Esat ARSLAN
Sevgili okurlar, geçen hafta sonunu sizlerin gözü ve kulağı olarak, zeytin dalı harekâtına katılan Mehmetçiklerimizle aynı havayı solumak için Suriye sınırının sıfır noktasında Hatay/Hassa’da geçirdim. Halkın, askerin coşkusunu görmek, bu coşkuyu iliklerime kadar duyumsayabilmek amacıyla onlarla birlikte yaşayabilmek için 8 Şubat Perşembe ve 9 Şubat gecesi A Haber’in “Memleket Meselesi” programına katıldım. Deneyimlerini, bilgilerimi geçmişten geleceğe yapılması gerekenleri paylaştım, bir anlamda 80 milyonla kucaklaştım. Size bir şey söyleyeyim mi, sahaya çıkmak bana kontrol edilemez bir heyecan veriyor, gittikçe çoğalan bir enerjim oluşuyor. Bunu hemen yanı başımda yegan yegan hissediyorum. Öyle bir coşku ki, program sonrası Hassa’dan başlayarak harekâta tahsisli hastaneleri dolaştım, trafik kazası geçiren Zeytin Dalı Gazileriyle hasret giderdim. Ateşli silah yaralanmaları doğrudan GATA’ya gönderiliyorlar. Hemen söyleyelim. Bu bölge “Zeytin Dalı Harekât Alanının Geri Bölgesi”… Normal ’de NATO talimnamelerine göre Harekât Bölgesinin tam da içi kabul edilir. Her türlü tehlikeye karşı bu bölgedeki sivil halk tahliye edilir, gerçekten de bu işin “olmazsa olmaz” kuralıdır. Düşünebiliyor musunuz, ülkemin güzel insanları bırakın tahliyeleri, hepsi dimdik ayakta bütün düşüncesi harekâta nasıl destek verebilirim, çevre ilçelerin Kaymakamları, illerin Valileri bütün imkânlarını nasıl seferber edebileceklerini kaygısını gösteriyorlar. Reklam olmasını istemedikleri için onlara söz verdiğim için buraya sadece harekâta eli öpülesi yaptıkları işlerin bazılarından bahsedeceğim.
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki: programda da üstüne basa basa söylediğim gibi, halk, Afrin’deki düşmana öyle PYD/YPG/QSD/KCK demiyor, doğrudan dümdüz benim söylediğim gibi “Suriye PeKaKa’sı” diyor. PeKeKe severler için söyleyeyim, halk tüm bu ABD desteğindeki örgütleri PKK’nın uzantısı, aynı amacı güden bir örgüt olarak betimliyor. Haberiniz olsun. Halk bu gerçeğin farkında ve harekâta müthiş destek verdiği gibi, Mustafa Denizli’nin tabiriyle söyleyeyim “İçimizdeki İrlandalılar”a pabuç bırakmıyor, onlara karşı yekvücut olmuş vaziyette. Üzülmeyin, içeriden çıkan çatlak seslerin, ihanete varan yaklaşımların hiçbir kıymet-i harbiyesi olmadığını burada ifade edelim. Halkımızın, “Afrin” yerine “Efrîn” diyenlere, İdare Merkezi İstanbul / Beyoğlu olan Suriye PeKaKasının borazanı “Demokrasi” adlı günlük gazetesi “Burası Kadıköy Burdan Cıkış YOK” dan mülhem, “Burası Çiyaye Kumenç”(Burası Kürdistan Dağları Burdan Cıkış YOK) ima edenlere karşı adeta bütünleşmiş, tek bir yumruk haline gelmiş olduğunu sizlerle paylaşayım. Evet, Sevgili Okurlar, işte sırf bu nedenle bu halkın önünde hiçbir güç ve de hiç kimse karşı duramaz. Silindir gibi ezer geçer, bu halk, kendisine güruh diyenlere inat. Bir tespitimi de sizinle paylaşayım, toplumumuzun alicenaplığı, sağduyusu, dikkati ve ilgisi her şeyin üzerinde. Kim ne derse desin, bu halk ne olup bittiğini, kimin kime hizmet ettiğini, kimin -mış gibi davrandığını, kimin gerçekçi olduğunu çok iyi biliyor ve gözünden hiçbir şey kaçmıyor.
Yayının yapıldığı alanda ciddi kalabalıklar var. Hassa’lılar her gece A Haber’i geçmişin “Siyaset Meydanı” gibi canlı izliyor, hatta yayın sonrası yorumcularla da oturup sohbet ediyor, onlarla birlikte çorba içerken düşüncelerini paylaşıyor. O soğukta, yağmurda yayın yapılırken bizleri yakından takip ediyorlar, onları kimsecikler çağırmadıkları halde, kendiliklerinden geliyorlar, sorumlu bir yurttaş gibi, kimin eli kimin cebinde olan bir coğrafyaya karşı tokat gibi bir duruş sergiliyorlar. Yüzlerdeki coşkuyu, top atışlarının duyulduğu sınırda en sahici ve net biçimde görmek her zaman için olasılı. Televizyonculukta aktüel kameraya karşı konuşmak esastır, onlardaki bu coşkuyu ve sıcaklığı görünce, yönetmenin ikazına rağmen onlara karşı konuşmayı yeğliyorum. İkincisi, duyduk duymadık demeyin, tüm Türkiye gibi, ABD’ye karşı bura halkında da ciddi bir tepki var, bütün bunların müsebbibinin ABD olduğunu düşünüyor ve haykırıyorlar. Doğrusu da bu. Halkımız inanılmaz bir biçimde ferasetli bir biçimde hareket ediyor. Dünyanın ve Türkiye’nin terör belasından kurtulabilmesi için bu tür harekâtları doğru buluyor ve destekliyor. Yukarıda söylediğim gibi, siyasetçilere inat, PYD ile PKK arasında hiçbir fark görmediğini ifade edelim. Kahvedeki, kafeteryadaki, lokantadaki halk, Zeytin Dalı Harekâtında birleşmiş, ittifak etmiş, bu iki iki daha dört gibi yalın bir gerçek. Oysa ki mayamızda, birinin siyah dediğine, karşı görüşte olanların beyaz dediği bir ortamın her zaman bulunmasına karşın. Yakından izliyorum, izliyorsunuz yakinen şahitsiniz. 15 Temmuz Darbe Girişimi, Kudüs çıkışı ve Zeytin Dalı Harekâtı hepimizi birleştirmekle kalmadı, bütünleştirdi de. İşte bu üç hareket de kamuoyunun neredeyse ittifak halinde tek sesle yanıt vermiş olduğunu görüyorsunuz. Artık çok seslilik yok, tek yüreklilik var. Devletin Bekası ve Milli Meseleler söz konusu olduğunda hangi etnik kökenden, hangi mezhepten, hangi siyasi partiden olursa olsun bu ülkenin insanları safları sıklaştırıyor ve omuz omuza veriyorlar. İşte bu birlik şuuru olduktan sonra, tehdit nereden gelirse gelsin, bu ülkenin birliğini ve dirliğini kimsenin bozamayacağına olan inancımız daha bir perçinleniyor.
Ertesi günü 9 Şubat Cuma günü Hassa’yı, Kırıkhan’ı, Hatay’ı dolaşırken şaşırdığımı itiraf etmek zorundayım. Şaşırdım çünkü sınırda çatışma sürerken, hatta sivillerin yaşadığı kent merkezlerine sık sık roket atışları yapılırken Antakya’nın hemen hemen her tarafında hayat tüm canlılığıyla devam ediyor. Hiç kimse bu toprakları bırakıp, gitmemiş, harekâtın başarılı olacağından o kadar eminler ki. Burada, roketli saldırılara, içeriden ve dışarıdan savrulan tehditlere meydan okuyan, inadına inadına sokağa çıkan bir halk, kepenklerini ardına kadar açan esnaf var… Herkes işine gücüne bakıyor ama bir yandan da kulağı Afrin’den gelecek bir acılı haberde, diğer kulağı da Ankara’dan gelecek Ankara merkezli eylem politikasında. Kimse “Ankara neden ağzımızın tadını bozdu, canım, bu harekât da nereden çıktı?” demiyor. Kimsenin bir yere gittiği yok. Tam tersine kent merkezinde yaşayanından köylüsüne hepsi aynı tepkiyi veriyor, en çok da kadınlar: “Her şey bizim gözlerimizin önünde cereyan ediyor, bunun yapılması gerekiyordu. Biz de en ufak bir tereddüt yok, biz hazırız ve neyle karşılaşacağımızı biliyoruz.”
Sınırın sıfır noktalarında dolaşıp, Mehmetçiğine yiyecek götüren, moral veren genç-yaşlı, kadın erkek birçok kamu görevlisiyle konuştum. Yozgat’tan gelen 41 kurban tekbirlerle kesiliyor, kimi kadın gönüllü olarak kavurma yapıyor, ya da pide-lahmacun yapılıp askere ve Özgür Suriye Ordusuna ulaştırılıyor. Buradaki anneler, “Mehmetçiklerin annelerine söyleyin, çocukları bizlere emanet, onlar bizim çocuklarımız, gözleri arkada kalmasın.” Şu dayanışmaya birliktelikliğe, bütünleşikliğe bakar mısınız?
Bu arada yeri gelmişken, A Haber’i kutlamak lazım, harekat başlar başlamaz yayın noktasını açtı ve bir anda dünya ile entegre oldu. Emeği geçenleri tebrik ediyorum. A Haber, harekâtın başladığı andan itibaren sıcak gelişmeleri, Zeytin Dalı Harekâtı’nı, harekâtla ilgili önemli gelişmeleri, bölgeyle doğrudan ilintisi olan, Astana ve Cenevre sürecine dâhil dünyanın siyasi merkezlerinin bakışını aktarıyor…Sağ olsunlar, varolsunlar.
Yeri gelmişken, şimdi de Zeytin Dalı Harekâtının görünmez kahramanlarından GATA mezunu harekâtın içindeki doktorlarımızdan bahsetmek istiyorum. Onları sizlerin adına can-ı gönülden kucaklıyorum. Harp psikozunu, savaş cerrahisini ve travmatolojisini bilen bu eli öpülesi aydınlarımız, hiçbir yeise kapılmadan, yüksünmeden ÖSO’nun, Mehmetçiğimizin hemen yanı başında, onunla birlikte hareket ediyorlar. Bütün bilgilerini onlar için harcıyor, ter döküyor, onların savaşına büyük katkılarda bulunuyorlar, kahramanlarımızın yanında 7/24 olmaya devam ediyorlar. Ben de 1994 yılında mayına basmış bir Güney Dağı Gazisi olarak bir kez daha söylüyorum ki, eğer bugün hayattaysam harp cerrahisini bilen ve harekât alanındaki doktorlarımızın himmetli çabaları sonucu hayattayım.
Bu nedenle, 1898 yılında II. Abdülhamit Han tarafından kurulan bir anlamda Askeri Sağlık Bilimleri Üniversitesi konumundaki GATA’nın kapatılması çok büyük bir talihsizlik olmuştur. Türkiye coğrafyası için, harp psikozunu, cerrahisini ve travmatolojisini bilen Askeri Hekimler her şeyden çok önemlidir. Birçok Hollywood yapımı Bir ve İkinci Dünya Harbi, Vietnam, Afganistan, Irak Suriye Savaşı filmleri görüyorsunuz. Örneğin harekât alanında aynı anda her iki kolundan ve her iki bacağımdan yaralanan bir Gazimizi düşünün, uzun süre kan kaybediyor, çatışma alanında askeri doktor olmasa yaşama şansı olabilir mi? Mümkünatı yok. Bir çok gazimiz yitirdikleri uzuvlarıyla yaşama tutundularsa onların sayesindedir. Sivil doktoru çatışma alanına götüremezsiniz, askerlik eğitiminden yoksun olduğu için onu oraya götürmek de etik değil… Ancak askeri doktor elinde silah sırtında ilk müdahale çantası yaralıya müdahale eder hayat kurtarabilir. Türkiye’de FETÖ’cü çıkmayan neredeyse hiç bir Tıp Fakültesi yok. Onlar içlerindeki FETÖ’cüleri ayıkladılar, görevlerine devam ediyorlar. Ama koskoca GATA, sağlık teknisyeni, hemşire, doktor, diş hekimi yetiştiren 118 yıllık şanlı bir eğitim kurumu FETÖ’cü çıktı diye kapatıldı. Ne söyleyebilirim ki, tek kelime ile yazık. Bütün bunlardan sonra demem o ki, GATA, özerk statüde Askeri Sağlık Bilimleri Üniversitesi adıyla tekrardan vakit geçirmeksizin açılmalıdır. Ayrıca Sağlık ya da Milli Savunma Bakanlığı bünyesinde askeri hastaneler tekrardan hayata geçirilmelidir. Unutmayalım, defolu üretim yaptı diye hiçbir fabrika kapatılmaz, benden söylemesi, ilerde bunu çok büyük acılarla öderiz.