Yürüyen “Medeniyet Tasavvuru”  Roger Garaudy

Yürüyen “Medeniyet Tasavvuru”  Roger Garaudy[i]

Yacob MAHİ

Giriş

Evrensel inanç adamı, filozof, sanatçı ve bağımsız düşünür Roger Garaudy[1] kardeşlik temelli hümanizm anlayışıyla tanınan bir aydın ve düşünce timsalidir. Sömürge ada­letsizliğine karşı çıktığı için 1940-44 yılları arasında Vichy Rejimi tarafından sınır dışı edilerek Cezayir’e gönderildi. 1945-51 yılları arasında Tarn’dan (Fransa) Komünist Partiye seçildi ve yine 1956-58 döneminde Seine bölgesinin temsilcisiydi. 1959-62 yıllarında Paris senatörüydü; fakat bu durum SSCB kızıl ordusunun 1968’de Çekoslavakya’da yaptığı askerî müdahaleyi kınamasına engel olmadı. Zerdüşt (M.Ö. 625-551), Buda (M.Ö. 563-480), İsa peygamber (0-33), Muhammed peygamber (570-632), Musa İbn Meymun (1135-1204), İbn Arabî (1165-1240), Azize Teresa (1515-1582), Karl Marks (1818-1883), Eckart (1260-1238), Gaston Bachelard (1884-1962), bağımsız teologlar Dom Helder Camara (1909-1999) ve Le­onardo Boff (1938-), haham Moşe Menuhin (1893-983) ve haham Elmer Berger (1908-1996), Mahatma Gandi (1869-1948), Abbé Pierre (1902-2007) ve Muhammed İkbal (1877-1938) gibi şahsiyetlerin her birinin öğretilerinden beslendi. Bu öğretiler sayesinde Kartezyen (Des- cartesçi) mantıktan uzak bir aksiyon filozofuna dönüşmüş ve onları bir yaratılış manifestosu gibi görerek kendi varlığını tanıma fırsatı bulmuştur. Kendisi bu manevi durumu şöyle izah etmiştir: “ ..anlam arayışı ve yaşamın son hedefleri. Bu tüm dinlerin dışında bir durumdur çün­kü Tanrı sadece imanın sesi değildir, bir yaşam tarzını tercih etmektir. İman bir düşünce, inanç ise hareket meselesidir” (Garaudy, 2000: 17).

roger garaudy

 

Esir Filozof Garaudy

Önce ateist, sonra Hristiyan ve en son Müslüman olan Garaudy’nin yaşamı kırılma nokta­larıyla doludur. Bu kırılmalar inkârla açıklanacak cinsten değildir; İlahî bir sonuca bağlanan ve insanı yücelten evreler denebilir. Kendisi yaşama gayesini öğrendiği bu evrelere sonuna kadar sadık kalmış ve en doğru olma iddiasındaki köktenci anlayışın her şekliyle mücadele etmiştir. Hristiyan bağnazlığını kınamış ama İsa’nın öğretilerini ayrı tutmuştur. Fakat Pav- lus’a gelince “Pavlus, 20 yüzyıldır kilisede hâkim olan; Eski Ahit’inkinden çok farklı olmayan, gücü kutsallaştıran, ‘konstantizm’i de doğuracak olan ‘siyasi pavlusçuluk’ anlayışını oluşturan kilise-güç birlikteliğine dayalı bir ‘galibiyet geleneği’ başlatmıştır.” (Garaudy, 1993: 83). Aziz Pavlus’un dindarlığı İsa’nın gerçek yüzünü kapatan tahakküme dayalı bir ilahiyat anlayışı­dır. Garaudy yobaz Müslümanlığa da karşı çıkmış ve “İslamcılığı İslam’ın bir hastalığı” olarak değerlendirmiştir (Garaudy, 1996b: 71). ‘İsrail’in tanrısının’ vekâletindeki” (Garaudy, 1996c: 7) siyonizmi meydana getiren, Yahudilikteki dinî-siyasi sapkınlık da ondan nasibini almıştır. Her türlü bağnazlığa karşı olan tutumu, soykırım inkârcısı olarak karalanmasına sebep ol­muştur. Garaudy hiçbir zaman ne olursa olsun, herhangi bir topluma yönelik yapılmış katli­ama veya soykırıma göz yummamıştır. Aksine, bütün soykırımları, sömürgeciliği, kapitalist ve liberal piyasa emperyalizmini hep kınamıştır. Bir birinden farklı konularda kaleme aldığı 85 eseriyle hep mazlumdan yana olmuştur.

Her fırsatta Amerikan-siyonist emperyalizmini kınayacak cesareti gösterebildiği için fikirleri hep medyatik yalanlarla sümen altı edilmeye çalışılmıştır. II. Dünya Savaşı’nın yaydığı zulüm patlamasını eleştirdiğinden dolayı neoliberallerin gözünden düşmüş ve Nuremberg Mah­kemesinin işgalci Amerika’yla uyum içinde aldığı kararıyla 1945’te, tam da “İsrail, Mitler ve Terör” kitabını yazarken gözaltına alınmıştır.

Birçok tarihçi tarafından tartışılagelen ve âdeta Fransa’nın köklerine, özgürlüğe karşı bir di­namit yerleştiren Gayssot Yasası’nın hiç bir bilimsel yanı yoktur. Yasa tarih eleştirisi yapanla­ra savaş açmış ve totaliter rejimlerin özelliği olarak yasal gerçekliği kılıfına uydurmuştur. Bu yüzden, “politik doğruluk” siyonizm uğruna aziz ve kahraman ilan edilen kurbanları kutsa­maya başlamıştır. Bu tip yasaları politik ve hatta partizan bir ruh hâli dikte eder. Çünkü canlı olan tarih kendi kararlarını alamaz, ama bir bilim olarak çalışılabilir, üzerinde durulabilir ve tartışılabilir. Gayssot Yasası bağımsız ve tarafsız tarih araştırması yapmanın önüne engeller koymuştur. Çünkü tarih asla bir devletin nihai gerçekliği olamaz. Fransa’daki siyonist lobinin bu radikal mantığıyla birlikte Yasa, resmî gerçeklikler adına uydurulmuş bir devlet yalanın­dan güç alarak düşünce ve ifade özgürlüğünü mahkûm etmiştir. Garaudy, yaşamının hep bu dönemine indirgenmiştir. Fakat kendisi edindiği bu cesaretle medeniyet eksenli yaşama hedefine doğru yol almış ve şu öngörüyü dile getirmiştir: “kriz, kölelik ve savaşların üstesinden ancak onlarla direniş, kanıt ve umutla mücadele ederek gelebiliriz” (Garaudy, 1975: 100). Gara­udy’nin hatırasını özgür insanların zihninde tutmanın en iyi yolu onu inkârcı (soykırım inkârcısı) olarak tanıtmaktı. Ancak, Garaudy’nin insanları davet ettiği evrensel ve insani değerlerle savaş hâlinde olan yalancı medya, vefatını sessiz sedasız, sanki bir veba yok oluyormuşçasına geçiştirdi. Bu tutum en basit ifadesiyle değerlere karşı savaş demekti. Günümüzde Gara­udy’nin suçlanan bu kitabındaki tezleri üzerine yapılmış hiçbir ciddi bilimsel çalışma bulun­mamaktadır. Yol arkadaşı Abbé Pierre (1912-2007) ile birlikte medyada linçe maruz kalması kendisine verilen desteği arttırdı. Siyonist lobinin yürüttüğü bu linç girişimleri fazla devam etmedi, çünkü “gerçeklik; geceye karşın delinir” (Garaudy, 1996a: 25).

Kendini içi boş kültürlerle (cahiliye) mücadeleye adamış bir filozof olan Roger Garaudy Marksist diyalektikten İncil öğretilerine kadar hayatındaki -vefa duymaktan geri kalmadığı- dönüm noktalarından sonra, İslam dairesine girmiştir. Dinlerden ideolojilere kadar her türlü köktencilik ve bağnazlığın karşısında durarak, son nefesine kadar medeniyetlerle diyalogda kalmıştır. Onun edindiği en temel öğreti insan topluluklarının aşırılıklarına karşın Tanrı’yla direkt bir bağ kurmak oldu. Garaudy savaşlar, iniş-çıkışlar, çeşitli teşebbüs ve önemli kardeş­lik toplantılarıyla dolu ömrünün ardından bilgelikle işlenmiş felsefi bir miras bıraktı. İnan­cının bilgi ve gerçeklik yatırımı yapabilmesi için Garaudy mana keşfi yolundaki tecrübesini kökleştirecekti. Eserleri baştan sona, anlayış alanından çıkan insan mantığının ötesindeki karmaşık dünyanın gerçekliğini ortaya koymaktadır. Bunun sebebi biraz da kitaplarını de­ğişik duruşları birbirine bağlayan, bilimsel, gözlem ve deneye dayalı, verimli sonuçlar elde ettiren bir tutumla yazmış olmasıdır. Kaldı ki, Garaudy’e göre her şey anlaşılır olamaz ve insan mutlak gerçeğe sahip olduğunu iddia edemez. Bu tutum bize mutlaka bir başkasın­dan öğreneceğimiz bir şeyler olduğunu ve dolayısıyla kesin sandıklarımızdan tekrar şüphe duyabilmeyi öğretir.

Moderniteyle birlikte tarihin etkin gücünden ve insandan piyasaya doğru yabancılaşan ve ayrıca insan ilişkilerinin düzenlenmesi işini paraya bırakan bir sermaye mantığı gelişmeye başlamıştır. Garaudy ilerleme kelimesine “insanlığın temel değeri olma” misyonunu yükle­miştir. Çünkü 18. yüzyıl Condorcet’in, 19. yüzyılda’da Auguste Compte’un ifade ettiği ve 20 yy.’da ise büyüme ve gelişme olarak anlaşılan halleriyle ilerleme Rönesans’ta farklı üç be­litle tanımlanmıştır. Descartes’in belirttiği; biz mekanik görüntüsüne indirgenmiş doğanın sahip ve efendileri oluyoruz, asıl anlamından sıyrılmış bir doğanın… Hobbes’in belirttiği de; insan insanın kurdudur. Piyasa rekabeti, bireyler ve gruplar arasındaki acımasız çatış­malar, kölesinden efendisine, mevcut seviyeden teknik güce kadar ‘korku dengesi., şek­linde olmuştur. 16. yy. yaşamış olan Morlowe’un belitğiine göre ise ilerleme, -Faust isimli eserinde yazdığı gibi- insan güçlü beyni sayesinde Tanrı; maddenin efendisi olur (Garaudy, 1990: 15-16).

Maddenin manası ve hareketin felsefesi üzerine bir refleks geliştirmiştir Garaudy; başka bir deyişle hilkate dâhil olmuştur. Dünya, büyüme ve gücün usulsüzce çatıştığı kaotik bir yer hâline gelmiştir. Kendisi iki duraksama evresini içine sindirememiştir ; “doğa, insan ve Tan­rı arasında olan” (Garaudy, 1985a: 37) ve diğeri “felsefeyle yaşam arasında olan” (Garaudy, 1985a: 44). “Batı bir kazadan ibarettir” (Garaudy, 1977: 7) diyerek günümüz hegemonyasının mantığını oluşturan önermelerin endişe verici olduklarından bahsetmiştir. “Temel bir değer olarak eylem ve iş önceliği” (Garaudy, 1977: 33) “makuliyet önceliği” (Garaudy, 1977: 34) ve “Faust medeniyetimiz vardır” (Garaudy, 1977: 35). Bu, başka bir ifadeyle yeni bir “tam ev­renselliktir. Eserinde kültüre belirgin bir şekilde yön veren, insanın hayatı, ölümü, evreni, insanı ve Tanrı’yı anlama biçimini şekillendiren medeniyet meselesi üzerinde de durmuştur. “Başka odaklardan edindiği öğretilerle uyanışını yaşamış ve herkesin bu deneyimi yaşaması için enkazı aralamaya çalışmıştır. Kendi deyimiyle yeni bir medeniyet projesi inşa etmek için her grup ve bireyi eleştirel ve yaratıcı katkı sunmaya davet etmiştir.” (Garaudy, 1976: 217). Bu; bir nihai vahiy ve son peygamberlik olarak varlıkla birlikte eylem bazında değişmeye çağrısıysa eğer, kesinlikle Kurani bir mesajdır. Dolayısıyla Roger Garaudy’nin yöntem ola­rak yaptığı şey, reforma zemin hazırlamak için hayata sürekli anlamlar yüklemekti. Çünkü “İnsanlar tarihlerini rastgele değil geçmişin yapılandırdığı şartlar içinde oluştururlar. Ortaya çıkardıkları tarih ise sorunsuzdur. Yapılar insanlar için şartlar üretir fakat insanlar dönüşüp şartları meydana getirir. Bu trajik diyalektikte her şey insanların karar ve olurundan geçer” (Garaudy, 1972: 251-252). 1974 senesinde İsviçre’nin Neuchatel kentinde bulunan Uluslara­rası Kültür Diyaloğu Enstitüsünden yaptığı çağrıda Batı’nın artık nasıl kendi kendine ızdırap veremeyeceğini anlattı. Bu aslında Hegel ve yine Marks gibi filozofların da determinizmin bir meselesi olarak kendi zamanlarında ifade ettikleri şeydi. Böylece onun asıl amacı yüz­yıllardır süren varlık felsefesiyle mücadele edip eylem felsefesine adım atmak ve attırmaktı. Bu; öte yandan ulema tahakkümündeki dogmatik tabuları dayatan, maneviyatın cismani boyutunu görmezden gelen, asal ve statik ilahiyat kurumuna karşın asil ilahî gerekliliği ta­mamlamaktı. Ayrıca insanı her boyutuyla tasavvur edebilmek için determinizmi eksik olan “aşkınlık” kavramıyla tamamlamak istedi. Gücünü ise Tevrat’ta sunulmuş olan “intikamı teş­vik eden Tanrı” imajını bulamadığı Hristiyan dinamizminden, İsa’nın barışından alıyordu.

Graudy hayatında, dünyayı değiştirmek isteyen insanı yüceltecek olan tevazuya yer ver­meye başladı ve Hz. Muhammed bir noktada takılıp kalmayan bir nevi bayrak yarışı bilin­ciyle her çağda sürdürülen reform, sorumluluk ve umut besleyen barış boyutunu keşfetti. Markist geleneğine benzer tarafları olan bu boyut onu, savaşın vahşetinden sonra toplumu dönüştürecek gerçek bir aktör hâline getirdi. İslam’ı bir başarının mantıklı devamı gibi gör­dü; Tanrı’nın ruhundan insana üflediğinden beri tek olan bir inanç olarak. Bu fikri kalbin saflaşması için varlık âleminden soyutlanmak ve sükûnetle korunmak gerektiğini öğreten Azize Teresa’da ve İbni Arabî’de de görmüştü.

Garaudy toplumun, hâkim bir kültüre gebe olduğu için hayatın; başka kültürlerin bu toplu­mu kalkındırmak üzere katılmasını engelleyemeyeceğimiz gibi bir anlamı olduğunu haykı­rarak meydan okumuştur. Bu yüzden bu tarihi evrenin hakkını vermiştir. “Endülüs’ün İslam yörüngesini tarif ederken, hedefimiz yapıtlar yükseltmek değil, oradaki İslam ve diğer İbrahimi dinlerin ortak yaşadığı havayı devam ettirmek olduğunu söylememiz gerekir. İbrahimi dinle­rin ortak perspektifinden bakarsak, medeniyet algımızın hayatın kendisine, hayatta kalmaya odaklandığına şahit olacağız” (Garaudy, 1987: 6). Garaudy’ye göre Batı hegemonyası insan­lığın kaderini elinde tutamaz.

Gücü elinde bulunduranların dominant ideolojilerine karşı ben İslam’ı seçtim, yani, hükmedilenlerin dominant ideolojisini. Ama bunu batının nostaljik taklitlerini pay­laşmak için değil, özgürlük teolojisine dâhil olmak için yaptım. Bu teoloji insanların sefaletten öldüğü Latin Amerika’da, Afrika’da, Asya’da doğmuştur, iki günde bir Hiro­şima’yı yaşayanların topraklarında. Çünkü Batı’nın gelişim modeli gelişmemiş devlet­leri daha da kötüleştirmek üzerine kurgulanmıştır ve ‘özgürlük teolojisi’ nin doğumu kaçınılmaz olmuştur (Garaudy, 2000: 108-109).

Garaudy maddi tahakküme duyulan arzuların endişe verici olduğunu düşünmüş ve ahla­ki otoritesi olmayan bir medeniyeti asla kabul etmemiştir. 1977’de Tahran’da bulunan İran Medeniyetler Enstitüsünde söylediği şey tam da buydu. İnsanın başkasının aynasına bakıp kendini tanıyarak daha insan olacağını söyledi. İslam’a girdiği ilk günlerde bile bu yeni di­nindeki aşırılıkları eleştirmekten çekinmedi. Büyüyen bir din olması hasebiyle İslam tek tip olmaktan çıkıp çok farklı kültürleri de dairesine dâhil ediyordu. Zaten böyle olmasa büyü­mesi imkânsız olurdu. Şeriat kendi bünyesinde Allah’ın değişmez sınırlarıyla birlikte; değer ve hedeflerin anlam mutlakıyeti olan ortak akıl ürünü yolları, muvahhit geleneklerin (Gara­udy, 1986: 41) insanı yeni tarihî zirvelere ulaştıracak ortak yollarını, vahyin sonsuza yönelik ülkülerini, günlük yaşama aşılanan Allah şuurunu barındırıyordu. “İslam bölünmez bir din ve topluluktur; bir inanç ve yaşamın şifresi” (Garaudy, 1981b: 23).

Garaudy’ye göre farklılıkların sadece yorum nüanslarından doğduğunu anlamamız için me­deniyetler diyaloğu fikrinden önce farklı kültürler arasında kurulmuş bir diyaloğa ihtiyaç duyulmaktadır. Batı’nın kendi insan, yaşam ve dünya algısını geride kalan toplumlara dayat­masını hep eleştirmiştir. Bundan dolayı insanlığı tahakküm ve şiddete karşı mücadele etme yolunda bilinçlenmeye çağırmıştır. Hayal ettiği dünyada hâkim olan şeyler huzur, toplumsal adalet, insan onuru ve paylaşım gibi insani değerlerdir. Onun medeniyet anlayışı dayatmacı olmayan bir bilimsellik üzerine kuruludur. Bireyselciliğin uzlaşma, diyalog ve birlikle birlikte yenilmesi gereken tehlikeli bir mesele olduğunu söylemiştir. Her fırsatta insanın tek başına insan olamayacağını, muhakkak diğerlerine muhtaç olduğunu dile getirmiştir.

Garaudy, bireyselcilik ve tüketim toplumunun temellerini karşısına alarak yurttaşlarını hep uyarmıştır. Batı kültürü Descartes’ten bu yana bilgi ve tek taraflı yararcılığa indirgenmiştir. Pazarın kutsallaştırılmasına, gelişmeye, işlevselciliğe ve pozitif bilimciliğe karşı çıkmıştır. Çünkü ona göre bütün bunlar insanı her boyutuyla tüketiciye ve -ürettiği şeyin keyfiyetine aldırmayan- üreticiye dönüştürür, onu tutkularının kölesi yapar. İşte “insanı içselliğinin saf ve insani boyutlarından ve toplumdaki üstün konumundan” (Garaudy, 1983: 125) çekip alarak yaralayan şey budur. Böyleyken, Batı’nın tekelci tahakküm anlayışını reddetmeden ve di­ğer makul sistem ve değerlere açılmadan medeniyetler arası diyalogdan söz edilemez. Her çeşit dogmatizmden kurtulmadan ve sadece kendi varlığı ve kendi geçmişi üzerine kurulu medeniyetinden vazgeçmeden farklı değerlerin birlikte yaşaması anlamına gelen çoğulcu­luktan da söz edilemez.

Yeni yaşam projesi ve kaldırmak istediği enkaz insanın üstünlük, Tanrı’nın ve toplumun mutlak değerleri açısından bağımsızlık ve her bireyin diğerlerine karşı duyduğu sorumluluk önermesiydi. Garaudy insanlığı evrensel hoşgörüye doğru cesaretlendirecek bir bakış açısını adres gösteriyordu. Burada söz konusu olan şey hayal değil aksine insanlığın olmazsa olmaz­larını barındıran evrensel bir medeniyettir. Kuzeyin zengin ülkeleriyle güneyin fakir ülkeleri arasındaki bireyselciliğin ve çıkar hegemonyasının körüklediği uçuruma karşı çıktı. Gara- udy’nin bilgi teorisi üzerine yaptığı söylemlere kılavuzluk eden onu şiir yazmaya yönlendiren kişi üstadı Gaston Bachelard (1884-1962) oldu. Garaudy Bachelard’la birlikte bilim, sanat ve şiir tarihi okumalarının da yardımıyla Kartezyen olmayan bir felsefe vizyonu geliştirdi. Bunu yapabilmek için önemli olan şey ise bilim ve erdem boyutlarını bir arada tutacak; sanat, estetik ve anlam ifadesini teşvik edecek olan “eğitim”i geliştirmek ve iyileştirmekti. Bu yaklaşım aşkın boyutlu bir kültür doğurdu. Bundan dolayıdır ki Garaudy’nin -insanın fizik ötesi âlemde ihti­yaç duyacağı şeyleri tarif ederken kullandığı gibi- yaratıcı katılımın hazzı, estetik, resim, sanat ve şiir boyutun ve kendinden geçişiyle eşsiz bir güzellik içinde yıkanıp arındığını söyleyebiliriz.[2] Zaten estetik profesörü olduktan sonra öğrencilerine, resimden heykele büyük sanat eser­lerini meydana getiren sanatçıların her saniyede, kendi ifadesiyle, insanın kendi çevresi ve Tanrı’yla kurduğu ilişkiyi haykırdığını öğretmiştir. Senghor (1906-2001) ile birlikte Goree ada­sında kurduğu Mutants Üniversitesi Garaudy’nin evrensel fikirlerinin en büyük göstergelerindendir. Üniversiteyle birlikte; âdeta yeni bir nefes gibi, refrorme edilmiş sosyoekonomik ve kültürel bir anlayışın filizlendiği bir “insan” projesi başlatmış oldu. Projenin de bir gereği olarak kadın düşmanlığına karşı çıkmayı bir onur meselesi gibi görüp kadınların yanında yer aldı. Yüzyıllardır devam edegelen ve çoğunlukla farklı dinlerin kutsal metinlerinden kaynaklanan ve yine çoğu kadının ister istemez kabullendiği aşağılamaya karşı takındığı bu tavır, insan hakları ihlallerine karşı yürüttüğü önemli dönüm noktalarından biridir. Medeniyet ögelerini de ele alarak kadınların özgürleşmesi için anlamsal edinimler geliştirdi. Erkeğin kamu ala­nındaki tamamen keyfi ve haksız ayrıcalığına son verilmeliydi. Garaudy konuyla ilgili olarak “dünya çapında sağlamlaştırılmış ve dışarıdan gözlem yapıp ön yargıları kanıtlayacağımız daha yumuşak bir paternalizmi (ataerkil devlet yönetimi)” (Garaudy, 1981a: 27) ön gören bir yasal düzenleme yapılmasını teklif ediyordu. Garaudy’ye göre, “kadınların hâkim olan toplu­mun dışında erkeklerinkine eşit bir yeri hak ettiğini söylemek yetmez, kadın hareketlerinden sonra tahakkümü aşan tamamen eşit bir toplum oluşturmak gerekir”(Garaudy, 1981a: 90).

Garaudy evrensel diyaloğu azımsamıyordu fakat muhtemel engellerin de farkındaydı. Tarih Batı’nın türettiği diğer kültürlerin patlama noktasına gelmesini inkâr edemezdi. Tek kimlik, ötekilerin varlığını inkâr etmekle eş kabul ediliyordu. Önceleri Doğu Bloku ve Batı’nın süper güçleri arasındaki kutuplaşma, sonra da totaliter piyasa liberalizmi sisteminin ortak görüşü, demir ve ateş tarafından tek kimlik ve medeniyet olarak dayatılıyordu ki bu da “öteki”lerin kültürlerini ve diyaloğu tehlikeye atıyordu. Garaudy, düşüşün belirtilerini tarif etmiş ve bu parçalanmanın tiplerini sıralamıştır:

Sosyal dokunun bencillik ve kayıtsızlık yararına toplumsal sorumlulukların yerine gelmemesiyle ilintili olarak parçalanması. Toplumu bölen ekonomik ve kültürel ay­rımcılığın, eşitsizlik ve ırkçılığın yarattığı parçalanma. Doğacak sonuçların bilincinde olmayan araçların geçmişteki zararları geleceğe aktarmak üzere günümüze taşıma­sının yarattığı parçalanma. Özel bir kültürün diğer yapı ve sosyal ilişkileri, medyatik manipülasyonlar aracılığıyla, etkisi altına alma çabasından doğan parçalanma (Gara­udy, 1992: 72).

Her kültür hiçbir kimseye ayrıcalık yapmadan insana sivilleştirici bir eylem kazandırabilir. Ga- raudy’ye göre insanın manevi ve felsefi boyutu, estetik ve sanatsal görünüşe zarar veremez. Bu sanatsal görünüş ister dans olsun, ister resim, heykel, mimari, kaligrafi, koreografi veya şiir olsun farketmez. Tüm bunların hepsi kalbin anlamını dillendirir. Geçmişin günümüzde formüle edilmesi şeklinde anlayabileceğimiz “estetik ifade”; anları, hatıraları ve bugün kaldı­rılacak “enkazları” muhafaza etmemize olanak tanır. Çünkü farklı kültürlerin gerçekliği aynı değildir. İnsanlar arasındaki farklılıklar aslında birbirlerini tamamlayabilecekleri fırsatlardır; “açılım arzusu, tarafsız tutum ve bir adım ötesi medeniyetler arası diyalog” (Garaudy, 1979b: 7) olan karşılıklı fırsatlar. Başka bir ifadeyle, tam anlamıyla şahsiyet kazanmak, çeşitlilik içinde birlik olmaktır. Garaudy önemli bir eserinde, beş bin yıllık geriye gidiş tarihiyle beraber ve Asya, Afrika, Latin Amerika ve İslam medeniyetleri arasındaki evrensel diyaloğu ele almış ve okuyucuya evrensel katkıları aktarmıştır.

En çok satanlar listesine girmiş bir eserinde ise “çıkmazdaki medeniyeti eleştirmiş” (Garaudy, 1979a: 9) ve Akhenaton (Amenhoteb), Laozi, Zerdüşt, Buda, Musa, İsa ve Muhammed gibi insanlık tarihinin önemli şahsiyetlerinden yola çıkarak eylem bilgisi yani siyaset ile birlik bilgisi olan inanç arasında sağlam bir ortaklık oluşturmak için kırılma noktalarımızı ve kaynakları­mızı dikkate alarak siyasi bir proje geliştirmiştir. Bu proje medya aracılığıyla bilinci manipüle eden ve ortak aklı sadece siyaseten doğru olana yönlendiren dogmatik ideolojilerin önünü tı­kayacaktı. Garaudy, Kur’an’ın sadece geçmişle ilgili, edebî ve hukuki taraflarını (şeriat) benim­seyip, onun ebedi ruhunu görmezden gelen İslamcılığı eleştirmiştir: “Kur’an tarihi meselelerin çözümlerini mutlak değerler, değişmez kıstaslar ve ebedi mesajlarla bezeyerek bize aktarmıştır.” (Garaudy, 1985b: 25). Ayrıca, “Diğer medeniyetlerde felsefe; bir yaşam meselesidir; sadece Ba­tıda düşünce meselesidir” (Garaudy, 1983: 128) diyerek hayattan kopuk olarak değerlendirdiği

Batı düşüncesine karşı çıkmıştır. Hümanist medeniyetlerde hem felsefenin hem de bilgiden ayrı olarak insan erkinin bir aracı olan bilimin hayattan kopukluğunu eleştirmiştir.

Garaudy’ye göre inanç, “kendimize sadece ‘nasıl’ sorusunu sormayı bırakıp ‘neden’ diye sor­maya başladığımıza ortaya çıkar. Bu tür bir inanç eylemi alışkanlıklarımızı ve mutlakıyetleri­mizi deler, yeni bir yaşama kapı aralar. İnanç kendimizi sınırlandırmak demek değil aksine sı­nırlarımızı aşabilme gücü demektir. İnanç eksikliği değil, fazlalığı teşvik eder” (Garaudy, 2000: 55). Yeni inancını bir medeniyet aracı gibi gören Garaudy İspanya’nın Córdoba (Kurtuba) kentinde, Torre de la Calahorra’da, Avrupa’daki İslam tarihi ve İslam’ın diğer medeniyet ve kültürlerle tanışmasını ortaya koyan bir müze açtı. Bu eşsiz müzede Kurtuba tarihine dam­gasını vurmuş olan Hristiyan Kral X. Alfonso (1221-1284), Yahudi Musa İbn Meymun (1135­1204), Müslüman İbn Rüşd (1126-1198) ve İbn Arabî (1165-1240) gibi şahsiyetleri tanımak mümkündür. Garaudy felsefe, tarih veya teolojiyi liberal kariyerler olarak değil, insanın her türlü köktenciliğe karşı yürüttüğü mücadele olarak görmüştür. Medeniyeti kendine dert et­tiğinden dolayı 2001 senesinde yine aynı kentte, Córdoba’da eski Arap modern teknolojiyle arşivlenmiş eski Arap el yazmalarıyla dolu bir dokümantasyon merkezini de bünyesinde barındıran “Biblioteca Viva de Al-Andalus” kütüphanesini kurmuştur.

Berrak bir yürek insanı olan Garaudy’nin mistik bir feraseti vardı. Canlılığını manevi birlikten ve müteyakkız şuurundan alıyordu. Makul ve adanmış bir inanca sahipti ve takipçilerinin gön­lünü hoş etmek uğruna içine sinmeyen işleri yapanlardan olmadı. Kararlılığı sayesinde, sınır dışı edilişinden ve senatör seçilmesinden sonra sosyal adalet direnişçisi oldu. İslam dairesine dâhil olmasıyla birlikte, kendini âdeta felsefi bir şiir ve mistik bir sanatın içinde buldu. Cesurdu; seçimlerine duyduğu sadakat içinde eşyanın ve değerlerin iyi yanlarını arıyordu. Batı’yı eleşti­rirken Müslümanlara da onurlu duruşlarını sergilemeleri çağrısında bulunuyordu. Nebevi bir terbiyeye sahipti ve insanları dogmatik dindarlık ve maddi çıkar peşinde olan ilahiyatçıların peşini bırakıp ümit, özgürlük ve şahadet ilahiyatçılarını takip etmeye davet ediyordu.

Direnişle İşlenmiş Bir Hayat

Uzunca bir siyasi tecrübeyle birlikte Garaudy, hayatın gerçekliği ve güç dengelerinin mahi­yetini havsalasına kabul ettirdi. Jeostratejik, ekonomik ve mali düzenin büyük sorunlarını kavramıştı. Kimin cellat kimin kurban olduğunu iyi anlamıştı. Dinî (!) ve aynı zamanda pet­role dayalı krallıkların yanında dinî-ideolojik, bir o kadar da mitolojik temeller üzerine kurul­muş, uluslararası terör yapmakla suçlanan İsrail devletini eleştiriyordu. BM ve ABD’nin ölüm filolarının hizmetindeki sözde Müslüman ülkelerin İslam’ı kullanmasını eleştirdiğinden re­formist Müslümanların arasına katılmış oldu. Bağnazlığın tahakkümünü yok etmek üzere bildiklerini açıkça söylemekten geri durmadı. Terörizmle (!) mücadele etmek için 11 Eylül saldırılarını kurgulayıp, olayı Irak ve Afganistan’a taşıyan ABD-İsrail terörizmini ve Filistin halkına yönelik uygulanan soykırımı kınadı. Biz şimdi, siyaset bilimci Samuel Huntington’un yanlış ve akıl dışı kehanetlerine dayanan ve İslam ile Batı arasındaki anlaşmazlıkları azalta­cağı söylenen Knesset ve Pentagon komplolarına uzağız. Garaudy meseleyle ilgili olarak “kapitalist ve sömürgeci Batıdaki iç çatışmaların patlama noktasına gelmesiyle, hayatta kal­mak için yeni yollar aramaya başladığı anda 11 Eylülün meydana gelmiş olmasını doğru tahlil etmek gerektiğini” belirtmiştir.

Garaudy’nin tanıştığı gerçek ve evrensel dünya onu kültürel sömürgecilik yapan Batı’nın gölgesinden çıkarmıştır. Bunun bir nişanesi olarak da petrolün kutsallaştırılmasını kınama­sıdır. Suudi Arabistan’ı korumak adına Irak’taki Körfez Savaşı’ndan, İran ve Libya’ya uygulan ambargoya ve Doğu Avrupa’yı kontrol altına almak için Bosna ve Kosova’ya yaptığı müdaha­lelere kadar ABD’nin başlattığı tüm savaşların ortak amacı petrol kaynaklarını ele geçirmekti. Fakir ülkeleri daha da fakir eden ve itibarlarını zedeleyen Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası’nın ekonomik sömürge düzeni inancın coşkusunu asla söndüremeyecektir.

Roger Garaudy günümüzün tartışmasız en büyük düşünürlerinden biridir. Onun kardeşliği evrenseldir. Ondan bahsetmek, bir şifreyi çözmek, harekete geçirmek, bir tutku hissi ve var­lığın bir sembolü gibidir. Kendisiyle 1989’da Brüksel’de tanıştığımda, hâlâ kulağımda şarkı gibi çınlayan birkaç cümle söylemişti. Bakışları ve gülümsemesi derin anlamlarla doluydu. Her fırsatta ifade ettiği iman ne eylemi ne de yaratıcı umudu ihmal etmeyen, paylaşan, insan onuru için militanlaşan bir inançtı. Bir yandan unutulmuş kültürü hatırlatırken, bir yandan anlamsız kültürlere gerekeni hatırlatıyordu. Bir eserini şu ümit dolu cümlelerle bitiriyordu: “Umudun neler yapabileceğini tam olarak kavrayabilirsek, hep birlikte insanlık tarihimize yeni­den odaklanmak için birleşebiliriz. Hiç birimizin bunu tek başımıza gerçekleştiremeyeceğimizi unutmayıp hep birlikte hareket etmezsek tarihi bir kötülük yapmış oluruz” (Garaudy, 1971: 146).

Garaudy’nin eserleri baştan sona medeniyetler arası diyaloğu işlemektedir. Rönesans’la başlayıp 16. yüzyıla kadar devam eden maddi çıkarlar için gelişmiş olan eylem ve iş mantı­ğını, içi boş entelektüelliği, üretimin sömürdüğü gelişmeyi eleştirdi. Bunlar hegemonyaya doğru giden sitemin iflasının ögeleridir. Garaudy’nin düşüncesi bir “yaşamın anlamı” proje­sidir. Bu; aşkınlık, mutlak değerlere karşı insan olma hürriyeti, Tanrı ve toplum, her bireyin kendini başkalarının yerine koyma sorumluluğu meselesidir. Garaudy’nin girdiği din İslam yenilik iddiasında olmayan, nübüvvet zincirinin son halkasıdır. İslam dünyasının çöküşü, siyasi kurumsallaşma çabaları ve fikrî gaflet sebebiyle olmuştur. İslam Allah’ın sonsuz ya­ratmasından kök alan bir dinamizmdir. İslam hukukuyla (şeriat) birlikte insanoğlunun ortak paydasını yöneten ilkeler ve modernitenin ortak düzlemi ortaya çıkmıştır. İçtihat ile birlikte ise günümüzün şüpheleri -eski hükümleri tekrar etme ihtiyacı duymadan ama eski usulle­rin izinden gidilerek- cevap bulmuştur. Bu yüzden karıştırıp bozamayacağımız fıkıh, değiş­mez temel ilkeler olarak bilinmektedir.

Garaudy 99 yıl boyunca, yirmi yıllık hayaline sadık kalarak ve insanoğlunun sürüklenmeleri­ne karşı olan direnişe ilahî bir bağ ekleyerek “aşkınlık” ve “toplum”arasında kalmıştır. Kendisi bu bağı şöyle izah etmiştir:

Aşkınlık olgusu verdiği ilk anlam itibariyle kaderciliğin zıddıdır; farklı bir hayat yaşa­yabiliriz. Bu aşkınlık kelimesinin etimolojisinin dışındadır. İkinci olarak, bireyselciliğin de zıddıdır. İnsandan ziyade atomu ele alalım- ki zaten atom Yunancada birey demek­tir- içeride (insanın içinde) bir boşlukla kendi dışındakilerden ayrılan bu küçük yuvar­lak top, bize göre insanın merkezidir, yani insan kendi başına ‘tek’ değildir. Ve üçüncü olarak aşkınlık sadece kadercilik ve bireyselciliğin değil, salt inancın da zıddıdır. Bize göre aşkınlık, insanı yücelten bir “politika” olarak da kimlik bunu da Mozart’ın genini taşıyanlar Mozart olabilsin diye yapan, yaratıcı bir politikadır (Garaudy, 1983: 43-44).

Medeniyetler arası diyalog, enkazları kaldırmadan mümkün olmayacak olan ve insanlığın devam etmesi için gerekli olan en temel şarttır ve şöyle devam eder:

Başka kültürlerle tanışmamız; doğayla, başka insanlarla ve gelecekle entegre olarak farklı bağlar kurmamız konusunda bize yardımcı olacaktır (Garaudy, 1983: 131). Man­tığın kullanımı, insanın medeniyete verdiği anlamda kullanılan metoda göre, “artık bilimi hikmetten ayırmayı gerektirmiyor; sonuçlara odaklı araçların organizasyonunu sıralamayı gerektiriyor. Mantığın sebepten sebebe aktarılan başka bir kullanımı daha vardır; bünyesinde ikincil önemdeki sonuçlardan asıl sonuçlara ulaşma hedefini ba­rındıran bir kullanım (Garaudy, 1983: 132).

İnsanın yaratıcı boyutu, güzellik ve ihtişamın jest ve eylemiyle birlikte, “sanat ve estetiğin eği­timde motor rolü oynamasına katkı sağlayacaktır. Bu, yaratıcı eylemi ve yaratıcı eylem refleksini ilk sıraya koymak demektir. Sanat ve estetik, insanın -isyan, dua, sevgi, kahramanlık, fedakârlık ve ya fıtratla- insanlığın yeni eşiklerini geçtiği anları tekrar tekrar uyandırır. Bu; insanlığın eser­leriyle kurulan kontakla birlikte, keşfedilecek sanatı tanımak anlamına gelir” (Garaudy, 1983: 134). Bu anlam katkısına ulaşmak için gerçek bir destekleyici faktör olamaz, çünkü “kültüre ve eğitime aşkınlık boyutu kazandırmak asla bir sosyo-kültürel düzeni din, teokrasi veya ruh­banlık adına kutsamak olamaz” (Garaudy, 1983).

Roger Garaudy, yaşadığı çağın değişimlerini sadece oturup izlemeyi reddetmiş ve medeni dünyanın “defolu” ürünlerine karşı çıkmıştır. Dinî argümanları istismar eden siyasi doktrinle­ri eleştirmiştir. Bu yüzden değerler dünyasında anılmak istemiştir. Kendisi tamamlanmamış bir eserde yaşamak isteyen bir aydındır. “Tarih, yani bizim eylemlerimizle gerçekleşen veya daha önce yaşanmış olup tarihçilerin üzerinde çalıştığı tarih, sadece önceden vuku bulmuş ve tahlil edilmesi gereken gerçeklikler değil, biz devamını getirelim diye yazılmaya başlanmış bir şiirdir” (Garaudy, 1975: 159).

Son kitabında, insan onuru hırsızlığı üzerine kurulmuş olan hegemonyaya karşı direnmek adına siyaset-din; başka bir deyişle eylem-anlam bağlantılı manevi vasiyetini yazmıştır. “Doğayı insandan ayırıp ona hizmetçi muamelesi gösteren ve Tanrı’yla insanın arasını ayırıp onu efendisi yapmak isteyen yaşamı terk edip -Üç dünyanın hikmetli insanlarının yüzyıllardır anlattığı gibi- yeni bir yaşam yolu seçmek imkânsız değildir” (Garaudy, 2002: 143). Başka bir ifadeyle, reformlar çeşitli dönüşümler geliştirmelidir: “hayatı değiştirme isteği üçlü bir dönüşüm anlamına gelir; ekonomik, siyasi ve kültürel dönüşüm”diyen Garaudy (1990: 61), reform öğelerinin ebedi yanlarına da vurgu yapmıştır. “Devrimci eylemin ilk önermesi aslında aşkın- lığın önermesidir” (Garaudy, 1975: 230). Ayrıca, yabancılaşma noktasından kopmanın kaçı­nılmaz olduğunu düşünmüştür.”devrimsel eylemin ikinci önermesi benim ‘görecelik önermesi’ dediğim önermedir” (Garaudy, 1975: 240). Son olarak, ütopik ve prediktif boyuttan sonra, entelektüel duruş önermesi vardır: “devrimsel eylemin üçüncü önermesi ise açılış önermesidir” (Garaudy, 1975: 230).

Garaudy düşüncesinde manevi kimliği yükselten inanç, “önce kaderciliğin zıddı olarak başka bir yaşamı tercih edebilme mutlakıyetidir. Bu inanç bireyselciğin de zıddıdır: her birimizin diğer herkesin geleceğinden sorumlu olma şuurumuzdur. Bu inanç yine insanın yüksek mevkiindeki, insanı insan yapan gereklilik politikasıdırJ (Garaudy, 1983: 134-135). Varlıktan ziyade anlam yüklü olan özgür ve sorumlu tabiatlı insanın, onu militan yapacak bir inanç yaşanmışlığıyla birlikte, özgürlüğüne yaratıcılığı da eklemelidir. “Hayatım tüm anlamını inancımdaki devrim­sel eylemimi keşfederken kazanmıştır” (Garaudy, 1975: 225). İşte insanın her türlü dayatma­dan beri olması bundan dolayı son derece önemlidir. “Eğer insanı çeken ilah i bir yankı değilse, eylem tam anlamıyla insani olamaz, insanı hayatının zirvesine taşıyamaz. Şiirsel üretim, siyasi eylemler, aşk ve inanç eylemleri gerçek anlamlarına ulaşmamış olur” (Garaudy, 1975: 136). Ga- raudy’nin bu felsefi düşüncesi, bu medeniyet kültürü, insanı tam anlamıyla insan yapan şu­urun temel öğesidir: “Hayatımın özeti olarak;siyaset, sanatsal üretim ve inanç sadece bir şeye yarar; onları bir potada tutabilmek. İşte felsefe denilen şey budur, en azından benim felsefem” (Garaudy, 1975).

Son olarak, Roger Garaudy, huzur içinde 2012’de hayata gözlerini yumdu, huzur içinde defnedildi. Bedeni toprakta, havada, suda nerede olursa olsun, kendisi ebediyen evrensel gerçekliğin sesi olarak hatırlanacaktır. Üstad Garaudy’nin ruhu insanlığın düşün tarlasına diktiği tohumların üzerinden boşluğa yol almak üzere Marsilya körfezinden havaya ve suya saçılan küllerinden yükseldi. Her ne olursa olsun, Roger Garaudy insanlığa adadığı ömrünü dolu dolu yaşamış bir filozof ve çağın en büyük şahitlerinden biridir. Ruhu şad olsun.

Kaynakça

Garaudy, R. (1971). Reconquête de l’espoir [Umudun yeniden fethi]. Paris: Grasset.

Garaudy, R. (1972). [Alternative, changer le monde et la vie [Başka bir yol, dünyayı ve hayatı değiştirmek]. Paris: Robert Laffont.

Garaudy, R. (1975). Parole d’homme [İnsanın sözü]. Paris: Robert Laffont.

Garaudy, R. (1976). Le projet espérance. Paris: Robert Laffont.

Garaudy, R. (1977). Pour un dialogue des civilisations [Medeniyetler diyaloğu]. Paris: Denoël.

Garaudy, R. (1979a). Appel aux vivants [Yaşayanlara çağrı]. Paris: Seuil.

Garaudy, R. (1979b). Comment l’homme devint humain [İnsanlığın medeniyet destanı]. Paris: J.A.

Garaudy, R. (1981a). Pour l’avènement de la femme [Kadının yükselişi]. Paris: Albin Michel.

Garaudy, R. (1981b). Promesses de l’Islam [İslam’ın vaatleri]. Paris: Seuil.

Garaudy, R. (1983). Eduquer au dialogue des civilisations (Collectif) [Medeniyetler diyaloğu eğitimi]. Québec: du Sphinx.

Garaudy, R. (1985a). Biographie du XXe siècle, le testament philosophique de Roger Garaudy [Yüzyılımızda yalnız yolculuğum]. Paris: Tougui.

Garaudy, R. (1985b). Pour un islam du XXe siècle [20. Yüzyıl İslamı adına]. Paris: Tougui.

Garaudy, R. (1986). L’Islam vivant [Yaşayan İslam]. Alger: Maison des Livres.

Garaudy, R. (1987). L’Islam en occident cordoue, capitale de l’esprit [Batı’da İslam, Kurtuba; Ruhun Başkenti]. Paris: L’Harmat­tan.

Garaudy, R. (1990). Où allons-nous? [Nereye gidiyoruz?]. Paris: Messidor.

Garaudy, R. (1992). Les fossoyeurs, Un nouvel appel aux vivants [Mezar kazıcılar, yaşayanlara yeni çağrı]. Paris: L’Archipel.

Garaudy, R. (1993). Avons-nous besoin de Dieu ? [Tanrı’ya ihtiyacımız var mı?]. Paris: Desclée de Brouwer.

Garaudy, R. (1996a). Droit de réponse, le lynchage médiatique de l’Abbé Pierre et de Roger Garaudy [Cevap hakkı, Abbé Pierre ve Roger Graudy’nin medya linçi]. Paris: Samizdat.

Garaudy, R. (1996b). Grandeur et décadences de l’islam [İslam’ın ihtişamı ve çöküşü]. Paris: Alphabeta & Chama.

Garaudy, R. (1996c). Les mythes fondateurs de la politique Israélienne [İsrail, mitler ve terör]. Paris: Samizdat.

Garaudy, R. (2000). Le XXIe siècle Suicide planétaire ou résurrection? [21. Yüzyıl: Gezegen’in intiharı mı ? Yeniden doğuş mu?]. Paris: L’Harmattan.

Garaudy, R. (2002). Le terrorisme occidental [Batı terörü]. Cezayir: Dar El Oumma.

——————————————

Kaynak: Medeniyet Tartışmaları, Editörler: Süleyman Güder ve Yunus Çolak, Yüceltme ve Reddiye Arasında Medeniyeti Anlamak Sempozyum Bildirileri, ISBN: 978-605-86375-6-6, E – ISBN: 978-605-86375-7-3, İstanbul – 2013, Sf. 53-66

[1] Roger Garaudy 17 Temmuz 1913’te Marsilya’da doğmuş, 13 Haziran 2012’de Paris’te vefat etmiştir.

[2] Yazarın sanatla ilgili kaleme aldığı onlarca eseri vardır. Bunlardan bazıları Erotizm ve Mistik, Soyut Resim ve James Pichette’in Eserleri, Batı Resminin 7 Yüzyılı gibi başyapıtlardır.

[i] Fransızca’dan çeviren Fevzi Cengiz

Yazar
Yacob MAHİ

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen