Ziya Gökalp ve Milliyetçilik Fikri[i]
Ergin ULUSOY[ii]
1. Ziya Gökalp’in Hayatı ve Kişiliği
Ziya Gökalp, 23 Mart 1876 Perşembe günü Diyarbakır’da doğmuştur. Annesi Zeliha Hanım, babası Tevfik Efendidir. (Şehsuvaroğlu, 2003, s. 20) Tevfik Efendi, Diyarbakır Evrak Müdürlüğü, Nüfus Müdürlüğü, Vilayet İdare Meclisi azalığı gibi memuriyetlerde bulunmuş ve Diyarbekir Gazetesi başyazarı olmuştur. (Ünüvar, K., 2008, s. 28) Tevfik Bey, oğluna daima vatansever ve özgürlükçü olmasını öğütleyen; edebiyatı seven, Arapça ve Farsça dillerini bilen, divan edebiyatını ile uğraşan, özgür düşünceli bir kişiliktir. Ziya Gökalp’in özgeçmişine ilişkin yazılarından anlaşıldığına göre, öğrencilik hayatı üç etkinin altında kalmıştır: Biri, klasik okul öğrenimidir ki, ona Batının deneyli bilimlerini öğretmiştir. Öteki, o dönemde okuduğu Namık Kemal, Ziya Paşa gibi kişilerdir, kendisine vatanseverliği aşılamışlardır. Üçüncüsü, ona Doğu düşünürlerini tanıttıran amcası Hasip’tir. Gökalp, bu üç etkiyi kafasında uzlaştırabilme yeteneğini göstermiştir. Bu üç kültür kaynağını birleştirerek deneysel bilimli, doğu felsefeli, vatansever bir Türkçü olmuştur. (Şehsuvaroğlu, 2003, s. 20)
Amcası Hasib Efendi’den Arapça ve Farsça ile İslam felsefesi dersleri alan, okulda ise Dr. Yorgi’den tabii ilim dersleri okuyan Gökalp, bu yıllarda kendisini intihara sürükleyen bir inanç buhranı geçirmiştir. Abdullah Cevdet ile tanışması, Abdullah Cevdet’in Diyarbakır’a sürgün olarak gönderildiği bu zamana rastlar. Hatta intiharına Abdullah Cevdet ile girdiği fikir tartışmaları ve kendi inançları konusunda düştüğü çelişkinin sebep olduğu da söylenir. Abdullah Cevdet ile kurduğu yakın ilişki Gökalp’in Avrupa’nın organizmacı sosyolojisi ile ve materyalist felsefesiyle tanışmasını sağlamıştır. 1896’da İstanbul’a gelen ve Mülkiye Baytar Mekteb-i Alisi’ne kayıt yaptıran Ziya Gökalp, Abdullah Cevdet ile olan tanışıklığı vasıtasıyla İshak Sukuti, İbrahim Temo gibi isimlerle ilişki kurar ve İttihat ve Terakki Cemiyetine resmen katılır. Yine İstanbul’daki öğrenciliği sırasında Türkçülük hareketi ile ilişki kurar, Pantürkçü Hüzeyinzade Ali ile tanışır. Okulunun birinci ya da ikinci yılında şüphe üzerine tutuklanır. On ay Taşkışla’da, üç ay Zabitiye Tevkifhanesi’nde tutulduktan sonra Diyarbakır’a sürülür. Burada amcasının kzıı ile evlenir. Ticaret Odası fahri kâtipliği, Vilayet İdare Meclisi Zabıt Kâtipliği, gibi görevlerde bulunur ve Diyarbekir Gazetesi’ne yazılar yazar. II. Meşrutiyet’in ilanından sonra İttihat ve Terakki’nin Diyarbakır şubesinin kurulmasına öncülük eder. (Şehsuvaroğlu, 2003, s. 28-30)
Ziya Gökalp, 1908’de İttihat ve Terakki’nin Diyarbakır, Van ve Bitlis heyetlerinin müfettişliğine atanmıştır. 1909 yılında Darülfünun’da hocalık yapmak üzere İstanbul’a gelen Gökalp; orada birkaç ay kalmış, yeterli ücret alamadığı için tekrar Diyarbakır’a dönerek, “Peyman” gazetesini çıkarmaya başlamıştır. 1909 yılının son aylarında ise İttihat ve Terakki tarafından Selanik’e gönderilmiştir. (Nüzhet, A., 1931, s. 47) Ziya Gökalp, 1912’de ailesi ile birlikte bir kez daha İstanbul’a yerleşmiştir. (Tanyu, 1981, s. 75) Bu dönemden itibaren düşüncelerini ve çalışmalarını Türkçülük etrafında şekillendiren Gökalp, aynı zamanda hayatının en yaratıcı dönemini de yaşamıştır. 1913 ve 1914 yıllarında kendisine teklif edilen Maarif Nazırlığı (Milli Eğitim Bakanlığı) görevini kabul etmemiş, Edebiyat Fakültesinde İctimaiyyat Müderrisliği (Sosyoloji Hocalığı) görevine devam etmiştir. Bu göreviyle birlikte Gökalp, İstanbul Üniversitesi’nde ilk sosyoloji profesörü olmuştur. 1919 yılının Ocak ayında, ‘asayişi bozma ve Ermenilere zor kullanma’ iddiasıyla Divan-ı Harp’te (askeri mahkeme) idam cezası ile yargılanan Gökalp, idam cezası almamış, ancak Malta’ya sürülmüştür. Malta’da çok sıkıntılı bir yaşam süren Gökalp, sürgün döneminde çalışmalarına bir süre ara vermek zorunda kalmıştır. 30 Nisan 1921’de Kars Savaşında esir alınan İngilizlerin karşılığında Malta’da esir Türklerin serbest bırakılması ile birlikte Yurda dönerek Diyarbakır’a yerleşmiştir. (Gürsoy, Ş.; Çapcıoğlu, İ., 2006, s. 92)
1922’de Muallim Mekteb’inde (Eğitim Fakültesi) felsefe dersleri vermeye başlayan Gökalp, bir taraftan da dergi çıkarma çalışmalarına devam etmiştir. Bu dönemde, Ahmet Ağaoğlu’nun desteği ile “Küçük Mecmua” dergisini çıkarmıştır. Derginin ilk sayısında, tarihi, kültürel, dinsel ve coğrafi birliktelikleri nedeniyle Türkler ve Kürtlerin birbirlerini sevmelerini bir zorunluluk olarak kabul ettiği “Türkler ve Kürtler” adlı makalesini kaleme almıştır. (Nüzhet, A., 1931, S. 166-167)
1923 yılında Telif ve Tercüme Encümeni Reisliği’ne (Kültürel Yayınlar Dairesi Müdürlüğü) getirilen Ziya Gökalp; aynı yıl, Türkçülüğün Esasları isimli ünlü eserini yayınlamıştır. 11 Ağustos 1923 tarihinde Diyarbakır’dan Milletvekili seçilen Gökalp; bilimsel, kültürel ve eğitim çalışmalarına ara vermiş gibi görünse de, yine bu dönemde de kültürel ve düşünsel çalışmalarına devam etmiştir. Bu bağlamda, “Yeni Türkiye” dergisini çıkarmış, anayasanın hazırlanmasına yardım etmiş, Türk Medeniyeti Tarihi’ni tamamlamaya çalışmış (Tuncay, H., 1978, S. 61) ve Türk dili çalışmalarına katkılarda bulunmuştur. Bu süreçte Gökalp, milli edebiyatın geliştirilmesi yönünde de çaba harcamıştır. Yine, Yeni Türkiye’nin Hedefleri isimli eserini de bu dönemde yayınlamıştır. Hastalandığı dönemde de Türk Medeniyeti Tarihi ve Çınaraltı isimli çalışmalarını sürdürmüş; hatta tedavi için İstanbul’a, Maarif Vekâleti’nden (Milli Eğitim Bakanlığı) Türk Medeniyeti Tarihi’nin basımı için aldığı avansla gidebilmiştir. 1924 yılı başlarında rahatsızlanan Gökalp, 25 Ekim 1924 tarihinde vefat etmiştir. (Tanyu, H.,1981, S. 156-161)
Ziya Gökalp, içe dönük, sakin ve kendi halinde bir kişiliğe sahiptir. Ancak diğer taraftan oldukça idealist, kararlı ve mücadeleci bir yapısı da vardır. Oldukça güçlü bir analitik düşünce yeteneğine sahip olan Gökalp, entelektüel bir Türk milliyetçisi portresi çizmektedir. Hayatı boyunca fikirleri nedeniyle birçok kovuşturma, hapis ve sürgün cezasıyla karşılaşan Ziya Gökalp, ne olursa olsun ideallerinden ve fikirlerinden ödün vermemiştir. Bu durum yukarıda bahsedilen kişilik özelliklerinin ne denli kuvvetli şekilde varlık bulduğunu göstermektedir.
O kadardır ki, Gökalp, gençlik döneminde, Sultana karşı söz söylemek ve eylemde bulunmaktan çekinmediği gibi, önemli düşünsel yakınlıklara rağmen, Meclise girdiği dönemde Atatürk’e de çok yakın olma gereği duymamıştır. Gökalp’in yaşamı hep sosyal ve siyasal mücadeleler ile dolu olarak geçmiştir. Ziya Gökalp’in en güçlü yönlerinden biri de, hiç kuşku yok ki; onun hayal gücüdür. Gökalp’i, düşünce insanı, maneviyatçı, toplumsal ve ahlaki konularda eylem adamı ve şair yapan çoğunlukla bu yüksek hayal ve düşünebilme gücü olmuştur diyebiliriz. (Gürsoy, Ş.; Çapcıoğlu, İ., 2006, s. 93)
2. Gökalp’in Dine ve İslâm’a Bakışı
Gökalp, geleneksel bir ruh içinde eğitilmiş olduğu için ilk görüşleri din tarafından oluşturulmuştur. Ancak bir yandan sufizmin diğer yandan rasyonalizmin etkisiyle katı İslamiyet’in inançlarından ve yükümlülüklerinden kaçmıştır. Bazı dinsel yükümlülüklerini rasyonalize edebilmiştir. Rasyonalize edemediklerini de dış görüntü olarak korumakla birlikte, yeni bir anlam vermeye çalışmıştır. (Heyd, 1979, s.97)
Öte yandan, Gökalp’ in din düşüncesinin Osmanlı İmparatorluğu’nun sancılı çöküş sürecinden bir ulus devlet olarak ortaya çıkan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulma ve yapılanma sürecinde yaşamış olmasının izleri de açıkça görülmektedir.
Bu bağlamda, 1923 ‘de yazdığı ve çoğu kimsenin yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin programı kabul edilen “Türkçülüğün Esasları”na bakıldığında, Türklükte din meselesi onun için bir dil meselesinden ibarettir. Bu nedenledir ki, Gökalp, din kitapları ve hutbelerle vaa’zların Türkçe olmasını anlamaktadır. Bu düşüncesiyle, Ziya Gökalp’i Cumhuriyet devrinin laik inkılâpçılarından ve hatta dinde reform yapmak isteyen dindışı aydınlardan ayırt etmek çok güçtür.” (Güngör, E., 1996, s. 51) O, bu şartlar altında dini varoluşsal bir öğe olarak görmüş olmasına rağmen, O’nun çizgisi dikkatlice incelendiğinde dinin tonunun düştüğü ve dini araçsal kullandığı şeklindeki ithamlara hedef olduğu görünmektedir.
Gökalp’in dine olan yaklaşımı konusunda tartışmalar bugün dahi varlığını korumaktadır. Bunun nedeni olarak Ziya Gökalp’in ne felsefi, ne dini ve ne de metafizik alandaki düşüncelerini çekinmeden açık şekilde ifade etmesi görülebilir. Gökalp’in dini alandaki düşünceleri ve meselelere yaklaşımı onun kişiliğinin en önemli bir özelliğinin yansıması olarak tasavvufi düşünce ile rasyonalist ve pozitivist düşünceden de etkilendiği ve bu farklı akımları sentezlediği gibi bir sonuca ulaşmamıza yol açmaktadır.
Ziya Gökalp’in genel olarak dine yaklaşımı konusundaki en toparlayıcı ve net tespit ise Kazım Nami Duru’ya aittir. Duru bu konuda şöyle demektedir: O cemiyetin canlı inanışlarını, yapışlarını gerçek din olarak tanırdı. Ne medreselerin ‘nakliyatını’, ne koca karıların ‘eski mitoloji artığı’ inanışlarını din sayardı. Batıla inanmazdı, gerçek ‘realiteyi’ görürdü. Onun için aşkın, kutsal duygular dindi. (Duru, K. N., 1975, s. 39) Duru’nun bu tespiti Ziya Gökalp’in nasıl rasyonalist bir anlayışa sahip olduğunu ve bunu dini alanda da nasıl bozmadan devam ettirdiğini ortaya koyması bakımından önemlidir.
Öte yandan Gökalp, İslamiyet’i ise diğer dinlerdeki gibi toplumsal ortam içinde değişebilen bir olgu olarak görmektedir. İslam dinini diğer dinlerdeki benzerliklerle açıklamaya çalışması, İslam fanatizmin yoğun olduğu o dönemde oldukça cesur bir davranıştır. Atatürk’ün dine karşı tutumu olmasaydı, Gökalp, dinsel reform hareketinin başlatıcısı olabilirdi. (Heyd, 1979, s. 97)
Diğer yandan spesifik olarak Ziya Gökalp’in din alanına yönelik olarak gündemine aldığı asıl odak noktası ise, dinin ve bu minvalde de İslam’ın süreç içerisinde modernleşen toplum hayatındaki yerine ve işlevine ilişkindir. Zira modern Türkiye Cumhuriyetinde İslam’ın konumu ve işlevi önemli olacaktır.
Gökalp’in klasik İslam anlayışını modernleştirmek amacıyla öne sürdüğü öneriler ve savunduğu düşünceler; onun kurumsal anlamda dini hukuki ve siyasal kurallarından arındırılmış bir genel ahlak sistemi olarak değerlendirdiğini göstermektedir. Bu bakımdan Gökalp’in düşün evreninde İslamiyet, ahlaki ve normatif bir toplumsal sistemdir. Bu yargımızı kuvvetlendirmek adına, Şerif Mardin’in de “Gökalp’i ilgilendiren, İslamiyet’in teolojisi değil, toplumsal işlevidir.” Görüşünü hatırlatmak önemlidir.
Dönem itibarıyla içerden ve dışarıdan yükselen ve kurumsallaşmaya çalışan, İslam’ın ilerlemeye engel olduğu, Müslümanlığın modern sosyal prensiplerle bağdaşmadığı iddialarına karşı Ziya Gökalp birçok yazısında İslamiyet’in ilerlemeye asla engel olmadığı, İslamiyet’in modern ve ilmi, akli bir din olduğu konusu üzerinde ısrarla durmuştur.
Özellikle “İslamiyet ve Asrı Medeniyet” adlı makalesinde bu konuyu uzun uzun ele alan Gökalp, Hıristiyanlığın bile ancak İslamiyet’in esaslarına yaklaşmak suretiyle medenileşebildiğini ispata çalışmaktadır. Ve dinin gereği gibi anlaşılmasını da bu toplumların ilerlemesinde eşdeğer tutmaktadır. Gökalp’e göre “Türk fikir adamları Türklüğü inkâr ederek, dinler arası bir Osmanlıcılık hayal ettikleri zaman İslamlaşmak gereğini duymuyorlardı. Hâlbuki Türkleşmek mefkûresi doğar doğmaz İslamlaşmak ihtiyacı duyulmaya başladı.”
Ayrıca, Ziya Gökalp sık sık şunu da tekrar etmektedir: “Türkleşmek, İslamlaşmak ülküler arasında bir çatışma olmadığını söylemiştik. Bunlarla çağdaşlaşma ihtiyacı arasında da bir çatışma yoktur. Şu farkla, her birinin etki alanlarının sınırlarını belirleyerek bu üç gayenin üçünü de kabul etmeliyiz; daha doğrusu bunların bir ihtiyacın üç ayrı noktadan görünüş biçimleri olduğunu anlayarak “çağdaş bir İslam Türlüğü” yaratmalıyız. Kaldı ki, ona göre; söz konusu üç akım aynı ihtiyaçtan doğmuştur.
Bütün bunların ışığında Gökalp’in, devleti ayakta tutabilmek için İslamcılık siyasetinden ayrılmadan, Türkçülük siyaseti izlemeyi amaç edindiği, imparatorluğa kazandırmak istediği kültür düzeninde bir ikiliğin göze çarptığı sonucunu çıkartmak mümkündür. Yine bu bağlamda onun benimsediği İslam anlayışının siyasi bir İslamcılık değil; Türkçülüğün yardımcısı olan bir mefkûre olduğu sonucu da ortadadır.
Ziya Gökalp çağdaş bati medeniyetine katılabilmek için dinle medeniyetin ayrılması gerektiğini savunmuş ve fıkıhla ilgili nazariyesine dayanarak dinde de reforma yönelmiştir. Onun bu konudaki amaçlarını iki madde altında toplamak mümkündür:
- Din ile devleti ayırıp, İslamiyet’in siyasi ve toplumsal hayat üzerindeki egemenliğini sona erdirmek.
- Din ile doğu medeniyetini ayırarak, İslam’ın temel değerleri ile Avrupa medeniyetini ve Türk milli harsını birlikte yaşatmak.
Gökalp’e göre; kendi yaşamlarını kendisi yapmayan ve onları Tanrının emirleri sayan hiçbir devletin güçleri de egemen olamaz. Onun bu görüşü, devletin yapısında temel ve köklü değişiklikler yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Kanun yapma hakkı devlete verileceğine göre, devlet kanunlarının şeriat kanunlarına uyup uymadığını belirleyen şeyhülislam, vekiller heyetinden çıkartılacak, sadece iman ile ibadete ait törenlerle sınırlandırılacaktır. Şeyhülislam da diğer bütün müftüler gibi ulemadan olmalı ve siyasi bakımlara karşı bağımsız kalmalıdır.
3. Gökalp’in Modernleşmeye Bakışı
Ziya Gökalp’e göre; “muasırlaşmak, şekil ve yasayış yönü Avrupalılara benzemek demek değildir. Ne zaman ki bilgi ve sanayi mallarını Avrupa’dan alma zorunluluğundan kurtuluruz, işte o zaman çağdaşlaşmış olduğumuzu anlarız.” “Çağdaş olma ihtiyacı, bize Avrupa’dan yalnız bilimsel ve pratik aletlerle tekniğin aktarılmasını emrediyor. Avrupa’da dinden ve milliyetten doğan, bizde de bu kaynaklardan araştırılması gereken bir takim manevi kaynaklarımız vardır ki, bunların da aletler ve teknikler gibi batıdan aktarılması gerekmez.” (Gökalp, Z., 1976, s. 15)
Görüldüğü gibi Gökalp, Batı’yı tek boyutu olan bir olgu değil ihtiyatla yaklaşılması gereken bir olgu olarak görmektedir. O, bu hassasiyetini “Küçük Mecmua” da yayımladığı makalesinde şöyle dile getirmektedir: “Garp meselesinin iki safhası vardır: Siyasi garp meselesi, Medeni garp meselesi. Avrupalılara karşı daima aldanmamızın sebebi, medeni Avrupa ile siyasi Avrupa’yı birbirine karıştırmamızdır. …Medeni Avrupa’ya karşı duyduğumuz hürmet ve itimat hislerini, zinhar siyasi Avrupa’ya karşı duymamalıyız.” (Gökalp, Z., 1922, s. 22) Onun modernleşmeye karşı mesafeli yaklaşımı önem arz etmektedir. Planlı, programlı neler yaptığını ve neler istediğini bilen bilinçli bir modernleşme projesine karşı olumsuz bir kanaat olması mümkün değildir.
Ziya Gökalp, Tanzimatçıların Batılılaşma sürecini hiçbir bilimsel ve felsefi bir temele dayandırmadan. Sadece görünüşte yer alan şekliyle gerçekleştirmeye çalıştıkları eleştirisini getirerek Tanzimat dönemi batılılaşmasına karşı olduğunu belirtir ve bu yüzden Tanzimatçıları suçlar. Ona göre batılaşma hareketinin temeli milli kültüre dayanır. Kültür gibi Batılılaşma da millet olma yeteneğine kavuşmanın zorunlu bir şartıdır. Bu bakımdan nasıl Gökalp’te kültür-medeniyet arasında bir ilişki varsa, aynı şekilde medeniyet ile Batılılaşma arasında yakın bir ilişki vardır. Yani batılılaşma medeniyet biçimidir ve medeniyetler tek tip değil, farklıdırlar. Medeniyetlerin de milletler gibi kendilerine özgü tarihleri vardır, belirli bir yer ve zaman içinde doğar, yaşar ve ölürler, medeniyet milletler arasıdır. (Akyul, N., 2007, s. 87)
Zaten, Ziya Gökalp modernleşmeyi yalnızca bilimsel alanda sınırlandırılabilecek bir mevhum değildir. O, modernleşmeyi bir medenileşmek projesi olarak görmüştür. Bu doğrultuda Türk milletinin çağdaş medeniyet düzeyine ulaşabilmesi için başta aile olmak üzere dil, din, ahlak, hukuk, iktisat, siyaset, felsefe ve estetik gibi pek çok alanda bütüncül ve yapısal bir değişmenin ve yenileşmenin gerekliliğini savunmuştur. Bu fikirleri onun düşünce yapısının ve Türkçülük programının temel unsurlarındandır. Ziya Gökalp’e göre; Bat medeniyetinin gelişimine paralel olarak hemen her yerde, doğu medeniyetinin boşalttığı alanları kaplaması ve onun yerini alması sosyolojik ve tarihsel açıdan kaçınılmaz bir sonuç olunca, ülkemizde de bu değişim gelişmesi bir zorunluluk halini almıştır.
Öte yandan Gökalp’in üzerinde durduğu ve büyük önem verdiği diğer bir kavram ise hars yani kültürdür. Gökalp harsı medeniyet ile birlikte işler. Ona göre medeniyet modernleşme ile değişir ve yenilenirken, kültür milletin kendine has özelliklerini ve vurgularını korumasını, hâkim kültür kaynaklı modernleşmenin yaratacağı bozulmanın veya asimilasyonunun yol açacağı olumsuzlukların önüne geçilmesini sağlamaktadır.
Ona göre, hars millidir, medeniyet beynelmileldir. Medeniyetin beynelmilel özelliklerinden dolayı, ilim, sanat ve teknik müteşekkildir. Hars ise milli olması itibarıyla güzel sanatların, ahlakın ve hukukun temelidir.
Medeniyet bir milletten başkasına geçebilir fakat hars için aynı durum geçerli değildir. Bir millet, medeniyetini değiştirebilir fakat harsını değiştiremez. (Gökalp, Z., 1976, s. 20)
Ona göre; ” her kavmin iptida yalnız harsı vardır. Bir kavim harsen yükseldikçe, siyasetçe de yükselerek kuvvetli bir devlet vücuda getirir. Diğer taraftan da harsın yükselmesinden medeniyet doğmaya başlar. Medeniyet, iptidai milli harstan doğduğu halde, bilahare komşu milletlerin medeniyetinden de birçok müesseseler alır. Fakat bir cemiyetin medeniyetinde fazla bir inkişafın süratle husuli murizdir. Harsı kuvvetli fakat medeniyeti zayıf bir milletle, harsı bozulmuş fakat medeniyeti yüksek bir millet, siyasi mücadeleye girince harsı kuvvetli olan millet daima galip gelmiştir. Mesela eski Mısırlılar, medeniyette yükselince harsları bozulmaya başladı. O zaman yeni doğan Fars devleti ise medeniyette henüz geri olmakla beraber kuvvetli bir harsa malikti. Bu sebeple, Farsiler, Mısırlıları mağlup ettiler.” (Gökalp, Z., 1961, s. 27)
Bu bağlamda konuyu bağlamak adına diyebiliriz ki; Gökalp göre hars, endüstrileşmenin getirebileceği toplumsal parçalanmaya karşı millet açısından en önemli birleştiricidir. Ayrıca hars, Batı medeniyetine mensup diğer milletlerden Türkleri farklılaştıran en önemli öğedir. Gökalp’in harsı tanımlayış tarzı, Comte-Durkheim çizgisindeki pozitivist eğilimin ‘toplumsal düzensizlikten’ kaçınma kaygılarını hatırlatmaktadır. Comte, toplumsal düzeni sağlayan Hıristiyanlığın endüstrileşme ile beraber etkisini yitirmesiyle ortaya çıkan ‘düzensizlik’ üzerine kafa yormuş, bu düzensizliğin ancak yeni bir din olan ‘sosyoloji’nin toplumsal düzeni sağlamasıyla aşılabileceğini savunmuştur. Durkheim de nostaljik bir tutumla endüstrileşmenin toplumsal bütünleşmeyi sağlayan dini sarstığını, bu sarsılmayla ‘anomi’ denen kaotik durumun ortaya çıktığını belirtir. (Karadaş, Y., 2006, s. 112-113)
4. Gökalp’te Siyaset ve Türkçülük Düşüncesi
Ziya Gökalp, Osmanlı’nın yaşadığı buhranlı dönemin düşünürü ve siyaset adamıdır. Onun bu ikili yönü tüm yazılarına sinmiştir. Sosyolojiyi bir bilim olarak algılaması, etkilendiği Batılı yazarların düşüncelerinde tercih ettiği noktalar, onları yorumlayış tarzı hep siyasi yönelimleriyle bağlantılıdır. Yaptığı sosyolojik analizlerin hemen hepsinde siyasal ihtiyaçların izleri görülür. Balkan Harbi öncesi ve sonrasındaki siyasal bunalım ve yönetici kesimin tavır değişiklikleri, Dünya Savaşı’nın yarattığı gerilimler, Arap tebaanın devletten bağımsızlığını kazanması ve en nihayetinde Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’in kurulması sürecindeki siyasal ortam, Gökalp’in polemik türü veya bilimsel yazılarında yoğun bir şekilde hissedilir. Bu nedenle bazı yazarlar onu tutarsızlıkla suçlarlar. (Heyd, 1979, s. 9)
Oysa Gökalp’in düşüncelerindeki değişiklikler ve tutarsızlıklar dönemi içerisinde değerlendirildiğinde sebepleri açık şekilde anlaşılmaktadır. Balkan Harbi’nin yarattığı sarsıntı ile başlayan ve genelde de çözülme süreci olarak nitelendirebileceğimiz süreç, Osmanlı’nın tümünde ve her alanda etkili olmuş; Gökalp’te de görülen değişimlere ve arayıştan kaynaklanan çelişkilere yoğun olarak sahne olmuştur. Bu bağlamda başlangıçta Osmanlılık yönü ağır basan Gökalp, süreç içerisinde tam da dünyanın yaşadığı düşünsel ve algısal değişim ve dönüşüme paralel bir şekilde yönünü Türkçülükten yana çevirmiştir. (Karadaş, Y., 2006, s. 7)
Diğer taraftan millet ve hürriyet kavramları da Ziya Gökalp’in siyasal yaşamında oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Bu iki kavram aynı zamanda ailesinden başlayan bir kültürün ve kişiliğinin de yansımasıdır. Bu nedenle tüm bir siyasal hayatının ve düşünce dünyasının temelleri bu iki mefkure üzerine kuruludur. (Karadaş, Y., 2006, s. 8)
Millet ve hürriyet, esasen, dönem itibarıyla Jön Türk’lerin büyük bir kesiminde görülen ve istibdat sonrasında hayat bulacak kavramlardır. Hürriyet-millet kavramlarının Gökalp’teki yeri ile Jön Türkler’deki yeri ve önemi, Gökalp’i Jön Türklere yakınlaştırmış, sonraki dönemlerde ise İttihat ve Terakki’ye katılımını ve onun İdare-i Umumiye üyesi olmasını sağlamıştır. Ancak ne var ki, siyasi açıdan bu iki temel kavram bağlantılı oldukları fikirlerin kıymeti ve önemine rağmen, Türklere has bir gelenekle “devletin bekası” fikrine kurban edilmiştir.
Dolayısıyla, Ziya Gökalp’in İlk dönemlerinde meylettiğini ifade ettiğimiz Osmanlılık düşüncesi ile ki, bu düşünce Gökalp’te ümmetçilik olarak değil, İslamcılık düşüncelerine eğilim şeklinde görülmektedir, milliyetçilik anlayışı ile modern ulus-devletin ve yeni Cumhuriyetin kurucu iradesinin benimsediği milliyetçilik anlayışları arasında büyük bir örtüşme olduğunu söylemek mümkündür.
Gökalp’e göre, milleti oluşturan değerlerin başında dil birliği, kültürel paylaşım ve din gelmektedir. (Gökalp, Z., 1950, s. 50-51) Bir başka ifadeyle Gökalp, bir kültür milliyetçiliğini öngörmekte, millet olabilmek için etnik ayrıştırmalara ilgi göstermemektedir. Buna, Gökalp, ‘kültür milliyetçiliği’ adını vermektedir. Böylece Gökalp, dünya ve coğrafi gerçeklere uygun bir millet tanımlamasına gitmektedir. Cumhuriyetin kurucu iradesi tarafından benimsenen Gökalp’in bu milliyet(çilik) yaklaşımı, başta Birleşik Amerika olmak üzere, çağdaş toplumlarda da varlık ve önemini devam ettirmektedir. Yer yer öne çıkarılan etniklik ve yerellikle, ulus olgusu ve uluslaşma bilincinin birbirinden çok farklı şeyler olduğunun açık olarak vurgulandığı günümüzde; Gökalp’in ortaya koyduğu ulus tanımlamasının geçerliği daha iyi anlaşılır olmaktadır. (Gürsoy, Ş.; Çapcıoğlu, İ. 2006, )
Ziya Gökalp’in, ulus olmanın gereklerinden biri olarak belirttiği din birliği ile dindaşlığa dayanan birlik birbirinden farklıdır ve zaten Gökalp; ‘ümmet’ olarak tanımlanan dindaşlık birlikteliğine de karşıdır. (Heyd, U., 2002, s. 54) Ona göre; din, birbirinden farklı coğrafyalarda, farklı kültür dünyalarında ve değişik toplumlarda aynı olabilir; ancak, millet olmak için din birlikteliğinden başka kültür ve dil birliği de gerekmektedir ki; kültür birlikteliği için ortak toplumsal deneyimler, paylaşımlar, duyuş ve düşünüşlere ihtiyaç vardır. Bu çerçevede; din dilinin de Türkçeleşmesi gerektiğini savunan Gökalp’in bu yaklaşımı, Cumhuriyet’in kuruluşunu takip eden ilk onlu yıllarda bir dönem yaşama da geçmiştir. Merkezi bir din hizmetleri idaresinin kurulmasında (Diyanet İşleri Başkanlığı) olduğu gibi, birçok Cumhuriyet kurumunun yanı sıra, siyasal, kültürel ve dinsel uygulamaların ortaya çıkışında da yine Gökalp’in etkilerinin olduğu muhakkaktır. (www.bilimarastirmavakfi.org/html2/yayinlar/cumhuriyetcilik.html e.t. 08.03.2012)
Ziya Gökalp düşüncesinde, Türkçülük ayrı bir yere sahiptir. Zira, Gökalp’in çalışmaları hep Türk toplumunun geçmişi, günü (kendi dönemi) ve geleceği ile Türk dili ve Türk kültürü üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu duygu ve düşüncelerle O, bilimsel, ahlaki, kültürel ve felsefi bir Türkçülük anlayışı ortaya koymuştur. (Nüzhet, A., 1931, s. 120-134) Gökalp’in 1908 yılından sonra Türk Milliyetçileri arasına katılması ile ulusçuluk bir sistem haline gelmiştir. Bilimsel bir Türkçülük ortaya koyan Gökalp, Türkçülüğün Esasları’nda Türkçülüğü “Türkçülük, Türk milletini yükseltmektir” diye tarif etmiştir. (Gökalp, Z., 1972, s. 16) Ona göre Türkçülüğün yakın ve uzak olmak üzere iki hedefi vardır. Yakını ‘Oğuz ya da Türkmen Birliği’; uzağı ise ‘Turan’dır. (Tuncay, H., 1978, s. 89) Türkçülüğünün ülküsünü de ‘Türkiyecilik’, ’Oğuzculuk ya da Türkmencilik’ ve ‘Turancılık’ olarak üç ana bölüme ayıran Gökalp, Cumhuriyetin ilanından sonra son ikisinden vazgeçmiş ve ülkünün ‘Türkiyecilik’ olduğunu belirtmiştir. Türk toplumu için uygun gördüğü Türkçülük ise toplumsal Türkçülük olmuştur. Onun Türkçülüğünde, halka doğru gitmek ayrı bir öneme sahiptir. Halka hem ondan hars almak hem de medeniyet götürmek için gidilir. (Gökalp, Z., 1972, s. 41-42; Nüzhet, A., 1931, s.134)
Yoğun bir şekilde kültür milliyetçiliği vurgusu yapan Gökalp, etnik milliyetçiliğe/ırkçılığa karşı bir düşünce yapısına sahip olmuştur. Ona göre, toplumların karakterleri kalıtımsal değil, kültür ve eğitim yoluyla şekillenmektedir. Gökalp’in ırkçılığa karşı oluşu, düşünsel ve sosyal gerçeklikle bir iç içeliğe sahiptir. (Heyd, U., 2002, s. 53-54) Gökalp bu yargıya, toplumların, özellikle Türk toplumunun yapısını ve sosyal gerçekliklerini değerlendirerek varmıştır. Ziya Gökalp’in Cumhuriyet ve demokrasi düşüncelerinde de bir değişme süreci söz konusudur. Padişah aleyhine yürüttüğü söylemlerini meşrutiyetin ilanıyla birlikte askıya alan Gökalp, savaş dönemlerinde de vatan ve dinin selameti için Halife Sultana dualarda bulunmuştur. (Heyd, U., 2002, s. 140)
Öte yandan Gökalp, kültürel manada özgürlükçü bir yapıyı savunsa da, siyasal iktidarın meşrulaştırılmasında Türk devlet geleneğinde var olan “güvenlik”çi ve “iktidar” odaklı yönetim anlayışını sürdürmüş bir düşünür olarak karşımıza çıkmaktadır. O’nun “siyasal partiler”, “seçim”, “kamuoyu-kamu ruhu”, “iktidar-muhalefet”, “seçkinler”, “meşruiyet” kavramlarına ilişkin ortaya koyduğu yaklaşımlarda söz konusu “iktidar odaklı” tavrın izini görmek mümkündür. Bu tavır onu da, Meşruiyet ve Cumhuriyet’in ilk dönem aydınları gibi “devletçi” kılmaktadır. Gökalp bu “meşruiyet” yaklaşımıyla bir anlamda Türk devlet geleneğinin merkeziyetçi anlayışını da devam ettirmiş olmaktadır. (Yiğit, M. 2006, s. 1)
Gökalp’in yenilikçi yönünü, toplumdaki değişimi görmesi ve bu konudaki düşüncelerini sistemleştirmeye çalışmasının yanı sıra kendi düşüncelerindeki evrimde de görmekteyiz. Ancak Gökalp’in fikirlerinin bütünüyle ele alınmaması, eserleri arasındaki düşünsel bağlantının görülmemesi yanlış anlaşılmalara yol açmıştır. Bir imparatorluk çağında toplum, sosyal bir devrim beklerken, sözünü ettiğimiz çözülme ve kurulma olayına yön vermek isteyen Gökalp’in gerçek kişiliğinin ve düşüncelerinin ortaya konması, onun ancak yaşadığı dönemin şartları içinde, düşünce sisteminin bir bütün olarak analiz edilmesi ile sağlanacaktır. Ziya Gökalp’in ortaya koyduğu siyaset felsefesi yalnızca Türkiye’nin düşünce tarihine, toplumsal, siyasal ve kültürel yaşamına etki etmekle kalmamış, aynı zamanda yaşadığı dönemde yazdığı yazılarla devrinin aydınlarını ve siyasetini de geniş ölçüde etkilemiştir. (Yiğit, M. 2006, s. 1)
Gökalp’in etkisi sadece yaşadığı dönemle de sınırlı değildir. Günümüzde toplumumuzun hala kimlik arayışını tamamlayamamış olması ve bu tartışmaların yoğun bir biçimde sürüyor olması Gökalp’i güncel ve etkili kılmaktadır. Bu konuda Baykan Sezer’in görüşleri oldukça ilgi çekicidir. Sezer’e göre, “Tarihimizin en önemli günlerinde, yeni bir kimlik arayışımız sırasında yüklendiği çeşitli görevleri nedeniyle toplumda bulunduğu yer sonucu Ziya Gökalp, sorunlarımızı gerçek boyutlarıyla kavrayabilmek imkânını bulacaktır ve bugün de toplumumuzun bu yeni kimlik arayışının dışına çıkamamış bulunması, Ziya Gökalp’in günümüzde önem ve etkinliğinin sürmesine yol açacaktır”. (Baykan, S., 1986, s. 19)
Gökalp, bir düşünür ve eylem adamı olmanın yanı sıra, bir ideologdur. Gökalp, hem yasadığı dönemdeki siyasi oluşumları etkilemiş, hem de Cumhuriyet rejimine dayalı yeni bir ulus-devlet yaratma ve devletin ideolojisinin oluşturulması sürecinde Mustafa Kemal’e yol gösterici olmuştur. Hatta Gökalp’in 1923 yılında yazdığı “Türkçülüğün Esasları” adlı eserinin Cumhuriyet Türkiye’sinin temel ideolojisini biçimlendirdiğini iddia eden görüşler azımsanmayacak derecededir. Gökalp’in ortaya koyduğu soyut fikirlerin büyük bir kısmı, Atatürk devrinde pratiğe aktarılarak yasama geçirilmiştir. (Yiğit, M. 2006, s. 2)
KAYNAKLAR
Nüzhet, A. (1931) Ziya Gökalp’in Hayatı ve Malta Mektupları, İstanbul
Tanyu, H. (1981) Ziya Gökalp’in Kronolojisi, Ankara
Binbaşıoğlu, C. (1995) Türkiye’de Eğitim Bilimleri Tarihi, İstanbul
Tuncay, H. (1978) Ziya Gökalp, İstanbul
Gürsoy, Ş.; Çapcıoğlu, İ. (2006) Bir Türk Düşünürü Olarak Ziya Gökalp, Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
Gökalp, Z., (1976) Makaleler I, Haz. Şevket Beysanoğlu, İstanbul: K. B. Yayınları
(1976) Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak, Sadeleştiren: Ferhan Tamir, İstanbul: Türk Kültür Yayınları
─ (1922) Garp Meselesi II K. M.
─ (1976) Türk Medeniyeti Tarihi
─ (1961) Türkçülüğün Esasları
Akyul, N. (2007) Ziya Gökalp’e Göre Din ve Değişim, Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi
Karadaş, Y. (2006) Doğu’nun Batı’cı Üretimi: Ziya Gökalp’te Şarkiyatçılık, Yüksek Lisans, Muğla: Muğla Üniversitesi
Sezer, Baykan; Ziya Gökalp ve Durkheim, “60. Ölüm Yıldönümünde Ziya Gökalp”, İstanbul
Üniversitesi Yayını, Yayın No:3327, İstanbul, 1986, s.19
Ziya Gökalp, Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak, Sadeleştiren: Yalçın Toker, İstanbul, 1997,
Uriel Heyd, Türk Ulusçuluğunun Temelleri, Çev. Kadir Günay, Ankara, 2002, s. 38–39., s. 54.
www.bilimarastirmavakfi.org/html2/yayinlar/cumhuriyetcilik.html, (12.11.2006).
Ali Nüzhet, Ziya Gökalp’in Hayati ve Malta Mektupları, İstanbul, 1931, s. 120, 134.
44 Hasan Tuncay, Ziya Gökalp, İstanbul, 1978, ; Enver Behnan Şapolyo, Ziya Gökalp İttihad ve Terakki Meşrutiyet Tarihi, İstanbul, 1943,, s. 89.
Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, Hazırlayan: Mehmet Kaplan, İstanbul, 1972 2, s. 113–188
Ziya Gökalp’te iktidarın meşruiyet kaynağı, 2006, Kamu Yönetimi Anabilim Dalı, Mustafa Yigit, Niğde Üniversitesi, Yüksek Lisans
Ünüvar, K., (2008) Ziya Gökalp – Modern Türkiye’de Siyasi Düşünceler Tarihi IV. Cilt. Editör: Tanıl Bora, İstanbul: İletişim Yayınları
*****
[i] Kaynak: https://www.academia.edu/5339522/Ergin_Ulusoy_Siyaset_ve_Sosyal_Bilimler_Doktora_Program%C4%B1_II._D%C3%B6nem_Z%C4%B0YA_G%C3%96KALP_ve_M%C4%B0LL%C4%B0YET%C3%87%C4%B0L%C4%B0K_F%C4%B0KR%C4%B0_Z%C4%B0YA_G%C3%96KALP_ve_M%C4%B0LL%C4%B0YET%C3%87%C4%B0L%C4%B0K_F%C4%B0KR%C4%B0
[ii] Siyaset ve Sosyal Bilimler Doktora Programı