Zafernameler (Fetihname), Varna ve İstanbul Fetihnameleri

Necdet BAYRAKTAROĞLU

Fetihname (Zafername), Türk- İslam devletlerinde hükümdarların savaş sonunda ülke, yer veya şehir zaptedildiği zaman,  kazanılan önemli zaferleri, fethedilen yerleri ve fethedilen ülke üzerinde kazanılan hâkimiyet hakkını, komşu dost ve düşman ülke hükümdarlara, hanlara, hakanlara, prenslere, beylere, şehzadelere ve valilere yazıyla duyurulan belgelerin (namelerin) adıdır. Fetihname, kazanmak, ele geçirmek manalarını taşıyan “Fetih” kelimesi ile kitap, mektup, ferman gibi anlamları ifade eden “Name” kelimesinden oluşmaktadır. Eskiden kazanılan zaferleri, yanlış tartışma ve söylentilere meydan vermemek, dışarıda ve içerde zarar verecek niyette olanların ümit ve düşüncelerini yıkmak, sindirmek ve cesaretlerini kırmak, yüreklerine korku salmak için, barış içerisinde yaşadığı komşu dost devletleri de sevindirmek, müjdelemek için fetihnamelerle bildirirlerdi. Bu zafernameler aynı zamanda düşman devletler için bir tehdit niteliği taşıyordu. Fetihnameler, hangi devlete gönderilecekse Türkçe, Farsça, Arapça, Urduca ve Latince olarak o devletin dili ile yazılır ve elde edilen ganimetlerle birlikte gönderilirdi. Osmanlı Devletinde her tarafa duyurulduğu gibi ayrıca, İstanbul Beylerbeyine bildirildiği zaman halk meydanlara dökülür şenlikler yaşanır, bu gün coşku ve heyecanla kutlanılırdı.

Fetihnameler, yapılan savaşların tarihini, o dönemin tarihçesini anlattıklarından tarihi öneme sahip bulunmaktadır.  Fetihnamede, savaşla ilgili tüm bilgiler yer alır ve kazanılan zafer ve elde edilen başarı çok güzel bir şekilde anlatılır ve ayetlere, hadislere dayalı olarak izah edilirdi. Özel kişiler veya alimler tarafından ve özel yazı üslubu ile yazılan bu fetihnameler, 15 madde esasına dayanılarak yazılırdı: 1- 2- Allah’ı hamd etmek ve Hz. Muhammed’i anmak 3- Zulümlerin ortadan kaldırılmasının,  Padişahın esas vazifesi olduğunun bildirilmesi 4- Zalimin zulmünün kaldırılma sebebi 5- Padişahın hareketi 6- Askerinin durumu 7- Düşman tarafının da durumu 8- Düşmanın cesaretinin açıklanması 9- Savaşın açıklanması 10- Padişahın zaferi ve düşmanın yenilgisi 11- Allah’a şükür 12- Düşman topraklarının fethinin anlatılması 13- Bu zaferin karada ve denizde ilanı 14- Fetihnamenin gönderildiği yer ve kişinin adı 15- Bu zafere Padişahın memnun olduğunun açıklanması ve duası

Fetihnameler iki şekildedir. İlki Hükümdarlardan tarafından komşu ve düşman devletlere gönderilen belgelerdir. Diğeri ise, bir yerin fetih olayını detaylı olarak anlatan müstakil eserlerdir.

Ecdadımız Allah yolunda hakkıyla savaşmış ve fetih yapmıştır. Yüce Allah Kuran’ında Bakara Suresi 190. Ayetinde “Size savaş açanlara sizde Allah yolunda çarpışın”, aynı sure 194. Ayetinde “O halde kim size saldırıda bulunursa sizde ona yaptığı saldırının misli ile saldırın”, Nisa Suresi 84. Ayetinde “… Allah yolunda çarpış”, Hac Suresi 78. Ayetinde “Allah uğrunda gerektiği gibi cihad edin”, Tevbe 29. Ayette “Allaha iman etmeyenlerle savaşın”, Nisa 101. Ayette “… Gerçekten kafirler sizin açık düşmanınız” denilmektedir.

Cihad eden, fetihte bulunanlar içinde mükâfatlar göreceklerini şu ayetlerle açıklamıştır. Bakara 218. Ayette “Şüphesiz inananlar ve Allah yolunda hicret edip savaşanlar; kesinlikle bunlar, Allah’ın rahmetini umarlar”, Nisa 74. Ayette “… Her kim Allah yolunda çarpışırda, öldürülür veya üstün gelirse, her iki surette de Biz ona yarın pek büyük mükâfat vereceğiz”, Muhammed 4. Ayette ise “Allah yolunda öldürülenlere gelince, onların amellerini asla boşa çıkarmaz”, Saf 11. Ayette “Allah’a ve Resul’üne iman edip mallarınız ve canlarınızla Allah yolunda savaşırsanız; Eğer bilirseniz bu sizin için çok hayırlıdır”  denilmektedir.

Fetihname geleneği ilk olarak İslam devletlerinde başlamış, bu gelenek Türk devletlerinde de devam etmiştir. İslam dinini engellemek isteyen devletlere karşı, İslam devletleri büyük zaferler elde etmiştir. Bu zaferler, İslam dünyasında büyük sevinçler oluşturmuştur. İslam devlet hükümdarları da bu sevinci duyurmak için çevresindeki dost, düşman devletlere fetihnameler göndermişlerdir. Abbasi Halifelerinden Mu’tasım-Billah kendisini uzun zaman uğraştıran Hürremi isyanlarının Reisi Babek’i yakalayıp idam ettirdiğinde, Müslüman devletlere gönderdiği fetihname ile bildirmiştir. Gazneliler de kazanılan bir zafer, devlete tabi hükümdarlara haber verildiği gibi Abbasi Halifelerine de fetihnameler yazılarak bildirilmiştir.

Büyük Selçuklular, Harzemşahlar, Anadolu Selçukluları, İlhanlılar, Timurlular ve Safevilerde bu geleneği devam ettirmişlerdir. Büyük Selçuklu Hükümdarı Tuğrul Bey, sultan olduktan sonra, yaptığı fetihlerle ilgili etraftaki hükümdarlara fetihnameler göndermiş, Bağdat’taki Abbasî halifesine gönderdiği fetihnamede, “Selçuk Oğullarının eskiden beri halifeliğe sadık bulunduklarını” belirtmiştir.

Sultan Alpaslan, Ani’nin fethi (1064) ve Malazgirt zaferini  (1071) civar hükümdarlara ve Halifeye bildirmiş, Halifeye gönderilen fetihnameler 12 Eylül 1071 günü Ka’im Biemrillah tarafından sarayda toplanan bütün devlet erkânı ve büyükleri önünde merasim ile okunmuş ve tebrikler yapılmıştır. Fetih Bağdat’ta şanına layık olarak kutlanmıştır. Buhara’nın fethi nedeniyle gönderdiği zafernamenin “Türk ve Tacik herkese” duyurulmasını istemiş, halkın devlete bağlılığının artacağı belirtilmiştir.

Anadolu Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan, 1176’da Bizans’a karşı kazandığı Miryokefalon zaferinden sonra, Halife Musta’zi’ye bir fetihname göndererek zaferi haber vermiş, Bağdat sevince boğulmuştur. Halife haberi, “İslam ülkelerinden beklediğimiz uğurlu zafer haberleri geldi” şeklinde ifade etmiş, camilerde hatipler halka bildirmiş, halife, hatipler halk, Selçuklu ordusu için dua etmişlerdir. I. İzzettin Keykavus (1216) Antalya’nın ikinci defa fethinde,  Halifeye hediyelerle birlikte fetihname göndererek onun hâkimiyet tevcihini kazanmış, Halife Nasır da, Türklere ve Selçuklulara mahsus olan Türkçe “Inanç, Bilge, Kutlu” lakaplarını Sultan için kullanmıştır. I. Alaaddin Keykubat da Yassıçemende, Celalettin Harizmşah’ı yenmesi üzerine (1230) ve Erzurum’u fethi üzerine hükümdarlara zafernameler göndermiştir.

Osmanlı padişahları da fetihname yazma geleneğini sürdürmüşlerdir. Kazanılan zaferler dost ve düşman ayırımı yapılmadan dost komşu devletlere, Anadolu beyliklerine ve yabancı devletlere duyurulmuştur. Fetihname, gönderilen ülkenin diline göre yazılarak gönderilmiştir. Genellikle Türkçe, Arapça ve Farsça olarak yazılmıştır.

1402 yılında Ankara savaşında Yıldırım Bayezıd’a karşı galip gelen Timur’un Semerkand’a yazdığı fetihnamesinde “Anadolu da ki faaliyetleri, İstanbul’u fetih planını ve Osmanlı ordusunun kendisini yenemediğini ve başarısını” açıklamıştır.

Padişah II. Murat Han (10 Kasım 1444) Varna zaferi sonrası İslam devletlerine, ayrıca dost ve düşman ülkelere zafername göndermiştir. Fetihnamede şunlar yazıyordu:

“… Bizler de onun bu sonsuz, ebedi ihsanlarının şükrünü yerine getirebilmek için bütün günlerimizi, senelerimizi İslam dinine hizmeti Allah’ü Tealanın bize vediası yani emaneti olan insanları ruh, düşünce, beden ve dünyalık bakımından saadet ve selamete kavuşturmaya adadık…

Dünyada yegâne maksadımız ve gayemiz halisane olarak budur. Bu halis niyet ile beldeler zaptettik. Allahü Teala’nın kullarının dertlerin çare yaralarına merhem ulaştırdık. Allah yolunda cihad için gerekli her türlü alet edevat ve silahın en iyisini hazırlayıp yeryüzünde fitne ve fesat çıkaranlar ile harb edebilmemiz için lazım gelen herşeyi temin de dakika gecikmedik, bir anımızı boşyere harcamadık, idaremiz ve mesuliyetimiz altında bulunan hernevi millet ve insana adalet ile insaf ile muamelede asla kusur etmedik…

Bizim  hükümranlığımız altında milyonlarca insan saadete kavuştu, dünya da huzur ve refah ve adalet ve şefkat ile muamele gördü. Mübarek kılıcımızı ve her türlü teknik imkanlarımızı ve silahlarımızı bu yolda seferber ettik ve inatçı, hain, ahmak din düşmanlarına, yere batasıca küffar üzerine sevkettik.

… Netice olarak bütün aleme, bütün Müslümanlara farz-ı ayn olan şudur ki, bu büyük fethi bildiren fetihnameyi minberlerde bütün Müslümanlara ilan edip bildireler. Allahü teala’nın bu muazzam nimetini düşünüp, kıymetini iyi anlayıp güçleri, imkanları nispetinde Allahü Teala’ya şükredeler. Hayır ve hasenat işleyip sadakalar vereler, Allahü teala dini İslam’a yaptığı bu yardımı arttırsın. Dinimizi ve devletimizi daha muhkem hale getirsin. Bizi bu saadetten ayırmasın!

Bu fetih bütün Müslümanlara bildirilsin, bu mübarek saadetimizin ve devletimizin devamı için dua buyursunlar. Duadan asla geri durmasınlar. Vesselam. “ 

Türkler için çok önemli ve büyük özelliği olan Varna zaferi, Osmanlı’nın Balkanlar’da ki Türk hakimiyetini sağladı. Zafer bütün İslâm beldelerinde büyük bir sevinçle karşılandı ve coşku ile kutlandı. Hatta Mısır Memluklu Sul­tanı, Padişah II. Murad’a ” Allah yardımcın olsun Osmanoğlu” diye dua ve tebriklerini ilettikten sonra, tüm ülkesinde şenlik yapılmasını emretti.

Daha sonra tekrar padişah olan Sultan II. Mehmet ilk iş olarak İstanbul’un fethini düşündü. Macarlara Sırplara ve Bizanslılara yumuşak davranmaya başladı. Amacı, Haçlıların birleşmesini önleyerek İstanbul’un fethi için gerekli hazırlıkları yapmaktı. Bütün plan ve düşüncelerini İstanbul’un fethine kuran Sultan Mehmet 29 Mayıs 1453 tarihinde İstanbul’u fethederek bir Türk şehri haline getirdi.

İstanbul’un fethini müjdeleyen Peygamberimizin “Elbette siz İstanbul’u fethedeceksiniz. Ne mesut, ne güzel kumandandır o komutan! Ne mutlu ve ne güzel askerdir o asker!” diye bahsettiği  mesut komutan Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un fethi nedeniyle Mısır Sultanı Esbal Şah’a, diğeri Mekke şerifine, Karakoyunlu Hükümdarı Cihan Şah’a, Edirne Kadısı İbrahim Çelebiye göndermiştir. Ayrıca Hıristiyan devletlere de göndermiştir. Fatih Sultan, Mısır Sultanına şöyle demektedir:

Bismillahirrahmanirrahim

Allah’a hamd olsun, seçtiği kullarına selam olsun. Resulullah Muhammed Mustafa Sallallahu Aleyhi ve Tealaya salat olsun. Osmanlı Padişahı İstanbul Fatihi Sultan Mehmed Han bin Murad Han’ım… Allah’ın ipi olan Kurana sarılarak, her şeyi bilen Melik’in fazlu keremine tutunarak… İslam’da farz olan gaza görevini yerine getirmektir… İslam memleketlerinin ortasında kalan, kafirliğiyle öğünen, içi küfür ve fitne fücurla dolu olan şehri fethetmek için karadan ve denizden mücahidlerle gazi askerlerimizi donattık. İslam dünyasının ortasındaki bu küfür merkezi “Sanki sevgilinin gül yanağındaki çıban gibiydi. Sanki o, dolunayın ortasındaki kara leke gibiydi.”

Bu şehir ulaşılması zor, zafer takları yüksek, binaları sağlam, içi müşrik savaşçılarla doluydu. Allah hepsini yardımsız bıraksın. İman ehline karşı kibirleniyor, Rodos, Venedik, Katalan, Ceneviz gibi batıdaki adalardan ve diğer müşrik ve korsanlardan yardım alıyorlardı. Ardar da dizilmiş düzenli kaleler, surlar ve burçlarla korunmuş bir şehir. Yüce ecdadımız, Allah yolunda hakkıyla cihad etmelerine rağmen zafere ulaşamadılar ve bir şey elde edemediler. Burası bütün dünya dillerinde Konstantiniyye diye meşhur olan büyük bir kaledir. Peygamber’in sahih hadislerinde bahsettiği şehrin burası olması uzak değildir. Peygamber buyurmuştur: “Onlar Konstantiniyye’yi fethederler. Kılıçlarını zeytin dallarına asarlar da ganimetleri taksim ederler.” Bu hadis ve diğer meşhur hadislerin bahsettiği bir tarafı kara, bir tarafı deniz olan şehirdir. Biz, Allah’ın “Onlar için gücünüz yettiğince hazırlık yapın” emrine uygun olarak yapılması gereken bütün hazırlığı mancınık, top, gülle, taş, berk ve ra’d gibi tüm silahları kara tarafından hazırladık. Denizde dağlar gibi görünen içi dolu gemileri deniz tarafından hazırladık ve 857 yılı görünen Rabiulevvel ayının yirmi altısında hücum ettik. “Kendime dedim: “Çalış. Bu an çalışma anıdır.

Onları çepeçevre kuşattık. Karşılıklı harb ettik, öldürdük, öldürdüler. Aramızdaki harp elli dört gün gece ve gündüz sürdü… Allah, Konstantiniyye’yi Osmanoğullarının emrine verdi. Güneş doğudan doğmadan Allah fethi bize lütfetti. Zulmeden toplumların sonu kesildi. Alemlerin Rabbine hamdolsun… Salat, Muhammed (s.a.v.)e ve aline olsun. Her şeyin doğrusunu bilen Allah’tır ve dönüş O’nadır.”

Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ın fethi nedeniyle Şirvanşah devleti hükümdarına gönderdiği fetihnameyi İdris-i Bitlisi’ye yazdırmıştır. Fetihnamesinde “Memlüklülerin Hicaz yolunu Arap eşkıyalarından koruyamadıklarını, kendisine Allah tarafından İslamiyet kanunlarını düzene koymak, Kabeye hizmet ve techiz vazifelerinin verilmiş olduğunu, bu itibarla büyük, küçük bütün İslam memleketlerinin kendisine itaat etmeleri gerektiğini” belirtmiştir.

Kanuni Sultan Süleyman da, 1534-1535 yıllarında İran Şah’ı Şah Tahmaps üzerine yaptığı seferinde Tebriz’i, sonra güneye inerek Bağdat, Basra, Bahreyn, Dekuk, Haruniye şehir ve kalelerini fethederek Avusturya İmparatoru I. Ferdinand’a, Gürcistan Kralına ve Kırım Hanına Bağdat fetihnamesini göndererek,  Irak Seferi ile ilgili olarak zaferlerinden bahsetmiştir.

Osmanlı Devletinin şanlı günlerinde birçok devletlere gönderilen fetihnameler, gerileme ve dağılma döneminde, bu namelere hasret kalınmıştır. Bu dönemler de cesurane fedakârlık ve gayret ortaya konulamadığı için, fetihname yazma nasip olmamıştır. Bilinen son fetihnameler; Sultan Abdülmecid adına yazılan Sivastopol Fetihnamesi ile Sultan 2. Abdülhamid adına Tesalya savaşı sonrasında yazılan zafernamelerdir.

Gazi Mustafa Kemal, İzmir’in düşman işgalinden kurtarılmasından sonra kazanılan büyük zafer nedeniyle Türk Milletine beyanname yayınlamıştır. Dumlupınar Başkumandanlık Meydan Zaferi ile büyük felakete uğrayan Yunan ordusu, geri çekilmeye başladı. Türk ordusu da, dağılmış Yunan ordusunu İzmir istikametinde takip etti. Kaçmaya çalışan Yunan birlikleri kıskaç altına alınıp imha edildi. İzmir’in Aliağa ve Ödemiş, Tire ilçeleri Yunanlılardan temizlendi. 8 Eylülde, Türk ordusu İzmir’in Selçuk, Kemalpaşa ve Menemen ilçelerini işgalden kurtardı. 9 Eylülde İzmir’e girerek Yunan ordusunu denize döktü. 3 yıl, 3 ay 24 gün sonra İzmir tekrar Türklerin oldu. İzmir’in kurtuluşu münasebetiyle, İzmir’de Ankara’da ve diğer şehirlerde büyük gösteriler yapıldı.

Mustafa Kemal Paşa, İzmir’in kurtuluşundan sonra, bu kutlu zafer için Türk milletine bir beyanname yayınladı ve şöyle dedi:

“Büyük ve Asil Türk Milleti

Ordularımız, 9 Eylül 1922 sabahı İzmir’imizi ve yine 9 Eylül 1922 akşamı Bursa’mızı muzafferen kurtardılar. Akdeniz askerlerimizin zafer nameleriyle dalgalanıyor. Asya İmparatorluğuna yeltenen küstah bir düşmanın muharebe meydanlarına gelmek cesaretinde bulunan ordu kumandanları ile kumanda heyetleri günlerden beri Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin harp esiri bulunuyorlar. Düşmanın başkumandan tayin ettiği General Trikopis birçok gece ve gündüz ümitsiz muharebelerden ve olası çarelerden tecrübe ettikten sonra nihayet maiyetindeki general ve erkân harbiyeleri ve kumanda ettiği ordunun elinde kalabilen mevcuduyla teslim oldu. Eğer Yunan Kralı da bugün esirlerimiz arasında bulunuyorsa, bu hükümdarların şiarı esasen yalnız milletlerinin sefalarına iştirak etmek olduğundan muharebe meydanlarının felaketli günlerinde onların saraylarından başka bir şeyi düşünmemek tabiatlarındandır.

Batı fabrikalarının çelik zırhlarıyla kaplanan muazzam Yunan orduları artık Anadolu dağlarında zabitleri tarafından terk edilmiş zavallı sürüler, cinayetlerinden ürkerek, kudurmuş kitleler ve ağaç diplerinde kalmış dermansız yaralılardan ibaret kaldı. Düşman ordularının harp malzemelerinin hemen hemen üçte ikisi itibariyle topraklarımızdadır.

Düşmanın esirlerden başka insan zayiatının yüz binden ne kadar fazla olduğunu tayin etmek zordur. Fakat resmi salahiyet ile milletimize açıklarım ki bizim insan zayiatımız ¾’ü hafif yaralı olmak üzere on bin nüfusa baliğ olmaktadır.

Büyük Türk milleti! Ordularımızın kabiliyet ve kudreti düşmanlarımıza dehşet, dostlarımıza emniyet verecek bir kemal ile tezahür etti. Millet orduları 14 gün zarfında büyük bir düşman ordusunu imha ettiler. 400 km’lik fasılasız bir takip yaptılar. Anadolu’daki bütün işgal edilmiş topraklarımızı geri aldılar. Bu büyük zafer münhasıran senin eserindir. Çünkü İzmir’imizi siyasi beklentileri sonucunda adeta sevinerek düşmana teslim eden heyetlerle milletin hiçbir münasebeti yok idi. Bursa’mızı istila eden Yunan kuvvetleri ise ancak imparatorluğun askeri teşkilatıyla, her işte birlikte hareket ederek muvaffak olmuşlardı. Vatanın hulasa milletin ve iradesi kendi mukadderatı üzerinde kayıtsız şartsız hâkim olduğu zamandan başlamış ve ancak milletin vicdanından doğan ordularla müsbet ve kat-i neticelere ayırmıştır.

Büyük ve necip Türk milleti! Anadolu’nun kesin zaferini tebrik ederken sana İzmir’den Bursa’dan, Akdeniz ufuklarından ordularının selametini de takdim ediyorum.”

Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi

Başkomutan Mustafa Kemal”

Her zamanın bir hükmü ve hâkimi vardır. Bütün kuvvetini ve üstünlüklerini ilim ve fenden alanlar, bugün güç ve kuvvet sahibidir. Türk Milletinin geleceğini süsleyecek olan fetihnamelerin, bir gün yazanı olacak nesillerin geleceği olacaktır. O Türk nesli ise ilim, fen ve teknolojiyi fethedecekler, milletlerinin gelecek kaderini tayin edeceklerdir.

KAYNAKLAR

Osman Turan-Selçuklular Tarihi ve Türk-Islâm Medeniyeti-Arpaz Matbaa-,Ist. 1980,

Osman Turan-Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi-Nakışlar Yay.- İst.1984

Prof. Dr. İ. Hakkı Uzunçarşılı – Osmanlı Tarihi- Türk Tarih Kurumu Yayını 1982

İsmail Hakkı Danişmend-İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi-İst.1971

Kemal Arkun-Sultan Gazi II. Murat Han-Akademisyen Yay.-İst.2009

Osman Nuri Topbaş-Abide Şahsiyetler ve Müesseseleriyle Osmanlı- Erkam Yay.2013

Erdoğan Merçil-Müslüman-Türk Devletleri Tarihi, Türk Tarih Kur. Basımevi, Ankara 1991

Cepheden mektuplar – M.S.B.-Ank.1999

Mufassal Osmanlı Tarihi-Komisyon-İskit Yay.1958

Yeni Rehber Ansiklopedisi- Türkiye Gazetesi- İst 1993

İslam Alimleri Ansiklopedisi- Türkiye Gazetesi –İst.

Yazar
Necdet BAYRAKTAROĞLU

Necdet Bayraktaroğlu, Sivas’ın Gemerek kazasında 1952 yılında doğdu. İlk ve orta öğrenimini Gemerek’te tamamladı. Ankara Kurtuluş Lisesi’nden mezun olduktan sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi. Ankara Hukuk ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen