Adnan İSLAMOĞULLARI
1980’lerin ilk yılları zorlu yıllardı.. çetin zamanlardı.. imtihan zamanlarıydı..
’78 nesli 90 günlük gözaltı sürelerinde akılllara sezâ işkenceler altında eziliyordu…
Dirençlerini kırmak için sorguya aile fertleri getirilmekle tehdit edilen arkadaşlarımız, elektrik verilmekten kolu sakat kalan arkadaşlarımızın kız kardeşleri hâlen hafızalarımızda…
576 sanıklı MHP Ana Ddâvâsı 19 Ağustos 1981 yılında 176 idam isteğiyle, Alparslan Türkeş salona girdiğinde ülkücülerin hep bir ânda okuduğu İstiklâl Marşı ile başladı… Dile kolay, 176 idam isteği…
Ve gerçekleşen 9 idam… Sehpada 9 ülkücü… Son isteği, yarım kalan hatiminin tamamlanmasını vasiyet eden ülkücüler…
Başına dipçikle vurularak öldürülen Hüseyin Kurumahmutoğlu…
İşkencede öldürülen Bekir Bağ…
Yakalandığı ölümcül sarılık hastalığına rağmen hastaneye çok geç sevk edilen ve Mevki Hastanesi’nde kaybettiğimiz, son günlerine şâhitlik ettiğim, kendisine ait olan bir tarlanın satılarak parasının mağdur durumdaki arkadaşlara dağıtılmasını son isteği olarak vasiyet eden rahmetli İsmail Şimşek…
“Asmayacaktık ta besleyecek miydik?” diyen bir darbe hukukunun acımasızca mahfettiği ’78 nesli…
Türk milletine adanmışlıklarının bedelini gencecik yaşlarında ödeyen ’78 nesli ülkücüleri…
Mamak Cezâevi, diğer bütün cezâevleri adına bir sembol olarak tarihe kankırmızısı dramların notlarını düşüyordu…
* * * * *
Dışarısı da çok farklı değildi aslında…
Yalnızca üstte gökyüzü görünüyordu sürekli, gökyüzünün göründüğü devâsa bir mahpusluktu dışarısı da… Eksik olan fizikî işkence ve dayaktı yalnızca…
Yokluk… endişe…
‘Bir küçükdev adam’ Gâlip Erdem, kendisini 12 Eylül Darbesi’nin üzerinde tepindiği ülkücülere adamıştı… Kızılay’da Şehit Adem Yavuz sokaktaki avukatlık yazıhânesinde bir neslin müdafaası yapılırken, o ‘küçükdev adam’ bir yandan da cezâevlerinde yatan tüm ülkücülerin ve ailelerinin derdini dert edinmiş, ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için adeta dileniyordu… Sırtında eski bir ceket, başında şimdi Mustafa Çalık’ın odasında duvarda asılı kasketi, içinde el örmesi yılların eprittiği bir kazağıyla varını yoğunu ortaya koyuyordu… Bir yandan da yazıyordu:
“Benim Eugeni Grandetlerim…”
“Alyuvarlarla akyuvarların hikâyesi…” diyerek ülkücüleri yazıyordu…
Zor yıllardı… Adam gibi yaşamanın, ülkücüyüm diyerek yaşamanın zor olduğu yıllardı…
* * * * *
Her bir günü ayrı tehlikenin kol gezdiği zamanlardı…
Öğrenci evleri mağdur durumdaki arkadaşlarımızın misafir olarak ağırlandığı, iki lokmanın pay edildiği evlerdi… O dönemin öğrenci evlerinde kalan delikanlılık çağındaki gencecik ülkücüler, fedâkârlığın şâhikasını yazıyorlardı…
Cebeci / Topraklık’ta iki odalı bir apartman dairesinde yine mağdur durumdaki arkadaşlarımızı misafir eden Rıdvan Issız… Yazılmazsa haksızlık edeceğimiz ve tarihe not olarak düşmezsem vefâsızlık edeceğimiz ve üzerimizdeki hakkını ödeyemeyeceğimiz ülküdaşımız, arkadaşımız Rıdvan Issız…
Ülkü Ocakları’nın TÖNFED isimli yan kuruluşunun ses sistemleriyle Maltepe’deki gazinolarda çalışarak günlük aldığı yevmiye ile mağdur durumdaki arkadaşlarımıza iâşe yani iki lokma ekmek parası yetişitmek için nasıl can siperâne gayret ettiğine muhatap olan bizler hiç unutmayacağız… Çalıştığı gazinoya gelen bir haciz işlemiyle elinden çıkan ses sisteminden sonra işsiz kaldığında, işsizliğine değil bizlere yardımcı olamadığı için nasıl üzüldüğünü unutmayacağız… Evde kuruyup taş gibi olan ekmeleri kaynayan bir tencerenin buharıyla üzerine koyduğu tepside yumuşacık eden o yokluk günlerini hiç unutmayacağız…
Ve…
“Ses sisteminin hacizden kurtulduğu” yalanıyla yeni bir işe başladığını söylerek gece evden çıkıp sabaha karşı eve elinde kahvaltılık malzemeyle geldiği günleri… Oysa ses sistemi hacizden kurtulmamıştı… Yanızca evdeki arkadaşlarına bakabilmek için masum bir yalan söylemişti bize… Cebeci’de, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin biraz ilerisinde bir çıkmaz sokakta bulunan izbe bir restoranda sahnede şarkı söyleyen solistin arkasında elinde def ile ritim tutuyordu… “Buldum..” dediği yeni iş buydu… Onu elinde def ile gördüğümde gidip ellerinden öpesim gelmişti o karanlık sahnede…
* * * * *
Zor yıllardı evet… Çetin sınavlardı…
Libya Caddesi’ndeki Sivas öğrenci Yurdu’nda, ramazan günü öğrencilere ve hepimize iftar hazırlayan da Suat Başaran ve Rıdvan Issız’dı… Soğsun diye cam kenarına bıraktığımız hoşaf tenceresinin içine girip çıkan kediyi de unutmayacağız… Fakat, yaz orucu tutan ve hoşafı bekleyen öğrenciye “tencerenin içine giren kediden bahsetmeyeceksek eğer önce biz içeceğiz ve orucumuzu o hoşafla açacağız” diyen ve orucumuzu o hoşafla açtıran Suat Başaran da dönemin unutulmayacak kahramanıdır…
* * * * *
Zor yıllardı evet…
Bütün bunları şu cümle için yazdım…
“O zor yılların içinde hafızamızda yer alan bir tek jurnalci bile yoktur…”
————————————————————–
28 Ağustos 2016
http://www.yenicaggazetesi.com.tr/mobi/zor-yillar-jurnalci-uretmedi-39522yy.htm