Esat ARSLAN
Günlerdir beklenen Afrin operasyonunu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Afrin operasyonu sahada fiilen başlamıştır. Operasyon Münbic ile devam edecek” açıklamasıyla fiilen başladı. Başkomutanın bu kararından sonra, artık, alternatifler, seçenekler ve tüm karar önerileri bitmiştir. Bu harekât, tereddütlü AB(D)’ye iyi bir yanıt olmuştur. Çünkü ABD zabitan ve komuta heyetinin ağzında pelesenktir, “ABD ordusunun B Planı, A Planında ısrar etmektir !“özdeyişi. Neyse, biz işimize bakalım. Bütün bunlardan sonra, iyi bir kurmay subay ve karargâh heyeti artık başkomutanın kararını alanda en iyi bir biçimde yerine getirecek biçimde vaziyet almak olmalıdır. Yapılması gereken budur. Bu arada Cumhuriyet tarihinde Türkiye’nin üçüncü sınır ötesi harekâtının adı da açıklanmış oldu: “Zeytin Dalı” Kimi dedi ki, “efendim alanda çok zeytinlik var ondan, kimi de hem bölgenin zeytinliklerine atıf, hem “Biz Afrin’e barış için geliyoruz” demeye getirdi, vesaire vesaire… Bırakalım bu yaklaşımları da, küçümsemiyorum ama Köy Kahvesi Sohbetlerinden bir adım ileriye gidelim. İncelememizi ona göre yapalım.
Bilmiyorum siz de aynı kanaatte misiniz? Ya da bir başka şekilde sorayım, ağaçların kutsallığına inanır mısınız? Doğrusu, ben inananlardanım. Ağacın belli aralıklarla kendini yenilemesi, yeniden diriliş olgusunun en güzel örneklerindendir. Öldükten sonra diriliş, “Baas” (Resurrection) olgusunu da simgelemektedir. Kuşkusuz bu başka bir zeminde, başka bir bedende yeniden dirilme (Reincarnation) ’den farklı bir boyutu da dikte ettirmektedir. Tanrısallığın vücut bulduğu bir zemin, ulûhiyetin mekânı olarak görülmüştür, hep ağaç. İnsanların bu gözlemi, ilahların ve ruhların bulunduğu yer olarak da düşünülmüştür. Bu arada hemen söyleyelim, Türk mitolojisinde tek Tanrılı bir din olmanın gereği ağaçların, saygı gösterilmesi gereken bir ruha sâhip oldukları ve bunun bereketi etkilediği düşüncesi hep var olmuştur. Bazı toplumlarında ağacın içinde kutsal bir gücün bulunduğuna inananlar ve bu gücü kendi yapılarına katmaya çalışanlar hâlâ mevcuttur. Örneğin Eski Mısır’da Sikomor (firavun inciri) Tanrıları barındıran ağaç olarak kabul edilmekteydi. Ağaca kutsallık atfedilmesi zamanla bazı ağaçlara özel nitelikler yüklenmesine de yol açmıştır. Mesela “Selvi” hayat ağacını, “Nar” da ebediyeti ve cenneti temsil eder. Yeni yıl ağacı “Çam”’la simgeleşirken, ağacın bütünü gibi dalları ve bazı diğer kısımları da çeşitli bakımlardan sembol kabul edilmiştir. Eski Romalılar ’da “defne dalı” zaferin, “zeytin dalı” barış ve mutluluğun, meşe yaprakları ise “güc”ün simgesi olarak kabul görmüştür. Kıbrıs Barış harekâtından sonra, ülke dışına yapılan Üçüncü Harekâtımızın adını “Zeytin Dalı Harekâtı” olarak konulması bu açıdan son derece anlamlıdır. Aynı zamanda AB(D)’ye kendi diliyle ifade edilme imkânı yaratılmıştır. Unutmayalım Amerikan Harp Okulu West Point’s özdeyişi de “Vazife, Onur, Vatan” (Duty, Honor, Country) bu meyandadır.
Evet, Sevgili Okurlar, sizler adına ben de orada o kahraman askerimizin yanında idim. Halkın, askerin coşkusunu görmek, bu coşkuyu iliklerime kadar duyumsayabilmek için onlarla birlikte yaşamak için 22-23 Ocak 2018 günlerini sınırda Hatay ilinde geçirdim. Uzun bir aranın ardından Şam Askeri Ataşeliğini yapmaktan onur duyduğum, bir anlamda benim için ikinci vatan olmuş, Suriye sınırında bulunmak bana tarifsiz bir mutluluk verdi. Bir de sahaya çıkmanın verdiği heyecanla kontrol edilemez, gittikçe çoğalan bir enerjim oluştu. Hava yağmurlu, puslu, soğuk ve arazide çamur hâkimdi. 22 Ocak gecesi Hassa’da A Haberin değerli yorumcusu Hikmet Öztürk’ün konuğu oldum. Birikimimi paylaştım. Sayın Öztürk’ün programında günümüz olgularının büyük bir kısmını konuştum, simdi bütün bunları bir kez de sizinle paylaşalım, derim Sevgili Okurlar.
Geçen haftaki yazımızda açık seçik belirtmiştik. Anımsadınız değil mi? Sizi siz olun, kendinizi fazla zorlamayın, illa da YPG/PYD diyeceğim, diye. Kim sorarsa sorsun, kim gündemi gererse gersin, bunlar PKK’nın uzantısıdır, deyip geçin. Eğer onları YPG/PYD diye deklere ederseniz, onları meşrulaştırırsınız demiştik. Ya daha ne diyelim. Herkesin anlayacağı şekilde ifade edelim, bunun adı dosdoğru PeKaKa’dır. İlla bölge ismini de söyleyecekseniz, bunun adı Suriye PeKaKa’sıdır. Kısaltma yapmıyorum. Eğer siz hâlâ PeKeKe şeklinde okursanız, binlerce can alan, bebek katil sürüsünü meşrulaştırırsınız. Bunları herkesin anlayacağı bir dilde söyledik, öyle değil mi? Bu önerimize ilk önce uyan da ABD’nin Beyaz Saray Sözcüsü Sayın Leydi oldu. Evet, Beyaz Saray Sözcüsü Bayan Heather Nauert ilk refleksi o gösterdi. Bayan Nauert, harekâttan beş gün sonra 25 Ocak’ta Türkiye’nin Afrin operasyonuyla ilgili açıklama yaparken bölgedeki PYD/PKK unsurları için “YPG” yerine doğrudan “PKK” ifadesini kullanması daha sonra da sözlerini bu minvalde düzeltmemesi ülkemizdeki medya erbabına yol gösterici mahiyette olmuştur. Söylediklerimize tek tük uyanlar var ama çoğunluk hala çok bilgiçlik taslama peşinde. Ey medya erbabı, ey dışişleri memurları değiştirin bu jargonu, ülkenize zarar veriyorsunuz.
Bayan Nauert’in, “Türkiye gözünü DEAŞ’tan ayırdı, PKK’nın peşine düştü.” açıklaması doğru bir açıklama. Sanki Külliye Sözcüsü Kalın gibiydi. Nedeni açık, karşımızda Suriye PKK’sı var da ondan, bunu sizler de teyit ediyorsunuz.
İkinci Amerikalı, ABD Başkanı Trump tarafından DAİŞ ile mücadele özel temsilcisi olarak görevlendirilen, ancak mesaisinin çoğunu Kuzey Suriye’de oluşturulmak istenen terör koridoru için harcayan Brett McGurk’un harekât başladıktan sonraki, kurduğu Türkiye karşıtı cümleler. Suriye’deki PKK terör yapılanmasını bizzat örgütleyen, örgütün bütün eğitim ve plan işleriyle yakından ilgilenen Amerikalı Bret McGurk, Afrin’e düzenlediğimiz Zeytin Dalı Harekâtı hakkında, “Yenilginin eşiğine gelen DAİŞ’e can verme riski taşıyor” demiş, olması. Sanki Türkiye Cumhuriyeti Suriye’de DAİŞ’le mücadele etmek için Fırat Kalkanı Harekâtını yapmadı. Sınırları içinde PKK ve DAİŞ saldırısına uğramadı, canı yanmadı. Türkiye’ye yine DAİŞ beysbol sopası gösteriliyor, “Stratejik ortağı” ve “müttefiki” ABD tarafından. Siz bundan bir şey anladınız mı? Brett McGurk kimin ağzıyla konuşuyor, dersiniz?
Herkes anlamalıdır, Türkiye Cumhuriyeti hareketsiz kalmanın maliyetini ödememek için askere tek hedef göstermiştir, kim olursa olsun, nereden gelirse gelsin, terörü bölgeden temizlemektir TSK’nın hedefi. Türk Silahlı Kuvvetleri harekâtın maksadını, sıklet merkezini terör üzerine odaklamıştır. Sade ve doğru bir hareket tarzıdır. Türk Silahlı Kuvvetleri son zamanlarda bir yılda 700’e yükselmiş olan terör ihlallerini bitirmek için Afrin’e girmek zorunda kalmıştır. Hakkâri’nin Dağlıcası gibi, yanına kadar gittim, Hatay’ın Güzelce Hudut Karakolu 1990’lı yıllardan beri hedefteydi, acı, kan ve gözyaşından nasibini almıştır.
Gelelim Harekâtın değerlendirilmesine. Harekât, Hava ve/veya Ateş Destek unsurları ile yumuşatma-Keşif/Cebri Keşif- Özel Kuvvetlerin Sızması – ÖSO/TSK süpürmesi- Oyalama/Manevra Safhası- Ara/Ana hedeflerin ele geçirilmesi -İmha – Arazinin Yeniden Düzenlenmesi ve Birliklerin Yeniden Tertiplenmesi –-Başarıdan Faydalanma ve Takip safhaları olarak planlanmıştır. Afrin Bölgesine zamanca kademeli olarak yedi bölgeden girilmiştir. Manevra ve ateş desteği eşgüdümü ve icrası açısından son derece zor bir harekâttır. F-16 uçakları ile Kilis’ten Hatay’a uzanan Parsa Dağı ve Burseya Dağı’nda konuşlanan terör örgütüne yoğun ateş açılmasından sonra 22 Ocak’ta Burseya Dağı istikametinde zırhlı birlikler harekâta başlayınca bir analist arkadaş, -hem de emekli asker kökenli- bu bir başarıdan faydalanma harekâtı biçiminde değerlendirme yapması beni gerçekten düşündürdü. Sadece ağzımdan el insaf lafı döküldü. Sizler de biliyorsunuz, kendilerine mikrofon uzatılan bu ve benzer arkadaşlar kamuoyunu yanlış bilgilendirmektedirler. Keşke, Taarruz Çıkış Hattından çıkan birlikler taarruza başladıktan sonra, hemencecik hedefler ele geçebilse. Böyle bir şey olabilir mi? Askeri jargonla söyleyelim, önce ara hedefler, daha sonra ana hedefler ele geçirildikten sonra, ateş destek unsurları ve büyük bir hava destek harekâtıyla başarıdan faydalanma ve takip harekâtı icra edilebilir. Bu harekât için hedefin yeniden düzenlenmesi birliklerin yeniden tertiplenmesi gerekir. Heyhat ki, ne heyhat.
Harekâta iştirak eden kuvvetlerin bölgede soğuk, çamur ve PeKaKa olmak üzere üç düşmanı bulunmaktadır. Arazi ve hava koşulları gerçekten askerlerin tahammül sınırlarını zorlayan bir boyutta olduğunu hemen ilk önce söyleyelim. Kırmızı ve yapışkan killi toprak yağmurla beraber düşman olarak askerimizin karşısına dikilmiştir. 8-10 adımda ayakkabılar altında toplanan çamur adım atmanızı zorlaştırmaktadır. Bu konu zırhlı birlikler için daha da zorlaştırıcı bir unsurdur. Palet ile çamurluk arasına biriken çamur, araçları palet attıracak duruma sokmaktadır. Allah çocuklarımıza güç kuvvet versin. Palet atan bir aracın tekrar görevine dönmesi asgari bir buçuk saatlik bir zaman dilini kapsamaktadır. Atan bakla yerine yeni bir baklayla değiştirilmesi karlı havalarda zincir takmaktan beter bir işlemdir. Etimesgut Zırhlı Birlikler Okulu Gösteri ve Tatbikat Tabur Komutanlığı yaptığım için bu eziyeti çok iyi bilirim.
İkinci düşman soğuktur. Savaş Ay’ın programlarında görüldüğü gibi, variller içine ateş yakarak ısınmaya çalıştık, ama bunu cephede yapamazsın. Sigara bile içemezsin, sigara ateşi kilometrelerce öteden Laser Pointer (Lazer İşaretleyicisi) gibidir. Sigara içtin mi, canınla ödersin. Kanas’lı bir keskin nişancının kolay hedefi olursu. Bunları sizlerle paylaşırken, bundan 25 sene önce bir kış günü iç güvenlik harekâtı icra ederken dağda söylediğim sözler aklıma geldi, ayaklarım tatlı tatlı uyuşurken. Şöyle demiştim: “Ey büyük Allah’ım, ilk İnsanların neden ateşe taptıklarını şimdi daha iyi anlıyorum. “
Sonuç
Çok başarılı bir harekât olmasına karşın daha işin başlarındayız. Evet, taktik seviyede 24 kritik hedef ele geçirilmiş, operatif seviyede ara hedefler ele geçmek üzere, ama daha henüz stratejik ana hedeflerin çok uzağındayız. Elbette ABD ve Rusya için Türkiye’nin güvenliği onları hiç ilgilendirmemektedir; bu konuda Türkiye’nin rahatsızlıklarının giderilmesinin de yanında olmadıkları da halkımızın bilincinde yer etmeye başlamıştır. Açık söylemek gerekirse DAİŞ ile mücadele için her ikisi de Türkiye yerine terörist örgütleri tercih etmektedirler. Aslında Türkiye fazla bir şey istemiyor; “terörist” algılanmasında farklı düşünceler karmaşa yaratsa da terörden temizlenen bölgelerde “Yerel sosyal yapıyı dikkate alan bir sivil idare oluşturulması, bölgede temel hizmetlerin başarılı bir şekilde sunulması, istikrarın korunması ve genel olarak işleyen/istikrarlı bir yönetim modelinin oluşturulması” amacındadır. Osmanlıdan devraldığımız miras da budur.
Bütün bunlardan sonra demem o ki, İran daha düne kadar bir kazanan olurken, şimdi ortada görünmeyen İsrail her şeyin kazananı olmuştur. Bir Mossad yetkilisinin söylediği gibi” İsrail tarihinde ilk kez komşularımızda olup bitenlerden dolayı kimse bizi suçlamıyor, çok mutluyuz. İsrail’in düşmanları birbirini yiyor.” Demiştir. Durum bundan ibarettir, Sevgili Okurlar, bilmem anlatabildim mi?