Ortaokul ve lisede iyi bir futbol izleyicisiydim. Ne zaman ki statlarda takımların tribünleri ayrıldı; o günden sonra hiç futbol maçına gitmedim. İnsanları kardeşiyle, yakın arkadaşıyla, hatta eşiyle ve çocuklarıyla ayrı tribünlerde maç izlemeye zorlamayı bir türlü anlamadım. Türk Takımları yabancı takımlarla maç yaparken, bazı taraftarların rakibimiz yabancı takımları destekleme fanatizmine kapıldıklarından bu yana da televizyonlardaki futbol programlarını da izlemiyorum. Futbolla tüm ilgim “Hangi takımı tutuyorsun?” sorusuna “Milli Takımı” cevabı vermekten ibaret… Çok sıkıştırılırsam Altınorduluyum[i] diyorum…
Futbola son zamanlardaki ilgisizliğime rağmen “Zaferin Rengi” filminin tanıtımını yapan yazıları okuyunca o filmi izlemeye karar verdim. Zira filmin kahramanlarından birisi Fenerbahçe Spor Kulübünün Eski Başkanlarından ve Telgraf Mektebi Müdürlerinden olan Mehmet Sabri Toprak Beydi. O Mehmet Sabri Bey, İstanbul’daki PTT Genel Müdürü Refik Halit Karay’ın çıkardığı engellemeler nedeniyle 1920 yılında Ankara’da kurulacak PTT Genel Müdürlüğünün ilk Genel Müdürü olacaktı. Hayatını “Posta ve Telekomünikasyon Tarihinden Portreler” isimli kitabımda ayrıntılı olarak anlatmıştım. Kurtuluş Savaşı sırasında onun yönetimindeki PTT çalışanları da destan yazmışlar, gerek telgraf haberleşmesini gerekse posta iletişimini eksiksiz yerine getirerek savaşın lehimize sonuçlanmasına katkı vermişlerdi. Bir meslek büyüğüm olarak saygı duyduğum Mehmet Sabri Toprak Bey, daha sonra üstlendiği Tarım Bakanlığı görevini de başarıyla yürütmüştü. Bir kitap PTT Tarihinden bahsediyorsa o kitap benim için okunacak kitaptır. Bir film PTT Tarihine göndermeler yapıyorsa benim için “izlenecek film”dir.
Sinema salonuna girdiğimizde bir önceki gösteri bitmişti. Filmden çıkanların çoğu mendilleriyle gözlerini siliyorlardı. Bazı seyircilerin gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüştü…
Yaşlandıkça duygusallığım artmaya başladığı için ben de kolayca ağlayabilen bir psikolojide olmama rağmen, film başlar başlamaz ağlayacağımı sanmıyordum. Ama daha filmin ilk sahnesinde ağlamaya başladım…
Savaşta ayağından yaralanan Fenerbahçe’nin efsane futbolcularından Galip Kulaksızoğlu savaş sonrası İstanbul’a dönmüş, topal ayağını sürüyerek bezgin-yorgun bir şekilde yürürken, sahildeki düşman gemilerine, azınlıkların şımarıklıklarına, işgal kuvvetlerinin askerlerinin pervasızlığına kızgın ve şaşkın bir şekilde bakarken gözyaşlarımı salıverdim… Daha filmin başında o sahneye belki ağlanmazdı. Ama ağladım. O an neler düşündüm neler. Galip Kulaksızoğlu’nun dönüşünü Küçük Ağa romanının başında savaştan dönen Çolak Salih’in dönüşüne benzettim… Galip’in döndüğü tarihlerde Boğazdaki İngiliz gemilerini gören Mustafa Kemal’in “Geldikleri gibi giderler” deyişini hatırladım. “Keşke Yunan galip gelseydi” diyen sözde tarihçinin bir başka konuşmasında “Halifemiz olsaydı da isterse İngilizlerin kuklası olsaydı” dediğini lanetleyerek hatırladım…
Daha ilk sahnelerinde seyirciyi kendisine bağlayan film bittiğinde. çoğu seyirci gibi benim de gözüm ağlamaktan kan çanağına dönmüştü…
Son zamanlarda filmleri yönetmenlerin adı verilerek “Bir….. filmi” diye tanıtmak moda oldu. Asmalı Konak dizisinden bu yana kamuoyunun yakından tanıdığı Abdullah Oğuz, Zaferin Rengi’nin yalnızca yönetmeni değil, aynı zamanda yapımcısı. Hatta senaryoya da katkıda bulunmuş. Dolayısıyla filmi “Bir Abdullah Oğuz filmi” diye tanıtmak bir gerçeğin ifadesi. Senaryo gerçek olaylarla örtüşüyor. Sanıyorum senaryo yazılırken Sinan Meydan’ın, “Sarı Lacivert Kurtuluş”[ii] kitabından oldukça yararlanılmış..
‘Zaferin Rengi’ işgal yıllarında derin psikolojik çöküşü yaşayan İstanbul halkına İngiliz İşgal kuvvetlerini mağlup ederek umut aşılayan, Anadolu’ya geçmesi gereken silah ve cephane için deniz kıyısındaki binasını, depo ve sevkiyat iskelesi olarak kullanan Fenerbahçe Kulübünün 1919-1922 dönemindeki hikayesini anlatıyor. Galip Beyin sevgilisi Peyker dışındaki film kahramanları gerçek kişiler. Tek kurgu kişilik aynı zaman da Mehmet Sabri Beyin yeğeni olarak takdim edilen hemşire Peyker… Film Fenerbahçe’nin General Harington kupasını kazanmasıyla sona eriyor…
Oyuncular genelde başarılı… Özellikle Galip Kulaksızoğlu rolündeki Kubilay Aka ile Mim Mim[iii] Reisi Topkapılı Cambaz Mehmet rolündeki Timuçin Esen çok başarılılar…
Bir filmde bir aktöre Atatürk rolü vermek çok risklidir. Ne kadar Atatürk’e benzer oyuncu bulsanız da kamuoyunu tatmin etmeniz mümkün değildir. Atatürk rolünü oynayan hiçbir oyuncu için “bu olmuş” dendiğine tanık olmadım. Bu filmle ilgili okuduğum yorumların pek çoğunda da Yiğit Özşener’in Atatürk’e benzemediği öne sürülüyordu. Filmi izlerken bu konuda ben de ikilemde kaldım. “Atatürk’e ne kadar da benzemiş” diye düşündüğüm anlar oldu. “Hiç benzememiş” diye düşündüğüm anlar da… Bu biraz da Atatürk’ün gözümüzdeki yüceliği ile ilgili…
Filmi izleyen birisi X’te, Zaferin Rengi’ni “futbol üzerinden vatan aşkını anlatan bir film” diye tanımlamış. Doğru ama eksik bir tanımlama. Film futbol ve vatan sevgisi yanında Türk Kadını’nın gücünü de anlatıyor. Filmin iki önemli kadın kahramanı var: Peyker ve Halide Edip. Mehmet Sabri Beyin yeğeni ve Galip Kulaksızoğlu’nun sevgilisi Peyker aşkı ve vatanı uğruna her türlü fedakârlığı yapabilecek bir kadın portresi olarak karşımıza çıkıyor. Gülper Özdemir Peyker’i çok güzel canlandırmış. Halide Edip’i canlandıran Birce Akalay’ın rolü çok kısa. Milli Mücadele’nin en önemli köşe taşlarından birisi olan Sultanahmet Mitingi’ndeki Halide Edip’in konuşmasından bir bölüme ses vermiş, can vermiş Birce Akalay. Ama ne can veriş…. Dinlerken insanın tüyleri diken diken oluyor… Kendinizi Sultanahmet Meydanında hissediyorsunuz.
Ben o dönem İstanbul’unu, Mim Mim Cemiyetini, Özbekler Tekkesi’ni[iv], Mehmet Sabri Beyi, İhsan Pere Beyi, Fenerbahçeli ünlü futbolcular Zeki Rıza ve Hasan Kamil Sporel kardeşleri, Dr. İsmet Uluğ’u , Şekip Kulaksızoğlu’nu, İngiliz İşgal Kuvvetleri komutanı General Charles Harington’u, Yüzbaşı Bennet’i ve yaptıklarını, Sultanahmet Mitingini ve onun ünlü hatibi Halide Edip’i tanıdığım için filmi ve vermek istediği mesajı algılamakta zorlanmadım. Ama bu tarihi ve sosyal bilgilere sahip olmayan izleyicinin filmi anlamakta zorlanması büyük ihtimal. Bu filmi izlemek isteyen dostlara önce saydığım konularda minik de olsa bir araştırma yaptıktan sonra filmi izleyin derim…
Başka bir takımı mı tutuyorsunuz, film üzerinden yalan-yanlış iddialarla Fenerbahçe’ye ve Ali Koç’a saldırmayın. Sizler de kulüplerinize baskı yapın. Onlar da Beşiktaş’ın, Galatasaray’ın, Altay ve Karşıyaka’nın[v] milli mücadeleye katkılarını anlatan filmler çekilmesi için girişimler yapsın… Sinema seyircileri onların da milli mücadeleye katkılarını öğrensinler…
Ama hangi takımı tutarsanız tutun, bu filmi takım fanatizminizi bir kenara koyarak, bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak izleyin. Pişman olmayacaksınız…
[i] Neden Altınordu: Altınordu Profesyonel liglerde mücadele edip yabancı futbolcu oynatmayan tek takım. Altınordu Türk İmparatorluğu’nun ismini taşır ve Cumhuriyetin ilanından iki ay sonra kurulmuştur. Yani Cumhuriyetle yaşıttır.
[ii] Sinan Meydan, Sarı Lacivert Kurtuluş ‘’Kurtuluş Savaşı’nda Fenerbahçe ve Atatürk’’ İnkılap Yayınları-2017,
[iii] Mim Mim Grubu, İttihat Terakki tarafından kurulan Milli Mücadele başladıktan sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin resmen tanıdığı bir istihbarat grubudur. Asıl adı Müsellâh Müdâfaa-i Milliye’dir ve baş harfleri olan “M. M.”nin Osmanlıca alfabedeki okunuşu olan “Mim Mim” kısaltmasıyla tanınmıştır.
[iv] Özbekler Tekkesi: İstanbul Üsküdar’da Orta Asya’dan gelen dervişlerin barınması için inşa edilen Nakşibendî tekkesi. Kurtuluş Savaşı sırasında tekke şeyhi Atâ Efendi, Mim Mim Grubuna mensup olduğu için, Kuvâ-yı Milliye mensuplarından yaralananlar tekkede tedavi görmüş, Anadolu’ya silah, cephane ve insan kaçırılmasına aracılık edilmiştir.
[v] Bu dört kulübümüzün de Milli Mücadeleye destansı katkıları vardır…