. Mecazi olarak densizliğin pik yaptığı günümüz ortamında “dangalaklık” yapanları uyarmak, bir şeyleri anımsatmak için söylenilir, bu nodullama sözcüğü. Ermeniceden dilimize giren “dangalak” sözcüğü de uluslararası ilişkiler jargonunda önünü arkasını düşünmeden konuşan AB’nin bu iki yaramaz ve haylaz çocuğu için çok rahat söylenilenilebilir, söylenmelidir de. Merak ettiniz ise söyleyeyim. Tıpkı Yunanistan Savunma ve Dışişleri Bakanı gibi, önünü arkasını, nereye gittiğini bilmeden konuşan düşüncesiz, akılsız kişiler için söylenilir, ‘dangalak’ terimi. Bu konuşma jargonunu günlük hayatımızın hemen her evresinde görürsünüz, duydunuz mu da o ortamdan kaçışırsınız, uzaklşaşırsınız. Efendim bunlar, nerde ne demesi gerektiğini bilemeyen, cümleye girmesi gerektiği yeri bulamayan, girdiği yerde de deprem etkisi yaratan olur olmadık yerde konuya müdahale olma isteği ile yanıp tutuşan ‘Yunan Dışişleri Bakanı Densiz Dendias’ gibi tiplemelerdir. Tiplemelerdir diyorum, çünkü bir diğeri de Yunanistan Savunma Bakanı Nikolaos Panagiotopulos olmuştur. Amerikan düşünce kuruluşu Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi’nin (CSIS) çevrimiçi düzenlediği “Doğu Akdeniz’de Güvenlik Alandaki Zorlukların İdaresi” başlıklı programda konuşan Panagiotopoulos, önce ad vermeden “bazı yerel ve bölgesel aktörlerin bir dizi yeni agresif” iddialar ortaya sürmesi, arkasından ad vererek Türkiye’nin “genişlemeci, neo-Osmanlıcı ve revizyonist bir duruş” sergilediğini, bu yeni durumun geçmişe göre daha ciddi olduğunu ve Ankara’nın genel davranışlarının bölgedeki güvenlik ortamını da büyük ölçüde etkilediğini kaydetmiştir. (1) Panagiotopoulos’un yerel aktörden kastı KKTC, bölgesel aktörden kast-ı mahsusası ise doğrudan Türkiye Cumhuriyeti’dir. Şimdi sormak lazım değil mi? Allahınızı severseniz “genişlemeci ve yayılmacı tutumu” şimdilerde kim sergilemektedir? Yunanistan mı? Türkiye mi? Adalar Denizi’nde ihtilafın Türk-Yunan istikşafi görüşmelerinin konusu olmakla birlikte aslında Anadolu’nun, İzmir’in, Aydın’ın, Muğla’nın doğal uzantısı olan Yunanistan’ın işgal ettiği 18 ada ve 1 kayalığın yanına şımarık Yunanistan’ın İstanbul’daki Heybeliada büyüklüğündeki Zürafa adasını da eklemek için hazırlıklar yapmasına ne buyrulur? (2) Bunun Türkçesi ‘Mavi Vatan’dan yoksun koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin Antalya Körfezine mahkûm etmekten başka nedir? Yunanistan’ın Birinci Ordu’nun sorumluluk alanındaki, Edirne’nin Enez ilçesi ile Çanakkale’deki Gökçeada arasında kalan Zürafa adasını işgal etmek için hazırlık yapmasını nasıl izah edebilirsiniz? Bu doğrudan doğruya bırakın “İki Taraflı Çevreleme”yi (Dual Containment), AB(D) liderliğinde bir “Büyük Çevreleme” (Great Containment) değil midir? 

Yunanistan Savunma Bakanı Nikolaos Panagiotopulos’un söz konusu panelde yaptığı konuşmaları yakından takip eden ve ancak hiçbir zaman hukukî zeminden uzaklaşmayan Millî Savunma Bakanı Hulusi Akar, Panagiotopulos’un açıklamalarını, son dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis arasındaki yapıcı görüşmeler ve yaz döneminde gerginliği düşürmeye yönelik gayretlerle örtüşmeyen bir söylem ve eylem olarak nitelendirmiştir. Yunanistan’ın tahrik maksadıyla yaptığı tatbikatlar, anlaşmalara aykırı şekilde gayrî askerî statüdeki adaları silahlandırması, Adalar Denizinde ve Doğu Akdeniz’de uluslararası hukuka aykırı ve akla mantığa sığmayan talepleri gerginliği artırmaktadır. Tekraren sormak lazım değil mi, 1923 Lozan ve 1947 Paris Barış Antlaşmalarının açık hükümlerine karşın gayrî askerî statüdeki adalar kime karşı ve niçin silahlandırılmaktadır? 1947 Paris Anlaşması’na taraf olan Yunanistan ve Fransa anlaşmayı nasıl bozmuşlardır? Bu adaların silahsız ve askersiz olması anlaşmaların getirdiği bir durumdur. Ayrıca anlaşmalar gereği iskana da kapalıdır. Aslında 12 Ada bile o kapsamdadır. Bu adalarda ne yeni yerleşim ne kilise ne anıt ne karakol ne de asker olur. Bunlar açık ve net olarak herkes tarafından bilinmektedir. 

Şimdi gelelim, Densiz Dendias’ın son hadsizliklerine. Yunanistan Savunma Bakanı Nikos Dendias, Savunma Bakanından sonra bir kez daha, Türkiye’nin 1974’de Kıbrıs’taki Barış Harekatı’nın “saldırı”, adadaki Türk askerlerinin ise “işgal kuvvetleri” olduğunu iddia etmiştir. Devamlı AB (D)’ye lanse edilen de budur. Peki ya gerçekler, Türk Silahlı Kuvvetlerince gerçekleştirilen ve 47’inci yılına giren Kıbrıs Barış Harekâtı uluslararası hukuk tabanlıdır. Kıbrıs Barış Harekâtı 20 Temmuz 1974 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Garanti Anlaşması’nın 3. maddesine dayanarak gerçekleştirilmiştir. 11 Şubat 1959 Zürih Antlaşmasının 3. Maddesi aşağıdaki şekilde bağıtlanmıştır. 

“Madde 3: Bu Antlaşma hükümlerinin herhangi birinin ihlali (çiğnenmesi) halinde Yunanistan, Türkiye ve İngiltere bu hükümlere saygıyı sağlamak için gerekli girişimlerin yapılması ve önlemlerin alınması maksadıyla aralarında danışmalarda bulunmayı üstlenirler. Üç garantör devletten biri, birlikte veya birbirlerine danışarak (iş birliği halinde) hareket etmek olanağı bulunmadığı taktirde, bu antlaşmanın oluşturduğu durumu (state of affairs)münhasıran yeniden oluşturmak gayesi ile hareket etmek hakkını korumaktadırlar.”

Bu maddenin son derece açık ve sarih olduğu gerek Yunanistan gerekse AB tarafından onaylanmıştır. Şöyle ki: Atina Yüksek Mahkemesi 21 Mart 1979 tarihinde aldığı kararla Türkiye’nin müdahalesinin, Garanti Anlaşması’nın 4. maddesine göre yasal olduğunu onaylamıştır. Avrupa Konseyi de 29 Temmuz 1974 tarihinde almış olduğu 873 sayılı karar ile Türk müdahalesinin yerinde olduğunu kabul etmiştir.

Birbiri peşi sıra hukukî adımlar adım adım gerçekleştirilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti tarafından bu harekata tevessül edilmeden önce diğer iki garantör devletin başkentlerinde Atina ve Londra’da yoğun bir mekik diplomasisi uygulanmıştır. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, görüşmelerden bir sonuç alınamayınca TBMM’yi olağanüstü toplantıya çağırmış ve Kıbrıs Barış Harekatı’na karar verilmiştir. (3) Bu barış harekâtı her iki yerel aktörü darbecilerden kurtarmış ve halklarına demokrasi getirmiştir. Densiz ve hadsiz Dendias’ın iddia ettiği gibi bu “harekât” ne bir “saldırı”, ne de bu harekâtı gerçekleştiren Kıbrıs Türk toplumunu olası Rum saldırılarına karşı koruma görevini icra eden “Kıbrıs Barış Kuvvetleri” (Peace Keeping Forces) “işgal kuvvetleri” değildir. Nasıl mı? Açıklayalım. Kıbrıs Barış Harekâtı dönemin Dışişleri Bakanı Prof. Dr. rahmetli Turan Güneş’in kızına atfen “Ayşe Tatile Çıksın” parolasıyla ve adadaki Türklerin uğradığı baskı ve zulmü ortadan kaldırmak amacıyla Türk Silahlı Kuvvetlerin tarafından gerçekleştirilmiştir. 15 Temmuz 1974 tarihinde Yunan cuntasının işbaşına getirdiği Nikos Sampson Birinci Harekât sonrası ateşkesin imzalanmasıyla birlikte 22 Temmuz’da cumhurbaşkanlığından istifa etmiştir. Unutmayalım, 22 Temmuz 1974 akşamı Türkiye, BM Güvenlik Konseyi’nin ateşkes kararını kabul etmiştir. Burada da hukuk temelli olduğunu göstermiştir. Hemen ertesi günü de yedi yıldır iktidarda bulunan Yunanistan’da Albaylar Cuntası devrilmiştir. Yunanistan’da kurulan sivil yönetimin ardından 25 Temmuz 1974 tarihinde Kıbrıs Barış Görüşmeleri Cenevre’de başlamıştır.  Türk Barış Kuvvetlerinin Kıbrıs’a yasal müdahalesi sonucu hem Yunanistan’daki cunta idaresi hem de Kıbrıs Nikos Sampson Hükümeti de yıkılmıştır. 

Bundan sonraki aşamalarda da gerek Türkiye gerek KKTC takınmış olduğu olumlu yaklaşımla hem Yunanistan’ın dolaylı bir şekilde de GKRK’nin AB’ye üyeliğini kolaylaştırmıştır. 12 Eylül Hükümetinin katkısı ile önce Yunanistan NATO’ya dönüşü konusunda Türkiye rezervini kaldırmış, yalapşap bir hazırlıkla 1 Ocak 1981 tarihinde AB’ ye üye yapılmış, bilahare sınır sorunları çözülmemiş GKRK de Yunanistan’ın olağanüstü çabalarıyla AB’de yerini almıştır. Oysa malum AB’nin en önemli bütünleşme kriterlerinden biri sınır sorunlarını çözmüş olmaktır. Neredeyse hiçbir hazırlık dönemi yaşamadan AB’ye kabul edilen her iki aktör de AB fonlarını cömertçe kullanmışlardır. Bir bakıma AB, Lozan Antlaşmasına göre askersizleştirilmiş Adalar Denizindeki adalara bu fonlarla liman-kilise, kışla ve Majino hattı gibi mevziler inşa ederek çözümsüzlükle sarmallaşan Türk-Yunan ihtilafına son derece olumsuz katkıda bulunmuştur. Üstüne üstlük, Yunanistan cumhurbaşkanı, başbakanı, savunma bakanı ve genelkurmay başkanı adalara çıkan ve askerî tatbikat yapan askerleri ziyaret etmiştir. Oysa, Kıbrıs Türk toplumunun garantörü Türkiye Cumhuriyeti daha TBMM aşamasından bu yana hukuk temelli çözümden yana olmuştur. Bir başka deyişle kuruluşundan itibaren Türkiye, uluslararası hukuk zeminli ilişkilere eğilim göstermiştir. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti uluslararası konjonktürdeki gelişmeleri yakından takip etmiş ve OECD, NATO gibi uluslararası örgütlenmelerin etkin bir üyesi olmuştur. Bu doğrultuda, önce iktisadi daha sonra siyasi birlikteliğe evrilen Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ‘nun 1958 yılında kurulmasından kısa bir süre sonra Türkiye, 31 Temmuz 1959 tarihinde Topluluğa ortaklık başvurusunda bulunmuştur. Türkiye adına bu başvuruyu, 1959 yılında önce Kıbrıs’ı barışla kucaklaştıran dönemin Demokrat Parti lideri ve Başbakanı Adnan Menderes yapmıştır. Menderes, bu başvuruyla, Türkiye’nin Avrupa’ya ilk adımı attığını ifade etmiştir. 11 Şubat 1959 tarihinde imzalanan Zürih ve Londra Antlaşması Kıbrıs adasındaki her iki toplumu bağımsız bir devlet içerisinde yurttaş seviyesine çıkaran, Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasını onaylayan bir antlaşmadır. 

Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkilerinin hukuki temelini oluşturan Ankara Anlaşması ise 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanmış ve 1 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Anlaşmanın 28. maddesi ise Türkiye’nin üyeliğini düzenlemektedir: “Anlaşma’nın işleyişi, Topluluğu kuran Antlaşma’dan doğan yükümlülüklerin tümünün Türkiye’ce üstlenilebileceğini gösterdiğinde, Akit Taraflar, Türkiye’nin Topluluğa katılması olanağını incelerler.” Bu maddeden açıkça anlaşılmaktadır ki, “Türkiye-AET ortaklık ilişkisinin nihai hedefi Türkiye’nin Topluluğa tam üyeliğidir.” (4)

Oysa AB’nin fikri tamamen farklı bir hiperbolik bir eğriyi takip etmektedir. GKRK’ni, “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin tek sorumlusu yapma fikriyle adeta bütünleşmiş olduğu görülmektedir. (5) AB, 1974’te Türkiye’nin gerçekleştirdiği Kıbrıs Harekâtı’ndan bu yana KKTC’yi,  Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Türkiye’nin işgali altındaki toprağı olarak nitelemektedirler. AB’nin uluslararası hukuk yorumu ve uluslararası antlaşmaları esnetmesi, Yunanistan lehine kararların alınmasına da vesile teşkil etmektedir. Bu durum Yunanistan’ın büyük ideallerinden biri olan ENOSİS ‘in AB korumacılığına girmesini de ifade etmektedir. Malum Rum-Yunan yayılmacılığının bir göstergesi olan Megali İdea ve Enosis politikaları Girit’ten başlayarak, Adalar Denizi, Kıbrıs ve daha sonra İstanbul’un Bizans bayrağı altında bütünleştirilmesidir. Bundan daha vahimi ise, AB müktesebatına tamamen aykırı bir biçimde sınır sorununu halletmeden GKRK’ni AB çatısı altına alan ve Kıbrıs’taki Türk askerî gücünün varlığı nedeniyle, Türkiye’yi zımnen AB’nin topraklarını işgal eden ülke durumuna düşürmüştür. Aslına bakılacak olursa AB’nin hedefi, Türkiye’yi Kıbrıs’tan, Balkanlar’dan ve Akdeniz’den dışlayarak, bu bölgelerdeki oluşumda hiçbir söz hakkı tanımamaktır. AB’nin Kıbrıs konusundaki tutumu, Türkiye’nin parçalanması ve küçültülmesi anlamını taşımakta ve Adalar Denizi’nin bir Yunan denizine dönüşmesinin önünü açmaktadır. (6)

Bütün bunların dışında küresel salgın döneminde Avrupa Birliğinin en önemli sorunlarından biri sığınmacılar meselesidir. AB, işine geldiği için, bu konudaki Türkiye’nin tutumunu takdirle karşılamaktadır. Yunanistan insan haklarını ihlal eden bir gayrî insani tutumu ise sığınmacıları karada yasadışı şiddet ve denizde Türkiye’ye doğru yasa dışı itişidir.  Bu konuda Avrupa Birliği İçişleri Komiseri Ylva Johansson, Yunanistan’ın sığınmacıları denizden Türkiye’ye doğru yasa dışı geri ittiğini belirterek, bunun “temel Avrupa değerlerinin ihlali” olduğunu, Yunan hükümetinin, ülke sınırlarına gelen göçmenlerin yasa dışı şekilde sınır dışı edilmesini durdurması gerektiğini söylemiştir. Ylva Johansson, denizde ve karada geri itmelere ilişkin çok iyi temellendirilmiş raporların temel Avrupa değerlerinin ihlali olduğu değerlendirmesinde bulunmuştur. Geri itmelerin, AB’nin temel değerlerine meydan okuduğunu ve durdurulması gerektiğini vurgulayan Johansson, “Sınırlarımızı korurken değerlerimizi de koruyoruz. Bunlar arasında bir çelişki olamaz. Neden Avrupalı olduğumuz için gurur duyuyoruz? Neden AB çok sayıda insanın yaşamak istediği bir yer? Bunun sebebi, bizim değerlerimizdir, temel hakları savunmamızdır.” ifadelerini kullanmıştır. (7) Evet sevgili okurlar, şu insafsız çelişkiye bir bakar mısınız? Hiçbir ayrıntıya girmeden söyleyelim ki yasa dışı göç dalgasına karşı mücadele bahanesiyle sınırlarına kulakları sağır edebilecek kapasitedeki elektronik cihazlar konuşlandıran Yunanistan’ın yakaladıkları sığınmacılara uygulamış oldukları şiddet ve geri itme yöntemi, açıktan açığa uluslararası hukukun ihlalidir. Şiddetin tanıkları, Yunan sınır birimlerinin aşırı güç kullanımı, darp, gerçek mühimmat kullanımı, yasa dışı gözaltı ve tüm üzerlerindeki yükte hafif pahada ağır taşınır mallarına el konulmasını göstermektedirler. 

Bir başka akla gelen soru ise BM Lahey Adalet Divanı ya da Lahey Uzlaşı Mahkemesi Türkiye-Yunanistan çözümsüzlüğüne çare olabilir mi? Meselesidir. Bana kalırsa her şeyden önce bu gidişat uzun vadeli bir yol olarak görülmektedir. Ayrıca, bugünkü konjonktürde her iki divan da Türkiye’ye karşı güvenini zedelemiş ve hatta yitirmiştir. Lahey’e gitmeden ilk önce hem Türkiye hem de Yunanistan ile mahkemeye neleri götürülmesi konusunda, kısaca ‘tahkimname’ konusunda anlaşması gerekmektedir. Zaten Türkiye-Yunanistan İhtilafı konusunda Yunanistan’ın tezi, iki ülke arasındaki deniz yetki alanları ve Münhasır Ekonomi Bölgeleri’nin belirlenmesi dışındakileri kesinlikle kabul etmemek üzerine kurgulanmıştır. Yunanistan hemen her zeminde Dışişleri Bakanı Dendias’ın dediği gibi “Türkiye başka konuları gündeme getirirse biz onlarda yokuz.” şeklinde çözümsüzlükle eşdeğerdir. Uzun lafın kısası gerek Adalar Denizi ve gerekse çözümsüzlükle özdeşleştirilen Kıbrıs İhtilafı da bir sorunsala dönüşmüştür. 

Ünlü Komutan, büyük askerî bilge Sun Tzu’dan bu yana kabul gören çıplak gerçek “en iyi savunmanın taarruz olduğu” gerçeğidir. KKTC’nin Kapalı Maraş’ı açılıp “Burada mal, mülk sahibi Rumlar gelsin, mallarını kendilerine iade edebiliriz” çağrısı, karşılık bulmuş ve semeresini vermiştir. Rum yönetiminin aksi yönde çağrı ve baskılarına rağmen Taşınmaz Mal Komisyonu’na iade, takas ya da tazminat içeren 344 başvuru yapılmıştır. GKRK’nin Rum vatandaşları bu başvurularıyla Maraş’ta, KKTC egemenliğini fiilen tanıdıkları gibi, malları iade edilen Rumlar, Maraş’ta yaşamayı tercih ederlerse KKTC’ye vergi ödeyecekleri de bağıtlanmıştır. (8) 

Yine KKTC 100’ün üzerindeki ülkeyle Türkiye Cumhuriyeti üzerinden ticaret yapmakta, bir o kadar yabancı uyruklu öğrenci KKTC’de üniversite eğitimi almaktadır. Bu da başka bir şeye gerek olmadan fiilî bir tanınmadır. KKTC, yıllardır, AB fonlarını KKTC’ye zırnık koklatmadan Güney Kıbrıs’ta kullanan GKRK aksine, sadece Türkiye Cumhuriyeti tarafından resmi olarak tanınsa da kendine özgü (sui generis) 100 küsur ülkeyle ilişkisini kendi sinerjisiyle devam ettirmektedir. Bu nedenle 20 Temmuz 2021 tarihinde KKTC Meclisinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın vereceği tanınma müjdeleri gerçekten büyük bir önem arz etmektedir. KKTC’yi resmi olarak tanımayan Pakistan’ın Ankara Büyükelçiliği’nden bir heyetin, KKTC’ye 11-13 Temmuz 2021 tarihinde 3 günlük bir ziyaret duyurusunu resmi hesabından ‘Turkish Republic of Northern Cyprus’ (KKTC) ifadesini kullanması son derece dikkat çekmiştir. Sadece Kuzey Kıbrıs denilmesinin bile ayrımsallığı gösterebileceği bir ortamda, doğrudan KKTC adının kullanılması daha ileri bir durumu simgelemektedir. Anımsanılacağı üzere Azerbaycan’ın Karabağ Zaferi’nin ardından KKTC’nin beş ülke tarafından tanınması gündeme gelmiştir. Yine o zamanlardan bu yana Türkiye’yle kardeş ülkeler Azerbaycan, Pakistan, Libya, Bangladeş ve Gambiya’nın KKTC’yi tanımaya hazır olduğu belirtilmiştir.

Bütün bunlardan sonra söylemem odur ki, Kurban Bayramının birinci günü 20 Temmuz 2021 tarihinde KKTC Meclisinden tüm dünyaya seslenecek olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, KKTC-Azerbaycan resmi tanınma ilişkilerini açıkladıktan sonra “İki Devlet Bir Millet” sloganını “Üç Devlet Bir Millet” süsleyebileceği öngörülmektedir. Bu açılımdan sonra Türkiye’yle kardeş ülkelerin Pakistan, Libya, Bangladeş ve Gambiya’nın KKTC’yi tanınma takviminin dünya kamuoyuna açıklanabileceği değerlendirilmektedir.  Eğer bu soruyu doğrudan bana soracak olursanız, söyleyeceğim odur ki, bence tanınma açılımının bundan da daha geniş bir açılım kapısının aralanabileceği şeklindedir, sevgili okurlar. 

Dipnotlar:

(1) Mehmet Toroğlu, “Yunan Bakandan Türkiye’ye Suçlama ve Çağrı”, VOW (Amerika’nın Sesi) Türkiye, 11 Mayıs 2021;  https://www.amerikaninsesi.com/a/yunan-bakandan-turkiyeye-suclama-ve-cagri/5886601.html/ Erişim Tarihi 18.07.2021/

(2) M. Ayhan Kara, “Ege’de işgaller aldı başını gidiyor”, Oda Tv., 09.04.2018; https://odatv4.com/egede-isgaller-aldi-basini-gidiyor-09041829.html/ Erişim Tarihi 18.07.2021/

(3) Sözcü Gazetesi, “Kıbrıs Barış Harekatı’nın 45. yıl dönümü! “Ayşe Tatile çıktı” ile başlayan tarihi barış harekâtı…” 20/07/2019; https://www.sozcu.com.tr/2019/gundem/kibris-baris-harekatinin-45-yil-donumu-ayse-tatile-cikti-ile-baslayan-tarihi-baris-harekati-5240263/ Erişim Tarihi 18.07.2021/

(4) Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Başkanlığı, https://www.ab.gov.tr/p.php?e=111/Erişim Tarihi 18.07.2021/

(5) Council of Europe, Parliamentary Assembly, Official Report of Debates, p. 212. (Cyprus is…..under Turkish military occupation.)

(6) İdris Aksoy, Girit Ve Girit’teki Ayrılıkçı Hareketlerin Tarihi Süreci Ve Kıbrıs’a Yansımaları, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü , İstanbul, 2006, s.95 

(7) Zuhal Demirci, “AB İçişleri Komiseri Johansson: Yunanistan denizdeki sığınmacıları Türkiye’ye geri itiyor”, Anadolu Ajansı, 13.07.2021; https://www.aa.com.tr/tr/dunya/ab-icisleri-komiseri-johansson-yunanistan-denizdeki-siginmacilari-turkiyeye-geri-itiyor/2303161 /Erişim Tarihi 18.07.2021/

(8) Aybike Eroğlu,   “Rumlar KKTC’yi tanıdı: Kapalı Maraş’a 334 başvuru”, Yeni Şafak Gazetesi, 22 Haziran 2021;https://www.yenisafak.com/dunya/rumlar-kktcyi-tanidi-kapali-marasa-334-basvuru-3649308/ Erişim Tarihi 18.07.2021/

Yazar
Esat ARSLAN

Esat Arslan, İstanbul’da 15 Nisan 1947 tarihinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da; yükseköğrenimini Ankara’da tamamlayan Esat Arslan, Savunma Bilimleri, Kamu Yönetimi dallarında yüksek lisans; Türkiye Cumhuriyeti Tarihi da... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen