Dünya tarihi, 11.yüzyıl Karanlık Çağ Avrupasına göre bozkırların ve yalçın dağların süslediği Asya kıtasının başta bilimsel ve teknolojik gelişmeler olmak üzere ekonomik ve sosyal açıdan altın çağına sahne oluyordu. Bu yüzyıldaki İslam bilginlerinin gerek felsefi gerekse de bilimsel çalışmalar ve bu çalışmaları yapan bilim insanlarının görüşleri, geleceğin Rönesansına inanılmaz derecede katkı sağlayacak ve pek çok yönden bu harekete şekil verecekti. Hiç kuşkusuz Aydınlanma hareketi ve sonrasında Avrupalı bilim insanlarının çalışmalarına yadsınamayacak ölçüde katkı sağlayanlardan birisi de Batının Avicena olarak tanıdığı Türk-İslam bilgini İbn Sina’dır. Çalışmalarıyla başta Orta Asya’dan İspanyanın içlerine kadar uzanan, Antik Yunan ve Roma’daki bilimin kadim bilgeliğinin bir nevi sancaktarlığını yapan İslam medeniyetlerinde olmak üzere, 6 asır boyunca Avrupa’nın düşünce ve fikir dünyasında etkili olmuştur. Hatta ‘Tıbbın Babası’ unvanına sahip Hipokrat’ın yanı sıra Bergamalı Galen ve doğa filozofu ‘İlk Öğretmen’ Aristoteles gibi büyük ilim ve fikir adamlarını şöhretiyle gölgelemiştir. Öyle ki ünlü eseri Tıp Kanunu’nun 1510 yılında Pavia’daki Latince baskısının kapağındaki resimden de bu açıkça görülür; nitekim bahis mevzu olan resimde İbn Sina tıbbın hükümdarı olarak tahtta otururken, solunda Hipokrat, sağındaysa Galen resmedilmiştir. Diğer taraftan
Eğitim Bilimlerinde Aristo ve Farabi’den sonra ‘Üçüncü Öğretmen’ olarak kabul edilmesi sadece bu iki önemli düşünürden sonra doğmuş olmasından öte başka bir şey değildir. Ayrıca pek çok alanda bilimsel eserler vermesinden dolayı ‘Bilimlerin Prensi’ diye anılmaktadır.
Asıl adı Ebu Ali el-Hüseyin bin İbn Sina olan Türk bilim insanı 980 yılında Türkistan’da Buhara’nın yakınındaki Afşena’da doğmuştur. Kökeni Mevlana öncesi Belh şehrine dayanır. Soyu, Samanoğulları devletinin başkenti Buhara’ya yerleşmiş varlıklı bir ailedendir. Şunu da belirtmek isterim ki bazı çevreler (özellikle oryantalistler) tarafından İbn Sina’nın Arap olduğu belirtilir fakat bu tamamen yanlış ve asılsız bir iddiadır. Özellikle İbn Sina’nın Hemedan’daki eski mezarından taşınırken alınan kemik örnekleri ve çekilen fotoğraflar üzerinde antropolog Şevket Aziz Kansu’nun ve Rusya’dan M. M. Gerasimov, V. N. Ternovsky ve Atabekov’un yaptığı antropolojik çalışmalar da onun Türk olduğunu kanıtlar. Ayrıca Alman dil bilimcisi Otto Alberts’in yirminci yüzyılın hemen başında (1901) yayımladığı çalışmasında İbn Sina’nın Türk olduğuna değinirken, Yusuf Has Hacib’in de (İbn Sina öldüğünde 20 yaşındadır) onun öğrencisi olduğunu dile getirir. Alman dil bilimci Alberts, Yusuf Has Hacib’in eserinin incelendiğinde İbn Sina felsefesinin ve bilimsel görüşünün kalıcı etki ve izlerinin apaçık bir şekilde ortaya çıkacağını savunur.
Henüz beş yaşındayken babasının da desteğiyle eğitimine başlayan İbn Sina, Abdullah an’Natılı’den felsefe derslerinin yanı sıra dönemin önemli öğretmenlerinden yüzeysel olarak matematik, astronomi, kimya ve mantık dersleri aldı; on yaşına geldiğinde Kur’ân-ı Kerimi ezberlemişti. Şüphesiz hayatının ve ilerideki çalışmalarının dönüm noktası Buhara hükümdarı Emir Mansur’un oğlu Nuh b. Mansur’un hastalanması olmuştur. Mansur hastalandığında on altı yaşında olmasına rağmen döneminin saygın hekimlerinden sayılan İbn Sina hükümdarın oğlunun tedavisi için saraya davet edildi. Kendine has yöntemleriyle kısa süre sonra Mansur’u iyileştiren genç hekim, bunun üzerine sultanın Sıvan al-Hikme adlı dönemin pek çok önemli eserini içinde barındıran saray kütüphanesinin başına getirildi. İşte İbn Sina’nın geleceğe ışık tutacak çalışmaları burada filizlendi. Sonrasında tanıştığı Ebu Reyhan el-Biruni ile yaptığı fikir alış verişleri onu astronomi, fizik, matematik ve felsefe alanında farklı bakış açıları kazanmasını sağladı.
Peki, İbn Sina’yı bilim tarihi içerisinde bu kadar önemli kılan nedir? Sorumuzun cevabı Aristoteles’in hareket teorisinden evren modellemesine ve özellikle de felsefi görüşlerine kadar yaptığı katkılardır. İbn Sina hiçbir kimsenin görüşünü salt doğru olarak kabul etmez, kendi fikir süzgecinden geçirip yorumlardı. Aristo’nun da görüşlerine bu bakış açısıyla yaklaşmış ve yanlışlarını düzeltmeye çalışarak İslami hassasiyetler içerisinde mantıklı açıklamalar getirmiştir. Derler ki Aristoteles’in Metafizik kitabını İbn Sina kırk kez okumuş olmasına rağmen pek bir şey anlamamış ancak Farabi’nin bu kitap üzerine yazdığı incelemeyi okuyunca anlamış olması bu özelliğine örnek olarak gösterilebilir. Ayrıca Galen’in tıp alanındaki çalışmalarını geliştirerek alternatif yollar öne sürmüş ve tıbbın gelişiminin farmakoloji (ilaç bilimi) ve tıbbi aletlerin geliştirilmesi ile olabileceğini savunmuştur.
İbn Sina astroloji (falcılardan) ve simyadan (değersiz metalleri altına çevirmek isteyen hayalperestlerden) pek hoşlanmazdı. Kitab el-Şifa adlı eserinde mineralleri taşlar, ateşte eriyen maddeler, kükürtler ve tuzlar diye dört bölüme ayırması mineralojide de bir sistemin olması gerektiğini savunuyordu. Ayrıca altın ve gümüş gibi değerli madenlerin doğa tarafından ay ve güneşin etkisiyle yeryüzünde var olduğuna değinir. Simya konusunda yazdığı Risalet el-İksir eserinde simyacıların kurşun ya da kalay gibi metalleri eriterek altın veya gümüşe çeviremeyeceklerini sadece çeşitli işlemlerle bu metalleri boyayarak altın ve gümüşün taklidi olacağını söyler ve bu maddelerin özünü asla değiştiremeyeceklerini belirtir.
İbn Sina simya konusundaki yazılarından Risalet el-Baraki’yi 20 yaşlarında, Risalet el-İksir’i 30 yaşlarında, Kitab el-Şifa’yı ise 40 yaşlarında yazmıştır.[1] Simya hakkında bu kadar eser vermesinin en büyük nedeni, bu bilim görünümündeki safsata zincirini kırarak bunu sistemli bir hale getirmek istemiş ve maddesel boyutta varolan evrendeki olayları doğaüstü güçlerin esaretinden kurtarmak istemesidir. Bu eserlerinde (başta simya olmak üzere) tüm bilimlerdeki doğa olaylarını açıklamada doğaüstü ve fiziksel olmayan güçlerin etkisini reddetmiş ve bu yönüyle de kuramsal düşünmeyi üst düzeye çıkarmıştır.
İbn Sina, mekanikle de ilgilenmiş ve bazı yönlerden Aristoteles’in hareket anlayışını eleştirmiştir; bilindiği gibi, Aristoteles, cismi hareket ettiren kuvvet ile cisim arasındaki temas ortadan kalktığında, cismin hareketini sürdürmesini sağlayan etmenin ortam, yani hava olduğunu söylüyor ve havaya biri cisme direnme ve diğeri cismi taşıma olmak üzere birbiriyle bağdaşmayacak iki görev yüklüyordu.[2] Buradaki çelişkiyi fark eden İbn Sina, Aristo’nun yanıldığını dile getirdikten sonra kendi mantıklı açıklamasını yaptı. Şöyle ki bir cisme kuvvet uygulandıktan sonra kuvvet ortadan kalksa bile cismin hareket edeceğini söylemiş ve bunun nedenini kasri meyil (batı düşüncesinde impetus terimi), yani günümüz modern biliminde ‘bir cismin harekete devam etme isteği’ olarak tanımladığımız eylemsizlik prensibini Isaac Newton’dan beş asır önce fark etmiştir. Ayrıca cisimlerin hareketlerinin cismin belirli özelliğine (ağırlığına) göre olacağını söylemiştir. Örneğin attığınız bir taş parçasıyla, kâğıt parçası aynı uzaklığa gitmez, bunun nedeni o cismin kütlesidir ancak İbn Sina ve dönemindeki bilim insanları kütle ve ağırlık arasındaki farkı bilmediğinden dolayı kütleyi de tanım olarak ağırlıkla eş değer tutmuştu. Öyle ki İbn Sina’nın bu sözleri doğrultusunda bir formül çıkaracaksak bu; kasri meyil = hız (v) X kütle (m) olacaktır ki bu da modern anlamda fizikte kullanılan momentum kavramıdır. Buradan da anlaşılacağı üzere Newton’un İkinci Yasası’nı geliştirirken İbn Sina’nın bilime kazandırdığı varsayımdan hareket etmiş olacağı kuvvetle ihtimaldir.
Elbette ki İbn Sina’nın dünya çapında bir üne kavuşmasını tıp alanında yapmış olduğu çalışmalar sağlamıştır. Bu alanda yaptığı çalışmalarını ve tıp bilimine yaptığı katkıları burada zikretmek mümkün değildir; örneğin kalp-damar sistemi ve hastalıklarıyla ilgili eseri (Latince De viribus cordis seude medicamentis cordialis) dikkat çekicidir. Ancak İbn Sina denilince akla gelen ve onu üne kavuşturan eseri, ölümünden iki asır sonra Toledo’da Gerhard von Cramona tarafından Latinceye çevrilen ve Avrupa’da 36 kez basılan el-Kanun fi’t-Tıbb (Tıp Kanunu) adlı eseridir. Beş bölümden oluşan bu eserin birinci kısmı anatomi ve hekimlik, ikinci kısmı ilaçlar, üçüncü kısmı patoloji, dördüncü kısmı ilaçlar ve cerrahi yöntemlerle tedavi, beşinci kısmı ise çeşitli ilaç hazırlanışları hakkında detaylı ve ansiklopedik bilgiler içerir. Diğer kitap çevirilerini genellikle Musevi çevirmenlerin Arapçadan Latinceye yaptığı İbn Sina kitaplığı tahminen 276 eserden oluşmaktadır. Tıp Kanunu kitabı Avrupa’nın saygın üniversitelerinin tıp fakültelerinde (İtalya’da Bolonya ve Fransa’da Montpellier’de) 17. yüzyıla kadar ders kitabı olarak okutulmuştur. Zamanın ötesindeki dahi Türk İbn Sina 21 Haziran 1037 yılında 57 yaşındayken hayata gözlerini yumdu.
Ülkemizde de alanında meşhur klasik ve popüler bilim kitapları son dönemlerde yayıncılar tarafından yoğun gayretler içerisinde basılmaktadır. İbn Sina’nın Kitab el-Şifa ve el-Kanun fi’t-Tıbb eserleri modern kapak tasarımları ve itinalı çevirileriyle okurlarını beklemektedir. Son olarak şunu belirtmek isterim ki bizlere düşen Türk-İslam idealleri doğrultusunda bu eserleri inceleyip modern bilimlerle mukayese ederek geleceğimize ışık tutmak ve 21. yüzyılın Kızıl Elması olarak nitelendirdiğim bilim ve edebiyat alanlarında, başta genç nesil olmak üzere akademisyenlerimizin de katkılarıyla, uluslararası camiada dikkate değer ciddi eserler vermek olacaktır.
KAYNAKLAR
Sayılı, Aydın, İbn Sina Doğumunun Bininci Yılı Armağanı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2.Baskı: Ocak 2014
Tekin, Sevim; Kâhya, Esin; Dosay, Melek; Demir, Remzi; Topdemir, Hüseyin Gazi; Unat, Yavuz; Aydın, Ayten Koç, Bilim Tarihine Giriş, Nobel Yayınları, 9.Basım, Ekim 2015
Terzioğlu, Arslan, İbn Sina, Bilim ve Teknik, Mart 1983
Tez, Zeki, Kimya Tarihi, Nobel Basım Dağıtım, 2. Baskı, Şubat 2010
Topdemir, Hüseyin Gazi, İbn Sina, Say Yayınları, Nisan 2013
[1]Zeki Tez, Kimya Tarihi, Nobel Basım Dağıtım, 2. Baskı, Şubat 2010, s: 117
[2]Sevim Tekin, Esin Kâhya, Melek Dosay, Remzi Demir, Hüseyin G. Topdemir, Yavuz Unat, Ayten Koç Aydın, Bilim Tarihine Giriş, Nobel Yayınları, 9.Basım, Ekim 2015, s: 197